Corona salgınının sosyolojisi

Corona Salgını sosyolojisi…

Bir Tıp vakası gibi görünen bu Salgının ortaya çıkışı ve sonuçları
altında derin bir sosyoloji yatmaktadır.
Bu nedenle Salgın Süreci etraflıca bir sosyolojik değerlendirmeyi hakkediyor.

Öncelikle süreç Dünya Sağlık Örgütününde dahil olduğu bir
“Yalan” ile başladı. Bu Virüsün (Covit 19) ortaya çıkış tarihi
olarak Mart ayı açıklandı.
Oysa bu Virüsün neden olduğu hastalığın belirtileri (Semptomları) ve
sonuçlarını gösteren çok sayıda vaka aylar öncesinden gerek yakın
çevremizden tanıklıklarımız ile, gerekse Sonbahar aylarından itibaren
yoğun grip salgını olarak varlığını göstermiştir. Nitekim aylar sonra
DSÖ Salgının başlangıç tarihini Aralık başı olarak revize etmek zorunda
kalmış hatta Salgının başlangıcını daha öncelere kadar götürmüştür.

DSÖ’nün Corona Salgını ile ilgili Dünyaya geç alarm vermesi sonucu
Salgına yönelik önlemler için gecikilmesi nedeni ile dünya ölçeğinde
insan yaşamı, toplumların sağlığı, ekonomisi, sosyal yaşamı
ve psikolojisi açısından derin tahribatlara yol açmıştır.
“Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi” bundan sonra atılan
adımlarında yanlış atılmasına neden olmuştur.
DSÖ(Dünya Sağlık Örgütü) Pandemi yönetiminde sınıfta kalmıştır.

Maalesf ki Ülkemizde de Sonbahar aylarından itibaren henüz adı
konmamış bu salgın tanımlı belirtiler ve sonuçları ile ülkemizde
yoğun bir biçmde yaşanıp hastahane resmi kayıtlarına geçmiş
olmasına karşın gerek Sağlık Bakanlığı gerekse maalesef Hipokrat
yeminli doktorlarımız tarafından DSÖ’nün yalanına ortak olunarak
Virüsün Ülkemize girişini Mart ayı olarak açıklamıştır.

Salgın ile ilgili İkinci tartışmalı konu virüsün çıkış yeri ve nedeni.
Bu konuda Uluslararası rekabet gereği henüz kanıtlanmamış
farklı varsayımla var.
Bunlardan en çok kabul göreni ve DSÖ’nün benimsediği; ÇİN’in Wuhan
kentinde bir laboratuvar çalışmasından sızan virüsün yakındaki hayvan
pazarına sıçraması.

ÇİN kaynaklı karşı iddia da Virüsün Amerika ve Fransa ortak üretimi olduğu.

Üçüncü bir komplo teorisi niteliğinde bir iddia da; Bu Virüsün DSÖ bilgisi
dahilinde ve DSÖ (Dünya sağlık Örgütü)-DÇÖ(Dünya Çevre Örgütü) işbirliği
ile gereğinden fazla ısınan dünyanın yavaşlatılmak sureti ile soğutulması
amaçlı yayılmış olması.
Bu üç iddiada yabana atılacak türden değil ancak kanıta muhtaçtır.

Gelelim Covit 19 diye isimlendirilen bu mikroskobik yaratığın koskoca
dünyayı, milyarlarca insanı yüzlerce yıllık medeniyetleri ne hale soktuğuna,
etkilerine….

Öncelikle Salgın sonucu milyonlarca insan hastalanmış, yarım milyona
Yaklaşan bir sayıda insan yaşamını yitirmiştir.
Bu salgın sırasında bir çok gelişmiş ileri ülke Sağlık Sisteminde sınıfta kalmış,
Yurttaşları tarafından Sağlık Sistemleri sorgulanır olmuştur.

