YILDIZ, YILDIZ
Sen gözleri parlayınca şavkı vuran yüzüme
Herdaim kabartan ve çalkatan yüreğimi
Ve her ayrılışında içimden bir tel alıp götüren
Sen böyle ciğerimi şerha şerha dağlayıp
Kerem gibi aydınlık sabahlara koşturan beni
Bir marşı daha da gür söyleten kıyasıya
Oynak bir türküyü hüzünlü biraz da
Seni tarif ediyorum sevdiceğim
Bayramımı ışıtan yüzünü,
Beni uzaklardan çağıran sesini
Kısarak gözlerimi o mahzun bakışı tarif ediyorum
Ele güne, öten kuşa, gökteki o en parlak yıldıza
Ve hele o ince boyunlu ak güvercine
Efkârlı gözlerle seni fısıldıyorum o yalnız adama
Aramızda atılmış bulutlar gibi başı dumanlı dağlar
Tertemiz kar olsaydım olsaydım
Kar tanelerini duru duru saysaydım
Sakın solmasın yüzün
Üzerine çiy düşmüş bir çift camgöbeği göz
O tarifsiz pırıltısıyla hep öylece kalsın gözlerimin önünde
Cavlı ÇULFAZ
Temmuz 1972 (İngiltere’den Almanya’ya giderken trende)
ISIT BENİ
Sıcak yerlerin insanıyım
İşim, mesleğim, meşgalem insan olmak
Sıcak insanların arasından gelmişim
Sırası gelmişken çıkagelmişim
Bulutların arasında güneşi ısıtmışım
Yüksek rakımlı tepelerde gözlerden ırak
Bir yıldıza sürçer ayağım
İçim titrer ve üşürüm
Doğan yavrusuyum, ığrıp avına alışmamış kerkenez
Sokul usulca, ger sevecen kollarını üstümüze
Isıt beni yumuşacık
Bağrım yanık, sinem dudaklarımdan daha yarık
Gecelerimi bin dolunayla ısıt
Kadın yüreği sıcaktır
Kurban olayım, yüreğinle ısıt beni göğsünde yumuşacık
Cavlı ÇULFAZ
(1987)
HÂLÂSIZ, HİLÂFSIZ GÜZELSİN
Şimdi şöyle bakıyorum da güzelsin
Hâlâ güzelsin demiyorum
Önceye göresiz, hâlâsız, hilâfsız
Bir içim su gibi güzelsin
Demir tavında dövülmeyince tavsar arzular,
Fasulye handiyse helmelenir, koltuk eprir,
Giysi tarazlanır, dazlak yapı kağşar
Avamdandır insanoğlu, çeliğe su verilmeyince kıvamına gelmez…
Zamanında harcı karılmayınca kanıksanır çok şey…
Hani, as it were, o bendim bir zamanlar âşığın başının tâcı
Gençliğimdi, cennet bahçıvanının has ağacı, yolları dikenli ve acı
Sana dalıp gitmişken aklıma nerden böyle
Ata binesim filan değil, hey aman da hey,
Giresun’a gidesim
Gençliğimi göresim geldi
Delifişek âşıkken maytap sana
Milât mıydı, öncesi miydi,
Yeniden mi doğmuştum, doğmamış mıydım daha?
Daha mı güzeldin diye sormam sana
Öncesiz, sonrasız, düne göresiz, herhal mukayesesiz
Belki başlangıçsız, sonsuz, nereden gelip de bir yere gidesiz
Nerede çiğnensem bir çimen gibi orada
Ama en çok da niye bilmem Giresun’da
Çok güzelsin, güzel, yalnız ve hüzünlü
Gözlerimi senden alamam
Yüzün dünden uzak olmayan bir günü hatırlatır,
Endamın izdüşümüdür dokunduğunu damıtan zamanın
Bildim bilesi durur öylece gözlerimin önünde
Cavlı ÇULFAZ
(15 Eylül 1990)
YILDIZ GELMEDEN BARİ
Sardalyeleri nereye koysam?
