“9. Çin’deki Araştırmacıların 20. Yüzyıl Sosyalizmi Üzerine Düşünceleri
2000’li yıllarda Çin’de dünya sosyalizminin tarihsel pratiğinin dersleri ve ge leceği üzerine önemli araştırmalar yapılmış ve bir dizi yeni araştırma sonuçlarına ulaşılmıştır. Bunlar arasında, Pu Guoliang’ın 20.yüzyıldaki dünya sosyalist akımı üzerine yaptığı araştırmalarda vardığı sonuçlarla başlamak istiyorum.
“Kanımca 20.yüzyıldaki dünya uluslararası sosyalist akım, üç ana kola veya akıma bölünebilir,
Reformist Sosyalizm-demokratik sosyalizm,
doğulu-merkeziyetçi sosyalizm ve
aşağıdancı otonom sosyalizm.
Birinci tip, batının gelişmiş kapitalizminin egemen olduğu bölgelerinde, ana akım olarak gelişti, gelişme süreci içinde bu akım adım adım, temelde, kapitalizmi alt etmekten vazgeçmeye yöneldi; liberalizme yakınlaştı ve giderek onun içinde eridi.
İkinci tip, doğulu- merkeziyetçi sosyalizm, genelde Doğu ülkelerinde-Çin ve Rusya tipik olmak üzere- iktidarı ele geçirmiştir, fakat bu akım Man(in öngördüğü top lumu yaratamadı. Halk kitlelerinin kendi öz kontrolüne dayanan ve demokratik bir toplumu kuramadı. Aksine, yeni bir bürokrasi toplumu ortaya çıkardı. Üçüncü tip, otonom sosyalizm ise, politik eylemler sürecinde büyük bir başarı elde edememesine karşın, önemli manevi esinlemelere kaynaklık etmesi açısından başarılı oldu.” Pu Guoliang. Rosa Luxemburg’un bir dönem Sovyetler Birliği’ndeki bazı uygulamalara getirdiği eleştirilerin anlamlı olduğuna vurgu yaparak, Rosa Luxemburg’un özgün yanları olmasına karşın onun sosyalizm yaklaşımının, otonom sosyalizm akımı içine dahil edilebileceğini savunmuştur : “Rosa Lüxemburg bu sosyalist akımın erken döneminin önemli düşünürüdür. Ekim Devrimi’nden sonra onu Antonie Pannekoek izledi. Ardından,Troçki 20’1i ve 30’lu yıllarda onları izledi; Çin’de Çin Ko münist Partisi’nin kurucularından, Chen Duxie,ve ikinci Dünya Savaşından sonra da birçok sol düşünür, otonom sosyalist akımı bugüne taşımıştır ve yukarıdaki iki sosyalizm tipine karşı durdular ve eleştirdiler. Rosa Lüxemburg. kendine özgün felsefesi ve keskin eleştirici yaklaşımıyla öne çıkan bir teorisyendi. Rosa Lüxembourg’un çizgisi otonom sosyalizm akımı geleneğinin bir temsilcisi olarak, Lenin’in Marksist çizgisi gibi, Marksizmin düşünce tarihinde özgün ve özel bir çizgidir. Daha
önce bizler uzun süre boyunca Rosa Luxemburg gibi A.Gramsci’yi de Leninist çiz- gide olan fakat Leninist çizgi ile aralarında taktik bazı farklılıklar taşıyan düşünceler olarak düşünmüş ve bu çizginin özgünlüğünü dikkate almamıştık”.
Otonom sosyalizm, Marx’ın düşünce sistematiğinde içerilmiş bir yaklaşımdır. Marx, sosyalist devrimi, proletaryanın kurtuluşunu proletaryanın kendi öz eylemi olarak düşünüyordu. Proletaryanın dışında veya onun üzerinde herhangi bir güce, partiye veya bireye özel bir görev yüklemiyordu.
Marx, proletarya devletinin, proletaryanın bizzat kendisinin yönetimde olduğu bir yapı olduğuna inanıyor ve geniş bir demokrasi uygulamasını içeren bu yapının – proletarya diktatörlüğünün- Paris Komünü’ne benzeyeceğini düşünüyordu. Çin’de ise uzun bir dönem Rus modelinin dar bakış açısı egemen oldu. Bu bakış açısına göre, Marksizm’de içerilmiş olan, otonom sosyalizm anlayışı geride bıraktığımız bir dönem boyunca bir sapkınlık olarak araştırmacıların halkın kapatılmıştı. Bu durum değiştirilmelidir, Marx’ın sosyalist otonomi üzerine savunduğu ilkeler yeniden canlandırılmalı, Marx’ın bu yaklaşımının düzeltici işlevi harekete geçirilmelidir. Bu yolla, alışageldiğimiz “ikameci” sosyalizm anlayışından kendimizi özgürleştirebiliriz”. “Öteyandan, otonom sosyalizmin modern politik yaşamın gerçeklikleri içinde, pratik uygulamasının güçlükleri konusunda, kafamız açık olmalı diye düşünüyorum. Ancak önemli olan, otonom sosyalizmin temel ruhunun kavranması, bu temel yaklaşıma uygun biçimlerin aktif bir biçimde keşfine ve geliştirilmesine yönelmemiz gerektiğidir ve bu yaklaşımın; sosyalizmin temel prensibi olarak insanların kalbinde derin bir yer edinmesini sağlamamızdır. Bu bakış açısıyla, Luxemburg’un düşünce mirası bizler için gelecekte de önemli bir düşünce kaynağı olabilecektir”.