İkinci olarak global ölçekte ekonomi, üretim, ulusal ve uluslararası
ulaşım turizm sosyal yaşam, durma noktasına kadar yavaşlamış,
milyonlarca insan çalışma yaşamından, üretimden uzun bir süre uzak
kalmıştır.Sanayi ve insani hareketsizliğin yaşandığı bu dönemde dünya DSÖ ve
DÇÖ’nün kurguladığı iddia edilen komplo teorisini doğrularcasına soğumuş,
Ozon tabakası kalınlaşırken kutuplardaki buzul erimeleri yavaşlamış,
insanlardan boşalan şehir yaşamına hayvanlar egemen olmuştur.
Doğa doğal ayarlarına dönmeye başlamış sanki…

Salgının üçüncü bir sosyolojik sonucu toplum sosyal, kültürel yaşamı
ve bunun toplumun ruhsal sağlığı üzerindeki etkileri. Salgın nedeni ile
çalışma yaşamının durma noktasında yavaşlaması, her ne kadar gıda,
sağlık insan yaşamı için vazgeçilmez alanlarda çalışma yaşamı devam edip,
sınırlı çalışma alanları home ofis çalışsada, sosyal yaşama dönük eğitim,
kültürel, sportif, turizm, eğlence, yeme içme faaliyetlerinin durdurulması
bu alanda hizmet veren milyonlarca insanı eve hapsetti, bu sosyal faaliyetlerin
durması, sosyal yaşamın durma noktasında sınırlanması toplumlarda etkileri
yavaş yavaş ortaya çıkan sonradan çığ gibi büyüyecek dev bir Psikolojik
Pandeminin habercisidir.

Sonuçta Salgın sürecinin bugün geldiği noktada ayrımsız her ülke ekonomik,
sosyal, siyasal yaşamın doğası gereği bu sosyal yaşamın yavaşlatılmasının
sürdürülemez olduğu sonucuna vardı. Daha doğru ekonomik, sosyal, siyasal
yaşamın sürdürülmesi ile, halk sağlığı arasındaki sıkışmışlık, yerini ekonomik,
sosyal, siyasal yaşamın sürdürülmesine, devamına bıraktı ve ekonomik,
sosyal, siyasal yaşam önündeki tüm yasaklar neredeyse tüm ülkelerde kaldırıldı.
Salgın ayakta, üreterek, yaşayarak atlatılacaktı.
Benim de Salgının ilk gününden beri savunduğum doğru tercih…

Salgına karşı mücadelede her ülke kendi ekonomi, eğitim, kültür, sosyal, siyasal
Sağlık altyapı karakterine uygun bir davranış geliştirdi.
Ekonomik altyapısı güçlü, demokrasisi, sağlık alt yapısı güçlü ve sosyal devlet
anlayışı oturmuş ileri ülkeler Salgı Krizini olabildiğince az hasarlı atlatırken,
yukarıda sayılan alt yapıları zayıf ülkeler bu Salgına hazırlıksız ve savunmasız yakalandı.

Sonuçta her ülke yönetimi iktidarları Salgın Sürecinde verdiği sınavın başarısı
yada başarısızlığını halkları tarafından bugünlerde sorgulanmaya başlandı.
Salgından sonra yeni bir dünya düzeni kurulurken bu süreç belirleyici olacak.
Bunun ilk işaret fişekleri Amerika, Hollanda, İngiltere ve Fransadaki halk
ayaklanmaları ile çakıyor.
Kuşkusuz bu ülkelerdeki halkların emekçilerin haklı talepleri üzerine
ayaklanmaları diğer dünya ülkeleri için de esin kaynağı olacaktır.

Salgın sürecini bütün boyutları ve dünyadaki benzeri karakteri ile yaşayan
ülkemizde hiç kuşku yok sonuçlarından dünyadaki etkilerinin benzeri şekilde
payına düşeni alacaktır.

