“KÜRESELLEŞME” YALANI
“Küreselleşme” neo-liberal bir yalandır. Mehmet İnanç Turan bu yalanı çok önceden afişe etmiştir. 2006 yılında yazdığı Küreselleşme adlı kitabında bunu anlatır:
“Emperyalistlerin “küreselleşme” ideolojisi hangi yalanlara dayanıyor? Birinci yalan ne?
”Küreselleşmeci” ideoloji, ulus-devletin tarih sahnesinden silinmeye başladığını iddia eder. ”Küreselleşmeci” teorinin Aşil Topuğu (öldürücü yeri) burasıdır. ”Küreselleşme” yalanını boşa çıkarmak için bu tezin gerçekdışılığı gösterilmeli ve reddedilmelidir.
Burjuvazinin Keynesyen ekonomik politikadan dönüp neo-liberal politikaya sarılması bu teze güç vermektedir. Keynesyen politika devletin sosyal alana müdahalesini artırmaya dayanırken; neo-liberal politika, ”devletin küçülmesi” ve sosyal alandan özelleştirmeye yerini bırakarak çekilmesi üzerine kuruludur.
İşte ”küreselleşmeci” ideoloji, bu politikayı kapitalizmin tarihinde niteliksel yeni bir dönem gibi sunar; bu politikayı kalıcı bir evre olarak kabul eder. Politikanın değişebilir oluşunu çöpe atar, ulus-devletin tarih sahnesinden çekilmeye başladığını iddia eder. Böylece iktidar için ”devleti ele geçirmenin önemini” önemsizleştirmiş olur. Yeni bir insanal dünyanın özlemi çekenlerin eli kolu bağlanır; çünkü baskı aracı olan devleti, kapitalizmin kendisi eritmektedir; onunla uğraşmanın, onu ele geçirmenin anlamı kalmaz.
Oysa gerçek durum nedir? Devlet, kapitalizmin ekonomik sisteminden dışarı çıkmıyor, piyasa ve sermaye ilişkilerini yeniden düzenliyor. Devlet dünden daha fazla ”piyasanın destekleyicisi” oluyor ve bu piyasanın acımasız kurallarının uygulanabilirliğine uygun ortam hazırlıyor. Devletin kapitalist mülkiyete güvence sağlamak işlevi devam ediyor. Üstelik kendi ulusal devletini diğerleri karşısında güçlü kılmak için daha fazla ”yönetici rol” oynamaya çalışıyor. ”Örneğin, ABD emperyal devleti, Avrupa pazarlarının ABD sığır etine ve ABD’nin Güney ve Orta Amerika kaynaklı muz ihracatına açılması mücadelesine önderlik yaparken, Japonya ve Avrupa devletleri, çelik, tekstil vb. dahil olmak üzere bir dizi ihracat kalemine uygulanan ’kota’nın artırılması için ABD’yle müzakereler yürütüyor.”[1]
Ulusal devlet zayıflayıp, yok olmuyor; aksine iktidar olarak güç merkezini elinde tutuyor. Uluslararası düzlemde rekabet ve işbirliği yapan kapitalist bir ağ varlığını sürdürüyor. Egemen olan uluslararası sermaye kendi devletleri üzerinden birikimini sağlıyor. Ortaya çıkan toplumsal çelişkiler halen ulus-devlet aygıtıyla kontrol ediliyor. Sermayenin sömürü mekanına en iyi olanağı sağlamak için uğraşan ulus-devletin kendisidir; başka bir güç değil!
Günümüzde yapılan uluslararası büyük ekonomik anlaşmalar, toplantılar, şirket yöneticileri tarafından değil, devlet yöneticileri tarafından yapılıyor. Örneğin, G-7 (ABD, Japonya, Almanya, Büyük Britanya, Fransa, Kanada ve İtalya) toplantılarına ulus-devletlerin iktidar kadrosu katılıyor ve ekonomi ile ilgili ortak kararları almaya çalışıyorlar. Her ulusal devlet ”ulusal sermayesinin” yolunu temizlemeye çalışıyor.