Sardunyaların yanına mı?
Ortalığı fazla karıştırmasam bari
Uçlarına bir-iki mor kurdele bağlasam
Çıkarsam, ayıklasam alı al moru mor Steinbeck’i
Al midillilerin, tatlı perşembelerin
Gazap üzümlerinin, farelerle insanların arasından
Eve giren sardalye sokağını getirsem
Sardunyaların yanına koysam
Kâh suyunca gitsem, kâh baskın çıkıp sustursam
Şunun şurasında, bir ömrün kıyısında
Atımın terkisine hâlâ kemendimi asamadım
Yaşanacak zaman, dönmesine zaten ne kaldı ki?
Bir ayağı kıyıda, öbürü kör kuyuda
Sahi, çok az bir şey mi kaldı?
Yıldız çıkıp gelmeden
Bari yine her şeyi yerli yerine koysam
Cavlı ÇULFAZ
(Kasım 1992)
ÜZÜM HEVENGİ GİBİ YILDIZLAR
Üstümde yorgan gibi mor salkımlı yıldızlar
Başucumdan üzüm hevengi sarkıyor çingil çingil
Renkli sabun köpüğü, üzerime ebemkuşağını sarınmışım
Yunmuş da kederlerden, elemlerden arınmışım
Hâlâ küllenmemiş kovuktaki ateşin harı
Bu bungun kalbi kafese koyan ben miyim masmavi yıldız?
Kanadının iki tereği eksik, kafesini arayan bir kuş,
Mehtap kırpılmış da orasından burasından,
Gönül gücenik, delişmen yürek alabildiğine sarhoş
Bastonumla dans ediyormuşum,
Küreği kırık bir kayığı boşuna çekiyormuşum gibi.
Cavlı ÇULFAZ
(20 Kasım 1995)
GERÇEKTEN VARSAN ORDA
Kuytu balkona tırmanan sarmaşık,
Sarmaşığa tırmanıp kopuz çalan âşık
Eğer varsa böyle bir sarmaşık
Sevgiliyle varsın orda
Eğer varsa böyle bir sevgili
Eğer varsa böyle bir yer
Gidince yeni baştan gördüğümüz o yer
Fıskiyeli havuzun yanı, o kemeraltı…
Eğer varsa böyle bir kemeraltı
Üleştiğimiz ilk somun ekmek,
Sarmaşdolaş olduğumuz ilk sülükdal,
Seni bana bağlayan yumak,
Uçarı kelebek, ilk utangaç sevda
Vardıysa böyle bir sevda
Vurur suya aksi yüzümüzün, kuşun kanadında çıkagelir anılar
Kıpraşır somurtkan bir surat, depreşir tortusu eprimiş zamanın ruhu
Nasıl hatırlanırsa göçebe kervan günleri
Bir kadim dost, gülümseyen bir çift mavi göz
Eğer varsa o bir çift mavi göz
Bu kadar uzun bir ayrılıktan sonra geri döner mi?
Beni senden başka hatırlayan olur mu?
Posta treni yıkık bir istasyonda durur,
Eğer vardıysa böyle bir posta treni
Buluşmalar, ayrılıklar, sallanan mendiller, sarkaçlar…
Adı Pozantı’dır belki, kimbilir Ârifiye, belki de Sincan…
Gözlerim köfte-ekmek, bayat pişmaniye satan çocukları arar,
Beynimizin kıvrımında yılların büklümü buruk bir tadla hatırladığımız
Şimdi oralarda zaman neharidir, sense dinozor zemane çocuğu
Meslek yüksek okulunda unutulmuş topal leylek, mel’un bir leyli-meccani.
Bir tek sen vardın orda, şimdi kimlerle varsın orda
Eğer varsa o kimler ve ordaysan hâlâ, eğer gerçekten varsan orda.
Cavlı ÇULFAZ
(1997)
NEREYE?
Bu acele, bu telâş,
Hep bu koşmaca, koşuşturmaca niye?