Salgın öncesinden zaten krizde olan Ülke ekonomisi Salgın sürecinin bu krizi
katmerleştirmesi kaçınılmazdır. Bu da Haziran 2013’den itibaren irtifa, halkın
desteğini kaybeden ve son yerel seçimlerinde ve Yenilenen İstanbul seçiminde
%54ile halkın; “Artık yeter buraya kadar.” dediği AKP iktidarının sona yaklaştığının
İşaretini veriyor.
Burada canalıcı, belirleyici soru AKP’nin alternatifinin ne olacağıdır.
Bu sorunun yanıtını genelde demokrasisi ham, gelişmemiş bizim gibi
Ülkelerde, ülkemizde çıkarları olan en azından şimdilik dış mihrakların
eğilimi belirleyecek gibi gözüküyor.
AKP eski Bakanı Ali Babacan bu senaryonun Başrol’ü için sahne almış gibi…

12 Eylül Darbesinin kurduğu Faşizan siyasi sistemin baskıları altında
nefes alma, siyaset yapma hakkı tanınmamasının üstüne halktan kitlelerden
kopuk, eskimiş kırk yıl öncesinin yöntemleri ile “küçük dükkanlarını” koruma
adına “aşiret” particiliği yapan ve son yıllarda da siyasi iflasları nedeni ile
“Sistem İttifaklarının” kuyruğuna takılan Sosyalist Sol ve “Sözde Sosyal Demokrat”
halkın yükselen hak, hukuk, adalet taleplerini misyonları gereği Sistem adına
yumuşatarak absorbe etme misyonu yüklenmiş CHP’nin bıraktığı “sol şeritteki”
boşluğu Ali Babacan gibi sağdan kültür ile beslenerek büyümüş, konjonktür gereği,
hak, hukuk, adalet kavramların, insan hakları savunuculuğunun muhalefet aracı
olarak prim yaptığı günlerde bu içerikli söylemler ile doldurmaya çalışıyor.
Ekranlarda düzgün diksiyonu, yumuşak üslubu ile göze kulağa hoş gelen imaj çizdiği söylenebilir
Siyaset doğası gereği boşluk kaldırmaz, bıraktığın boşluğu birileri, bir şeyler dolduruverir.

Bırakın Solculuğu Sosyal Demokrat bile oldukları kuşkulu tutarsız Muharrem İnce
sağdan devşirme Ekrem İmamoğlu da Sol’un bıraktığı bu boşluğu tutarsızlıklarına,
yalpalamalarına, savrulmalarına karşın doldurmadılar mı? Sol, Sosyalist kitlelere
umut olup peşlerine takıp sürüklemediler mi?

18 Yıllık “metal yorgunluğu” Ülkenin içinde bulunduğu yaşamın her alanındaki
ekonomik, sosyal, siyasal krizin üstüne birde Salgın “Tüy dikince” AKP iktidarının
en geç bir sonraki seçimde ayakta, iktidarda kalma olasılığı sıfırlanmış gibi.

Günün can alıcı sorusu;
“ AKP iktidarının alternatifi ne olacak?”
“Ne olmalıdır?”

Ülkeyi ekonomik, sosyal, siyasal olarak ayağa kaldırabilecek, insan hakları,
ekonomik, sosyal adalet, çağdaş bir demokrasi temelinde bir yönetim
alternatifi oluşturabilecek bir iktidarı temellendirmek.

Olası alternatifleri sıralayalım;

Erdoğanın AKP’si ile bir 18 yıl daha…

Uluslararası sermaye çevresinin rüzgarını arkasına almış Ali Babacanın
Göze, kulağa hoş gelen “sol” söylemlerini halkta taban bulup Millet İttifakını
ve tabanını, “dört eğilimi” arkasına katarak Özal vari bir alternatif.

Olmayacak dua ama CHP’nin Sosyal Demokrat damarı kabarıp HDP ve
Sosyalist Sol ile yeni bir ittifak oluşturması…

İktidar olma şansı olmasa da CHP’siz HDP ve Sosyalist Sol ittifakı ile uzun
vadedede iktidar hedefi olan tutarlı, diri, en azından demokratik yaşama nefes
aldıracak bir sol muhalefet oluşturmak.

Osman Naci
13 Haziran 2020
Kadıköy

About OsmanNaciBalta

Check Also

2023 Mayıs seçimlerinin ardından

Muhalif Yazılar Osman Naci 2023 Mayıs Seçimlerinin ardından… 2023 Seçim maratonu beklenildiği gibi tarafı olmadığımız …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com