Sosyalizm ve Rosa Luxemburg’un mirası
Pu Guoliang Rosa Luxemburg’un sosyalist düşüncelerinin mirasını şöyle özet lemektedir:”Rosa’ya göre, ancak proletaryanın bizzat kendisinin yönetimde olduğu böylesi bir iktidar yapısı “özgür üreticilerin birliği” olan komünist toplumuna kuruluşuna doğru hızla ilerlemenin gerekli koşullarını yaratabilirdi. Luxemburg, Marx’ın bu yöndeki düşüncelerini derinlemesine kavrayarak miras almıştı ve bu düşüncelerden yola çıkarak, o dönemin Alman sosyal demokrasisi (sosyalizm kastediliyor) içindeki opportunizm ve reformizme ve aynı zamanda da merkeziyetçi uygulama içinde olan Rus Bolşevizmine karşı çıkmıştı. Kanımca Rosa’nın birçok önemli yazısı, otonom sosyalizmin temel ruhunu yansıtmaktadır.
Rosa’ya göre, partinin üst düzey merkezi önderleri, kitlelerin inisiyatifve canlılığını kısıtlıyordu ve giderek daha fazla bürokratizme kayıyordu. Rosa, bu sorunu proletarya kitlelerinin alt tabakalarının çözeceği umudunu taşıyordu. Rosa’ya göre proletarya hiçbir şekilde, 7 kişilik bir merkez komiteye eş görülemez, ona göre bu olumsuz çalışma tarzlarının tek ilacı, kitlelerin canlı politik yaşamına, kitle inisiyatifine dayanmaktır. Rosa, işçi hareketinin -sendikalar ve diğerlerinin- merkezileşmiş kolektif örgütsel yapılarının hızla geliştiği ve işçi sınıfının bu örgütsel gü cüne dayanarak, “iktidara sahip olma hakkı” düşüne kapıldığı; o günkü tarihsel koşullarda; bu uyarıya daha fazla gerek duyuyordu.
Rosa, proletarya kitlesinin burjuva anlamda bir “öncü” ye gerek duymadığını düşünüyordu. Proletarya kendi kendisinin öncüsü idi. Bu düşüncelerden yola çıkan Rosa, Alman sosyal demokrasisinin radikal devrimci kanadının önemli bir temsilcisi oldu. Luxemburg, benzersiz kuşkuculuğu ve keskin öngörüleri ile bu tip bir sosyalizmin ölümcül zaafını görebilmişti, daha sonra gelişen sorunlar bu eleştirilerin haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Rosa, Rus Merkezi Demokrasisinin Örgütsel Problemi adlı yazıda, Bolşevizm’in parti inşası üzerine tezlerinin tehlike ve risklerini keskin bir biçimde açığa çıkart mıştı. Sosyalist örgütlenmenin merkezileşmesi, “parti askerlerinin” merkez örgütünün talimatlarını, mekanik veya körü körüne izlemelerine dayandırılmamalıy dı. Bunun yanı sıra bir yanda eğitimli yerleşik parti kadroları, diğer yanda sınıf bilincine sahip olduğu kabul edilen proletarya liderleri arasında aşılmaz bir duvar olmamalıydı.
Rosa’ya göre, Lenin’in öngördüğü merkeziyetçilik, iki temel ilkeye dayanıyordu. Birincisi; Partinin bütün örgütleri ve eylemleri tamamen ve en küçük detayda dahi, merkezdeki örgütün kontrolüne tabi olacaktı. İkincisi; partinin örgütlü çekirdeği ile parti çevresi katı bir çizgiyle ayrılmalıydı. Rosa’ya göre bu, Blanki’nin dar çevreci -klikçi- yaklaşımının mekanik bir bicimde sosyal demokrat işçi hareketine uyarlanmasıydı.
Rosa, yüksek sesle sesleniyordu: Halk kitlesi bir bütünlük halinde yönetime ve kamusal yaşama katılmalıydı. Aksi taktirde sosyalizmin bir avuç masa başı aydınının talimatı ve insafına terk edileceğini söylüyordu. Bu diktatörlük, sınıfın işi ol malı, sınıfın adına hareket eden az sayıda öncünün değil. Proletarya diktatörlüğü, daima kitlenin aktif katılımına dayanmalı ve kitlenin doğrudan etkilemesine açık olmalıydı. Bu diktatörlük, bütün halkın ve kamuoyunun kontrolü altına girmeli ve halk kitlelerinin sürekli geliştirilen politik eğitiminden güç almalıydı.”
Geleceğin Sosyalizmi, Zeng Zhisheng, sf-89-90-91