Nereye sevdiceğim, nereye?
Binmediğin tren, inmediğin istasyon mu kaldı?
Bu ivecenlik, can atma,
Yel yepelek, hep ordan oraya?
Bu tezcanlılık, bu koşturmaca niye?
Acelen mi var?
Nereye, sevdiceğim nereye?
Cavlı ÇULFAZ
(Ocak 1997)
(Yıldız’ın sağlığında yazılmış bir şiir)
GÜLKURUSU ELBİSE
N’olur bu yaşta böyle güzel gözükme gözüme
Sarı giyme, bir daha gül takma Allah aşkına!
Bu gülkurusu elbise çok yakışmış sana
Ama kolunu omuzdan biraz uzat
Beli de işte böyle büzgülü olsun
Eteğin boyu dizin iki parmak altında
Kem gözler çatlasın hasetten, âlem imrensin sana
Yakana sarı bir gül taksan da olur takmasan da
Hâlâ çok güzelsin ve ben yine vurgunum sana
Bil ki elbise bahane
Ve gül kurusu bir yana.
(1998)
(Ve ardından eklenen bir dizi dize)
Yıldız bir zamanlar küçücük bir kız çocuğuydu
Herkesle kardeş olmaktı yüce ereği
Şimdi öldü. Yüzünde bir rahatlık, gülümseme.
Küçücük bir kız çocuğu gibi güzel.
Artık bir daha yaşanmayacak bu hayat
Ardında kalan o gül kurusu elbiseyi kokluyorum
Sanki içinde o varmış gibi.
Toprağın altında yatıyor demeye dilim varır mı?
Nereye baksam orada suretini görüyorum
Şimdisi ve şimdiki gibi dikey bir zaman bir daha yok.
Bana gülümseyen ayışığı mı, sen misin?
Dur dedim ölüme, durduramadım
Yolgeçen hanının yolkesen haydutu
Gitti güzel Yıldız’ı durdurdu
Sevgili, ah, seni iki dizeyle ölümsüz kılabilsem!
Cavlı ÇULFAZ
(2016)
SEVGİLİYE KİTAKSE YA DA YOKLUĞUN HÜZÜN GECESİ
Hiç gelmeyecek olsa da beklersin
İlençtir düş kırıklığı, umut tükenmez
Ak gerdanlı kuğumdu bir zamanlar,
Bahtı kara kuzgun, özlemini çekersin içine,
Bir muhabbet kuşudur şimdi çifte kumru
Püfürdüğüm kehribar ağızlıklı nargilenin marpucu.
Karakolda ayna var, umudum, fosforlu cevriyem,
Aynalı çarşıda karasevda var,
Saat kulesinin altında puslu karaltı,
Avcunda bir çift kızıl karanfil
Bilirsin gelmeyecek, çünkü bir daha gelinmiyor
Yine de beklersin, hiç çıkar mı akıldan, hep hatırlanan?
Ve her hatırladığında içinden bir bam teli alıp götüren
Sabahları perdeyi açınca penceremin pervazına konan serçe yok
Şimdi baktığım her çıplak ağacın dalına takılmış bir kuş tüyü
İncecik sarışın kızlar görürüm, hep Yıldız
Karla kaplı ormanda yapayalnız bir kuş,
Avcuma alıp okşayamam,
“YILDIZ” diye seslenirim ardından, “YILDIZ” diye
Hiç kızı olmayan annem ne çok sevmişti YILDIZ’ı
İncecik sarışın kızlar görürüm, hep YILDIZ
Ona külahlı bir dondurma yediremem
Kime söylesem şimdi, geceye mi seslensem?
Akşamları işten gelince kapıyı çalan kadın yok
Sabahları perdeleri açan kimse yok
En çok serçeparmağına dokunmak isterim, yok!
