Marx’ın 140. Ölüm Yıldönümü Dolayısıyla
Emekçi halkların neo-liberalizme, diktatörlüklere, hayat pahalılığına, emeklilik yaşının yükseltilmesine karşı örgütlü yığınsal direnişleri artarak devam ediyor. Yığınların mücadelesindeki yükselişe paralel kapitalizm sonrası toplumsal değişim talepleri artmıyor, devrimci durum oluşmuyor. Bu yüzden, solun temel belirlemelerinden biri olan emekçi sınıfların tarihsel misyonun yanlış olduğu sonucu çıkartılıyor.
İşçiler yaşam standartlarını koruyup geliştirmeleri için sokakları çatışma alanlarına çevirirken aynı kararlılığı kapitalizmi aşmak için göstermemektedir. İşçi sınıfı egemenlerin ekonomik ve sosyal haklara yönelik saldırılarına şiddetli tepki gösterirken kapitalizmi yıkacak tarihsel misyonuna ilgisiz kalmaktadır. Bu da doğal olarak emekçi sınıflara misyon yüklemenin doğru olmadığı görüşüne haklılık kazandırıyor. Emekçi halkların kapitalizm koşullarında ekonomik ve sosyal haklar için mücadelesiyle devrimde öncü güç olma, değiştirici ve dönüştürücü özne olmaları arasındaki kopmalar, Sovyetlerin yıkılmasıyla daha da arttı.
Ayrıca tarihsel veriler ezilenlerin özgün bir devrimle toplumu değiştirerek tarihe yön vermedikleri verilerle kanıtlanmaya çalışılıyor. Bu nedenle sorunun sadece bugüne ait olmadığı tarih boyunca sömürülenlerin kendilerine ait bir toplumsal model yaratamadıkları dikkate alınırsa misyon yükleyerek devrim projesi hazırlamanın göründüğü kadar kolay olmadığı belirtiliyor.
Kapitalizm çözümsüz gibi görünen çelişkilerini art arda çözdü ve birçok Marksist’in kıyamet kehanetlerine rağmen üretici güçler gelişmeye devam etti. Bugün, gezegende eşitlikçi komünizmden çok, kapitalizmin olmadığı bir dünya hayal etmek istediğimizde, aklımıza bir dizi çevresel, feminist veya Kürd hareketi gibi iklim, cinsiyetçi ve etnik-kültürel hareketleri anlıyoruz. Bu da gösteriyor ki, sosyal hareketlerin değişim talepleri emekçi sınıflardan daha ileride.
Devrimci misyona ilişkin eleştiri yapanlar devrimci öznenin de yanlış olduğunu belirtiyorlar. Onlara göre “Proletaryanın bir kesiminin devrimci saflara katılması tüm bir sınıfı temsil etmez. İşçi sınıfı devrimci mücadeleye öncülük edememiş, devrimin öznesi olmamıştır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen büyük çalkantılar bunu kanıtlamaktadır.” Gerçekte, bir dünya sistemi olarak kapitalizm otuz yıllık (1914-1945) derin bir kriz geçirdi. Bu otuz yılda yön değiştirme olasılığı vardı, ancak devletçi bürokratik sosyalizm ve liberal demokrasilerin zaferi nedeniyle bu olasılık boşa çıktı. “Proletarya bir sınıf olarak Rus devrimine önderlik etti ancak Rus toplumunun köylü denizinde boğuldu. Almanya, Macaristan, İtalya veya İspanya’da öncü bir rol oynadı ama ya faşizme ya da Bonapartist rejimlere yenildi.” 1945’ten itibaren, az gelişmiş ülkeler de özgürleştirici hareketlerin başını, Çin, Küba veya Nikaragua’daki gibi, tarım işçileri çekti; sanayi proletaryası değil. Ve bu ülkelerin hiçbirinde küresel bir sistem olarak kapitalizm yoktu.
Hepimiz yanıldık mı? Marx ve Engels, Komünist Manifesto’da burjuvazinin yıkımının ve proletaryanın zaferinin kaçınılmaz olduğunu ilan ederken yanılmış mıydı? Kapitalist toplumda işçi sınıfının sömürülmesi ve artı değer yaratması, emeğin en yüce değer olması, üretim sürecindeki yerinin doldurulamaz oluşu tarihsel olarak kanıtlanmasına rağmen sınıf olarak işçi sınıfı, 1945’ten bugüne kadar devrimci olamadı. En fazla sosyal demokratik reformları desteklemekle yetindi. Yaşam koşullarını düzeltmek, sendikalaşmak ve ekonomik haklar elde etmede aktif oldu ancak demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde etkili olmadığı gibi dönüştürücü devrimci hareketten kendini uzak tuttu. Dolayısıyla yoksullaşmamak için aktif rol alırken devrimci dönüşümlerde geri durdu. Ona atfedilen öncü olma misyonunu yerine getiremeyişini sorgulamak kaçınılmaz oluyor.
Tarihte, ezilen sınıfların yönetici parazit sınıfları devirmeyi başaramadığı örnekler vardır. Antik çağın köleleri Spartaküs gibi isyanlar çıkardılar ama Yunanistan’da ya da Roma’da alternatif toplumsal projeler inşa etmediler. Orta Çağ’daki serfler ve yüzlerce halk isyanı için de aynı şey geçerli. Paris komünü toplumu değiştirmeden ezildi. Ekim devrimi devletçi bürokratik sosyalizme evrildi.
Ezilenler tarihi bir yöne doğru ittiler ama zincirlerinden kurtulamadılar. Kapitalizm kesinlikle yenilir ancak işçi sınıfının tek başına bunu başarması mümkün görünmüyor. Marx, tarihin insanlar tarafından yazıldığını söylerken haklıydı. 8 Mart 1917’de başlayan kadın direnişleri Şubat devrimiyle sonuçlandı. En güçlü rejimler emekçi sınıfların, çevre, kadın ve Kürd halkı gibi ezilen hakların ortak eylemleriyle yıkılabileceği durumlar her zaman olacaktır.
Marksist iktisatçı Michael Heinrich hatırlattığı gibi sınıflar ve sınıf mücadelesi konusunda sıklıkla iki yanlış sonuca varılmıştır. Bir yandan, sınıf durumu, “er ya da geç zorunlu olarak gelişecek olan bir sınıf” bilincinden söz edilirken, “bu sınıf bilincinin az çok devrimci bir içeriğe sahip olması gerektiği varsayılmıştı.” Ne yazık ki bu tahminler doğru çıkmadı.
Çok fazla halk direnişlerinin olduğu ancak devrimlerin gerçekleşmediği zamanlarda yaşıyoruz. Hangi politikaların toplumsal mücadeleleri demokrasi ve sosyalizme yönlendireceği sorusu günümüzün sorusudur bence. Bu soruya verilecek cevaplar, politik olduğu kadar teorik olmalıdır.
-Jesus Jaen, Marx’ın 140. ölüm yıldönümü; gerekli bir tartışma, 2023, vientosur, ispanyolca