Ulus Ötesi Devletler sistemi
İmparatorluklar sisteminin dağılması ile birlikte kapitalizm kendi içsel derinleşmesini sağlamak için bir iç pazara ve bu pazarda sömürü ve mülkiyet sistemini güçlendirme aşamasına geçti. Bu aşama bütünleşmiş bir devlet ve bu doğrultuda tek ulus sistemini gerektiriyordu. Bu ulus-devlet sistemi olarak bildiğimiz sistemin örgütlenme aşamasıydı ve devlet yapıları da bu anlayışa uygun olarak oluşturuldu. Buna modern devlet dendi.
Aynı Zaman aralıklarında, uluslararası sistemin de imparatorluk sisteminden ulus-devlet sistemine geçişte yapısı değiştirilmeye başlandı. Bunda ikili bir sistem uygulandı. Ulusların kaderini tayin Hakkı (UKTH) ABD devlet Başkan’ı W. Wilson aracılığıyla açıklandı ve bu ilkeler aracılığıyla (sömürgeci) imparatorluk sisteminden çıkış amaçlandı. Bu aynı zamanda egemen ulusların topraklarındaki diğer ulus ve azınlıkları bağımlı kılmanın yoluydu ve uluslararası planda emperyalizm olarak uygulanmaya başlandı. (Lenin, bu ilkeyi Marksist bir zemine oturtmaya çalışmıştır.)
Emperyalizm dönemi olarak bilinen bu dönem dünya kapitalizmi için ilk yayılma sürecini ve uluslararası ticaret ve sermaye akışı ile ülkelerin Batı’ya ağırlıklı bağımlılığını artırmayı ifade eder. Bu süreç aynı zamanda kapitalizmin sistem olarak dünya ölçüsünde yayılmasının ilk adımı ve sermaye sınıfının “kendisi için sınıf” olma sürecinin ilk aşamasıdır. 19.yüzyılın son çeyreği ile tarihlenir.
Bu tarihten itibaren yüz yıl boyunca kapitalizm kendi sistemini yaygınlaştırmayı, dünya artı-değerini kendi sınırları içine hortumlamayı, ülkelerin kendine bağımlılığını artırmayı ve (küresel) sınıf olma bilincini sınıf mücadeleleri içinde güçlendirmeye çalıştı. Devrimler, işçi emekçi sınıfların ve dünya halklarının mücadeleleri ve bu mücadelelerin sonucu olarak yaşanan Keynesyen kapitalizm dönemi, mücadelelerin ve devrimlerin bir sonucu olan Sosyalist sistemin ve Asya sosyalizminin varlığıyla ve bunlara yol açan tarzda gerçekleşti. Bunlar dünya kapitalist emperyalizme bir cevap, bir karşı koyuştu.
Kırk yıl yaşanan Keynesyen refah kapitalizmi ile başta Avrupa işçi sınıflarının mücadelesini reformizme sıkıştıran kapitalizm, bu modelin dönemsel ömrünü doldurması ile birlikte ikinci saldırısını başlattı; neo-liberalizm.
Bu modelin arkasında kapitalizmin kar oranlarındaki düşme ve buna yol açan işçi sınıfının ve toplumsal güçlerin sosyal haklarının ve pazarlık gücünün fazlalığı düşüncesi vardı. Bu nedenle önce sınıfa, onun öz örgütlenmelerine, sendikal örgütlenmeye, siyasal örgütlenmelerine saldırıya geçildi. Bütün dünyada İMF, DB, DTÖ üçlüsü kullanılarak bu saldırılar en zayıf ve bağımlı ülkelerden başlanarak özelleştirme adı altında yayıldı. Her özelleştirme saldırısı, ilgili ülkelerdeki hukukun değiştirilmesi zorlanarak yapıldı. Attıkları her adımda bu ülkelerde devlet yapısı da değiştirilmiş oluyor, hem sınıf hem de halkların bağımlılığı artıyor, sınıfsal güçleri azalıyordu. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde birinci olarak kapitalizm yaygınlaşıyor, derinleşiyor, sömürü ve mülkiyet sistemi küreselleşiyordu. Neoliberal kapitalizmin bu küresel saldırısı ile birlikte sosyalist sistem ve Asya sosyalizmi de sarsılacak, SB ve Doğu Avrupa sosyalizmi, asıl olarak içsel sorunların çözümsüzlüğü nedeniyle bu kapitalist saldırıdan etkilenecektir.
Dünya çapında oluşan bu Neoliberal kapitalist sistem, kapitalist sermayenin ikinci sınıfsal saldırısıdır ve sermayenin küreselleşmesi olarak değerlendirilir. Küresel olarak bütün dünyayı kapitalist sömürü ve mülkiyet sistemi ile yönetmeye talip olan ve emekçi sınıfları dünya çapında “yeni-kölecilik” anlayışı ile yönetmeyi isteyen bu politikanın, bir önceki aşama olan ulus-devletçi kapitalizmden iki çok temel farkı var. Birincisi yaşanan küreselleşme dalgası Ulus üzerinden teritoryal olarak örgütlenmeyi aşındırmakta, Ulus’un önemini azaltmaktadır. İkinci olarak da sermayenin, ekonomilerin, ticaretin küreselleşmesi eski devlet mekanizmasının hukukunun ve örgütlenmesinin yeni küresel kapitalizmin çıkarlarına uygun olarak düzenlenmesidir. Ulus’un öneminin azalması ile devlet’in niteliğinin değişmesi hem kapitalizmde hem de devletlerarası sistemde yeni bir aşamanın işaretleridir. Bu yeni sistemde devletin rolü, önceki ulus-devletler sisteminden de daha önemli bir hale gelmekte, kimilerinin düşündüğü gibi devlet ortadan kalkmamaktadır. Bloklaşmalar bu sürecin sonucudur. AB, Kuzey Amerika Paktı, Güney Amerika uluslar topluluğu, Rusya-Çin bloku, inişli çıkışlı Hindistan, Endonezya birliktelikleri gibi.
Bu konuda şunu unutmamak gerekiyor, ulus-devlet ve devletlerarası sistem ile ulus-ötesi ve küreselleşen sistem, geçiş halinde bir sisteme işaret ediyor. Duraksamalar ve geri çekilişlerle birlikte ilerleyen bir süreç ve içinde bulunduğumuz aşama, bu iki sistemin de aynı Zaman diliminde birlikte işlerlikte olduğu bir süreç, uzun da süreceği belli oluyor. Bu sürecin iki önemli sonucunu yaşıyoruz. İlk olarak küresel (işçi, işsiz ve gündelikçi) emekçi sınıfının büyüyen ve büyüyecek olan göç hareketleri ile sermayenin küreselleşmenin etkisiyle yeni ulus-ötesi sermaye sınıfını oluşturması, bu iki süreç de yaşanıyor. Bu sürecin nereye, nasıl evrileceği ise önümüzdeki döneme, küresel düzeyde genişleyen işçi sınıfının vereceği sınıf mücadelesine bağlıdır.