Ölen artık unutmuştur sevdayı
Sağ kalan âşıktır hâlâ
“Ey unutuş, kurtar bu gamlardan beni”
Cavlı ÇULFAZ
(2019)
HEPSİ ŞİMDİ ÜŞÜR İÇİM GİBİ
“Edirne bir konak, hürriyet bir merhaledir
Bu merhaleden güneşle derya görünür”
Baharın cümbüşüdür esen yel
Göktaşları bir dolu yıldızdır ve gecedir
Martılar ışıklı bir çizgide uçuşur nokta nokta
Yağmur çiseler hafiften, Selimiye alemini göğe açar
Yıkık minarelerin arasından Sinan görülür
Elimi omzuna uzatır, düşmesin diye kucağımı açarım
Upuzun bir dizide, küsuftur zahar, güneşle derya örülür
Bir yıldız kayar, dilek tutarım, mevlâm belki kerimdir
Birden ufalanıp iki yıldız olur
El ele tutuşup sekerek kayar giderler…
Adına mahsus mahal derler
Ağustos böceklerinin cıvıltısı kavalın yanık sesine
Kavalın sesi ateşböceklerinin ışıltısına karışır
Ağarmaya yüz tutar gün, seher yelidir, fecir, tan vakti
Ardın sıra uçuşur yapraklar sisler içinde
Tomurcuklar bürür, sığırcık sürüleri üşüşür ağaçlarıma
Mavnadan göz kırpar deniz feneri,
Ve ne güzel kırpıştırır gözlerini
Aşkolsun hani o kaşkollu hırpani çocuk
İmbik damıtır acıyı zamanla
Çoban ocağında kavallar yanık çalar
Soğuk karlı gecelerde, tek kişilik odalarda
Demlenir hüzün anıların girdabında
Melâl damlar gözyaşlarından
Yaşlanınca okursun bu kitabı
Ve ıssız odada sabahlarıma doğan güneş
Bir tuhaftır şimdi, üşür içim gibi…
Cavlı ÇULFAZ
(Haziran 2001)
HADİ GİDELİM SANCILI KALBİM
Hişt! Hişt! Çiğ düşmüş billur yaprak!
Tenin ak zambak, fitilli kadifeden yumuşak
Sevindirik oldum, yerimde duramıyorum
Hişt! Hişt! Kımıldıyor yaprak
Sen yayan yapıldak, kınalı yapıncak!
Bakışın kızılcık sopası, kardelen dağ fulyası
Sarakaya alınmış savsatmaz savat
Avadanlıkta bir kabak kemane
Kabak kemanede bir kozalak
Kozalak ki köknarlara, pelitler ki çamlara tutunur
Çamlar ki cumbalı evlere yaslanır, revaklar, kameriyeler
Rüzgâr ıslıktır, saraç sarhoş, sarkaç salıncak!
Kelebek ol havalan! Hızlı koş ki, kovalan!
Üşenme, düşen yıldızları topla, sevdalan!
Uyanınca unuttuğun o güzelim düşleri hatırla
Burada yaşamak gayri sana haramdır ey harabati!
Yaşamayı hep özleyen sen
Sanki hiç yaşamamış birisin
Senin için artık hepten körlük burası
Hadi gidelim buradan çilli keklik, uğrular basmadan
Küspe kokan kamyonlar sökün edip davlumbazlar vurmadan
Annenin elleriyle miydi o suladığın ortancalar, ılgınlar, fesleğenler
Nergis, zerrin, süsen ve zambaklar solmadan,
Sümbüli bulutlar kararıp sağnak ansızın bastırmadan
Işıklı bir dünyaya gidelim
Hadi sancılı kalbim, hadi buradan…
Cavlı ÇULFAZ
(2015)
SANA DOKUNMAK İSTİYORUM
Lavanta kokuyor dizesi Bedri Rahmi’nin
Ardında uskuru köpürmeyen hüznü geminin,
Zifiri ilkbahar gecesi, kalenin burcundayım
Başım fena halde dönüyor
Baharat kokuyor zambakların melâli
Çamların reçineli dokusu
İmbatın getirdiği iyot, bir tutam yosun ve göz banyosu
Ciğerlerime çektiğim yeni biçilmiş çimen kokusu
Sonsuzluğa doğru esriyorum
Çiy düşmüş billur yaprağa dokunuyorum
Bir konup bir uçuşun
Bir dokunup hep çekişin
Bir değip hep ürkek kaçışın
Bir delip hep geçişin
Uğruna yaşadığım kadın
Sevdanı bir mekik gibi dokurum
Hadi n’olur elimi tutsana!
Üstünde şimdi kuşları uçmayan bodur ağaçlar korusu
Bir de niye yok mu o belalı melâmet hırkası sorusu…
Cavlı ÇULFAZ
(Haziran 2001)
YANINA GELECEĞİM
Mahzun bakışlı hâlem, doğan günden güzel misin?
Çivit mavisiyle duru suda yunmuş şafak mısın?
Akşam üstleri usulcacık gözükürken yıldızlar
Penceremin önünde belirir kuğu duruşlu ay dilimi ilâhem
“Ne olur dur da bir daha seyredeyim seni”
Salkım saçak altına savrulurdu saçların içimi köz köz kavuran
Çok sevdim seni, bir sevdim pir sevdim.
Sensiz hendeğim, çukur bir sığınağım bile yok
Bu hayhuy bu koşturmaca içinde pek olmadı belki
Beyaz gelinlik giydiremedim, duvak takamadım sana
Çok yıllar sonra herhal yine yanına geleceğim
Uyurken alnından usulcacık öpeceğim
Elinden tutup koluna gireceğim
Avuçlarımda sıcaklığın, tel tel tarayıp
Lüle lüle öreceğim saçlarını
Arada bir göz yaşını sileceğim
O zaman seni mutlaka daha çok seveceğim
Cavlı ÇULFAZ
(2018)
ŞAVKIN YÜZÜME VURUR
Öyle bir yere göçesin ki
Görecek kimse olmasın
Seninle denizden başka
Rüya kadın, hayal çocuk.
Yanında göz göze olsan da
Niye böylesine özlenir insan?
Ağustos böceği bir yaz türküsüdür
Kelebeğin ömrü bir gün
Sevmezsen geriye ne kalır insandan?
Kabına sığmayan şu çalkantılı gönlüm
Sensiz avuçlarıma sığar mı?
Hep özenle hazırladığın valizim,
Sen benim olmazsa olmaz isketem, firketem,
Kopçası kancasına bağlı çengelli iğnem
Her mevsim eşim, özdeşim
Ağaran günyüzümsün.
Deniz fenerim, kutup yıldızım, çuvaldızımsın,
Kerterizim, çıpam, can simidimsin.
Ah YILDIZ, vah YILDIZ, güzelim YILDIZ, can Yıldız
Bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru
Kızkardeşim, deniz kızım, tatlısuyum, gülendam
Ayın şavkı suyun üstüne,
Senin nazlı işven benim yüzüme vurur.
Cavlı ÇULFAZ
(2017)
SON MOHİKAN
Ben âşık çoban, son Mohikan
Sen nesli tükenmiş Amazon-Asena
Kavalımın son şarkısı aşka kitakse
Gocunmuş gönül, sana ne vereyim ki
Sen de veresin, içimin neresindesin?
Feriştahın gelsin ey felek, sen kimsin?
Kudüm, vur şelpeni bağrım yansın, sinemde misin?
Kulağıma en güzel şarkıyı fısılda n’olur,
Sözlerin dolsun gecelerime
Dokunuş zamanı, değiş anı şimdi
Hasat zamanı, sevişme vakti şimdi.
İnşirah, hâtıralar ve yine hâtıralar
Andıkça dokunur, dokundukça ezilirsin.
Sevdayı çeken bilir, ayrılık olmasaydı…
Keşke üstüme kalmasaydı.
Cavlı ÇULFAZ
(Ağustos 2006)
İÇİN DERİNDEN KANAR
Yüreğin kırık kuş kanadı
İçin kanayan yara, büyük acı.
Canevinden vurulusun,
Pır pır eder, uçamaz,
Aradığını bir türlü bulamazsın
Böğründe sızlar geçen günün güzelliği,
Kavkın incir yaprağıyla örtülü kelebek kanadı.
Sevgilin lepiska saçlı çiçek tozu,
Anısı saçılır ortalığa hoyrat bir el dokununca
Dokununca ufalanır, paramparça sapmasaçan dağılır
İnce duyguları paylaşmaya çekinir insan
Kelebeğin kanadına hoyrat bir el dokunur diye
Sevdiğin kadını hep ararsın, heyhat, o artık yok.
Pas çok derine işlemiş, acı o kerte büyük ki,
İçin için kanar, çökertir insanı…
Yara en dipte, merhem kâr etmez!
Belki bir gün toprağın altında yine koyun koyunasın
Akarsular, su akar, heyhat, gözyaşların sular toprağı
Umudun o ki, bir sabah yine perdeleri açan o olur
Belki bir gün yine birlikte uyanırsın.
Cavlı ÇULFAZ
(2017)
ÖZLEM KAVŞAĞI
Çok temiz uyuyorsun
Yüzün uysal bir çocuk yüzü
Gerdanın pürüzsüz, apak
Gönül yorgunusun
Sisli bir denizin sabahında
İsli bir sokak lambasısın
Özlem kavşağında
Işığın sırtına biniyorsun, son hız geceler taşıyor seni
Zerrece aklında olmayan bir yerde, vuslat sapağında
İniyor, aranıyorsun şarap gibi damağına yayılan o büyülü sözü
Sanma ki şöyle böyle rastgele bir sözü
İsmi söylenmiş o en güzel önsözü
Seni seviyorum.
Seviyorum seni…
Cavlı ÇULFAZ
(Rio de Janeiro – 23 Eylül 2006)
BİR ÇİFTE KUMRU KANAT ÇIRPAR, SEN UÇARSIN
Gün uzar, takılmış bir kırık plak cızırtıyla çalar,
“Siyah ebrulerin duruben çatma”
Zaman dosdoğru akar, gelmez o günler geri
Kim hatırlar seni, geriye ne kalır?
Ayasına gücenmiş bir avuç,
Buhurdan gibi tüten bir yangın yeri kalır.
İki büklüm, süklüm püklüm ve küskün
Elinde boş bir ibrik ile kulpu kırık bir maşrapa kalır.
İbrişim olmuş bukleleri zülfünün büklümünde,
Kulağında kiraz küpeler, saçlarında yosun kokusu,
Geride hep peşinden gelen gölgen kalır.
Debisi imbikten süzülmüş bozbulanık bir nehir,
Soluk fotoğraflarda silik anılar, ucu yanık bir mektup kalır
Minaresi yıkık bir mihrap, elinde kırık bir sıvacı malası kalır
Bir çifte kumru kanat çırpar, sen uçarsın
Topal bir güvercin seker, sen eşzamanlı ağlarsın.
Hayaline dokunmaya korkarsın, sonra elini çeker diye.
Geriye kendi alevinde yalazlanan kırık bir gönül kalır
Gökkubbenin engin boşluğuna dalar gözlerin
Geride ‘Seni seviyorum’ diye bir fısıltı,
Yastığının yanıbaşında yarı aralık,
Öpülmeyi bekleyen bir çift nemli dudak
Avcunda dişlenmemiş bir elma,
Bir de torna tezgahında işlenmemiş bir şiir kalır.
Cavlı ÇULFAZ
14 Ekim 2007
DEPREM DUYGUSUDUR AŞK
Güzün uzaktan melâl süzgün yüzün
Yandan çarklı bir gemidir hüzün
Günbatımı gamlıdır yeryüzün
Dürtüsü içimde sana dokunmanın
Islak kirpiklerin, yarı aralık göz kapakların
Havlı divit bir kalem parmak uçlarım
Haritasını çizerken vücut hatlarının
İçimden havalanan kanatlı depremdir aşk
Dayanabilirsen dayan!
O dayansa da sen dayanabilir misin?
Sana bunca çektireni unutabilir misin?
Cavlı ÇULFAZ
25 Aralık 2006
YAŞLILIĞA MERDİVEN DAYAMIŞIZ
Aksaçlı güngörmüş bir çift yürüyor önümden
Yağmur çiseliyor hafiften
Adam kapişonunu başına geçirmeye çalışıyor
Bir türlü olmuyor
Çıtıpıtı kadın, narin eliyle yardım ediyor ona.
Düşündüm de birden gözlerim yaşardı
Elele tutuşup iyice yaşlanacağımız günler geldi aklıma
Ben sana bir bardak su vereceğim
Sen çay demleyeceksin
Canayakın, sokulgan, sıcaklığımız yetecek birbirimize
Alnına avcumu koyacağım
Ateşin var mı?
İlâcını getireceğim.
Zaman çarkı boşa dönen avare kasnak
Alnımızda derin kırışıklar
Yıkılmaya yüz tutmuş yapılar
Nesli tükenmiş dinozorlar gibi.
Şimdi ateş çemberinin yakınında,
Yaşlılığa merdiven dayamışız.
Artık hem vaktimiz çok, hem hiç vaktimiz yok.
Seni çok özleyeceğim.
Cavlı ÇULFAZ
30 Aralık 2006
DEĞSİN YANAĞIN LACİVERT GECEYE
Savrulsun saçların rüzgarda
Yansın çoban ateşleri koylarda
Değsin yanağın lacivert geceye
Ayrık otlarını ayıkla
Kokla yaban çiçeklerini
Bir demet papatya, bir top gül, bir tek karanfil topla
Dal kızıl gelincik tarlasına
Daha sürülmemiş tarlanın anızı,
Değsin yanağın tarçın kokan lacivert geceye
Cavlı ÇULFAZ
Eylül 2007
VAKTİYLE, BİR KADINLA
Evvel zaman içinde, körpecik bir kız çocuğuydu.
Babası okşardı, annesi örerdi saçlarını özenle,
Kelebek gibi daldan dala konardı
Mavinin en güzeli gözleri, hep ışıldardı
Örselenir diye kanadının uçları,
Dokunmaya korkardım, sanki elim yanardı.
İlk gördüğümde bir beni vardı, çenesinin solunda
Sonra bir beni daha belirdi çenesinin sağında.
Dokunurdum parmak uçlarımla o iki bene
Ne zaman yüzüne baksam
Uçup gidecekmiş gibi duran o narin kanat çırpışı,
Başımı döndüren o leylâk kokusu…
Kalbur saman içinde, vaktiyle
Bir kadın vardı, bakışı bir andı
Durgun suya attığım taş, yakamozun hâresi
Bir gördüm, ilâhi bir tesadüf müydü,
İlk bakışta sevdim o hülyalı kadını.
Şimdi subasar, longoz gibiyim
Girdap, anaforlar, yarlar, uçurumlar
Azgın dalgalar ürpertir içimi, alabora olurum,
Bir türlü ulaşamam o engin ummana
Yanında el yordamıyla en çok neyi aranırsın?
Kendini mi, eksiğin olanı, öbür parçanı mı?
Şimdi çok uzakta bir kadın
Bam telimin sızısı…
Bakınca geriye, sanki duruşu bir andı.
Cavlı ÇULFAZ
(6 Temmuz 2016)
BİR DAHA GÖKYÜZÜNÜ GÖREMEYECEK BİR YILDIZ’A AĞIT
Elimden geldiğince, gücüm yettiğince koruyabilseydim seni.
Yürüyüşte, gösteride, barikatta, polis copundan, biberli gazdan
Göğsümü siper edip koruyabilseydim seni.
Yanımda yürürken, ayağım tökezlemeden
Sendeleyip düşmeden tutabilseydim seni.
Koluna daha çok girip elimi omzuna daha sık koyabilseydim
Şerha şerha ciğerimin ak paresi
O berbat hastalıktan koruyabilseydim seni.
Yitireceğim varlığın değerini önceden daha iyi bilebilseydim
Şimdi gidişin bir kaçışa benziyor
Gücüm yettiğince, elim böğrümde kalmadan, dilim tutulmadan
Üşürken seni daha sıkı sarabilseydim.
Kelebeğin kanadında erkenden uçup giderken
Ayna tuttum gökyüzüne, gördüm elele koşuştuğumuz yılları
Her kış tipi, ayaz ciğerimi delip geçerken
Acımasız bir tırpan sararmış otları biçerken
Bir toz zerresine konup giderken gördüm seni
YILDIZ’ım, “kerem et aklından çıkarma beni”
Yalnızlığı getirme bana ölümden önce
Kör kuyularda beni halatsız bırakma!
Veysel der ki, ‘Benim sadık yârim kara topraktır’
Veysel inanmış adam, lâkin
Kara toprağa girmek yaraşmazdı sana
Senin sadık yârin gözlerin gibi güzel gökyüzüdür
Ve gökyüzü, hele geceleyin, uçsuz bucaksız bir ufuktur YILDIZ’la
Kollarını açınca, kimselere çarpmayacağın
O engin gönül şimdi alabildiğine özgür…
Çak şimşek çak, hiç şişeye girer mi şimşek?
Doruklara salıverdim mavi gözlü kuşumun kanatlarını,
Sonsuz ufka küllerini, her bir zerresini
Yitirdim onu, zemheri ayında köklerimi koparıp söktü kambur felek
Şimdi daha da âşıksın artık sırrına hiç erişilmeyecek olan o sevgiliye
Cavlı ÇULFAZ
(2016)
YARIM KALMIŞ BİR HAYAT
YILDIZ’ın beni çağırdığı yere gidiyorum
Arıyorum, onu bir türlü bulamıyorum
İki kişisin, biri temelli gidiyor
İkiden bir çıkınca
Yine bir kalır sanıyorsun
Ama öyle değil, yarım kalıyor
Nereye gitsem orada hep onu arıyorum
O beni artık arayamıyor
Uykuya dalarken bile yerinde duramayan gözleriyle
Yastığımın yanıbaşında uyurken gördüğü rüyayı
En sevdiğimiz bir filmi birlikte görüyormuş gibi
Keşke ben de görmüş olabilseydim
O yanımda uyurken hiç rüya görmezmişim meğer
Tam evden çıkarken üstümdekileri değiştirten
Hangi pantolonun üstüne hangi gömleği giyeceğimi
Parmak sallayıp nazlı bir azarla söyleyen
Bunca zaman ne bir gömlek ne bir pantolon almışım
Şimdi onsuz hangi eski gömleği hangi öksüz pantolonla giyerim ben?
Cavlı ÇULFAZ
Temmuz 2015
YARIM KALMIŞ BOYNU BÜKÜK BİR ŞİİR
Yıldız bir zamanlar küçücük bir kız çocuğuydu
Herkesle kardeş olmaktı yüce ereği
Şimdi öldü. Yüzünde bir rahatlık, gülümseme.
Küçücük bir kız çocuğu gibi güzel.
Artık bir daha yaşanmayacak bu hayat
Ardında kalan o gül kurusu elbiseyi kokluyorum
Sanki içinde o varmış gibi.
Toprağın altında yatıyor demeye dilim varır mı?
Nereye baksam orada suretini görüyorum
Şimdisi ve şimdiki gibi dikey bir zaman bir daha yok.
Nazende sevgilim güller açarken yüzünde
İnsan bu kadar güzelken hiç ölür mü?
Şimdi hatırladım da
Bana gülümseyen ayışığı mı, sen misin?
Dur dedim ölüme, durduramadım
Yolgeçen hanının yolkesen haydutu
Gitti güzel Yıldız’ı durdurdu
Sevgili, ah, seni iki dizeyle ölümsüz kılabilsem!
Cavlı ÇULFAZ
(2016)