Ulusal ekonomiler ortadan kalkmadan ulus-devlet ortadan kalkmaz. Ulusal ekonomiler ise varlığını sürdürüyor. Ulusal ekonomi, ulus-devletin altyapıdaki tüm işlevlerini kapsamaya devam ediyor. Ulusal para, kamu bütçesi, vergilendirme sistemi, ücretler sistemi, ulusal ekonominin ayrılmaz parçaları olarak devam ediyor. Ulusal ekonomi sadece ulusal çerçevede, otarşik olarak çalışan (kendi kendine yeten) bir sistem değil, diğer ulusal ekonomilerle etkileşim halinde olan bir ekonomik faaliyettir. Ulusal ekonomilerin birbirini çelişkili biçimde etkilemesi, bağlanması, rekabet etmesi, ulusal ekonomilerin dolayısıyla ulusal devletlerin işleyiş mantığında her zaman vardır. Devlet ve ulusal ekonomi birbirinden ayrılmaz. Kapitalizmde devletsiz ulusal ekonomi, ulusal ekonomisiz devlet olmaz. Engels’in şu görüşünü unutmayalım: ”Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, aslında, kapitalist bir makinedir, kapitalistlerin devletidir, toplam ulusal sermayenin ideal kişileştirilmesidir.”[2]
Küreselleşmenin ikinci yalanı, kapitalizmin insanlığı düşürdüğü rezillik çukurumdan, “küreselleşmenin” kurtaracağıdır.
”Küreselleşme” ideolojisine göre insanlığın ilerlemesi ve refahı, ”küreselleşmenin” güçlenmesine bağlıdır.
Bu tezle uğraşmaya gerek var mı? Sosyal harcamalarda (eğitim, sağlık, çocuk bakımı vb.) yapılan kısıtlamalar, özelleştirme fırtınası, ezilenleri eskisinden daha fazla yoksullaştırmıştır. İşsizlik tüm dünyada artmıştır ve hızla işsizler ordusu büyüyor.
”Küreselleşme” dedikleri şey halkların refahını yükseltmiyor, tersine yoksul ve zengin arasındaki eşitsizliği büyütüyor. ”Bu süreçleri yaygınlaştırmada en çok görev almış olan Dünya Bankası dahi bunu açıkça kabul etmekte: ’Ülkeler arasında olduğu kadar farklı bölgeler arasında da olan eşitsizlik, dünya ekonomisinin hatırı sayılır bir karakteristiği olmaya devam etmektedir’. ’Gelecek yıllarda zenginler ile yoksullar arasındaki eşitsizliğin daha da artması, yoksulluğun şiddetlenmesi çok muhtemeldir (Dünya Bankası 1995)”[3]
KÜRESELLEŞME NİÇİN YALANDIR?
”Küreselleşme” bir yalandır. İçinde yaşadığımız dünya küreselleşmiş bir dünya değildir. Yaşadığımız şey, kapitalizmin uluslararasılaşmasının hızla artmasıdır; ki bu süreç kapitalizmin ilk gelişim dönemlerinde başlamış, tekelci dönemle birlikte bir sıçrama yapmıştır. Bugün de yeni bir sıçrama ile karşı karşıyayız. ”Küreselleşme” argümanlarıyla birlikte günümüzün burjuva ideolojisidir. ”Küreselleşen” şey dünyamız değil, neo-liberal politikadır. Emperyalizm kılık değiştirerek devam ediyor.
”Küreselleşme” ideolojisi, emperyalist ülkelerin ekonomik-politik-sosyal yapılarını diğer ülkelere kaçınılmaz tek örnek olarak sunmanın adıdır. Ayrıca, emperyalist ulus-devletlerin ekonomik çıkarının, sanki bütün ezilen ulusların çıkarı gibi gösterilmesidir. ”Küreselleşmeden başka bir yol yok” şeklindeki ”globalizm” propagandasının amacı, anti-emperyalist karşı çıkışların temellerini ortadan kaldırmaktır. İşçi sınıfını, emekçileri alternatifsizliğe ikna etmeye çalışmaktır. ”Küreselleşme” ve onun tezleri bir efsanedir; ama sınıf mücadelesi, emperyalizm gerçektir. Böyle bir gerçek olmasa, ”küreselleşme yalanına” ne gerek var?
***
Bugün dünyada yeni olan ne? “Küreselleşme” ideolojisi bunu nasıl çarpıtıyor?
Lenin’in zamanında serbest rekabetçi kapitalizm zamanını doldurmuştu. Emperyalizm ise bir geçiş aşaması yaşamaktaydı. Azalan serbest rekabet ve büyüyen tekelci bir rekabet söz konusuydu. Bugün ise, emperyalizm geçiş dönemini bitirerek, evrensel boyutta uluslararası egemenliğini sağlamıştır. Dünyayı emperyalizm yönetiyor; ama mali sermayeyi, mali piyasaları yedeğine alarak ve emperyalist devletleri kullanarak. En önemlisi de kendi içinde hegemonya kavgasını yürüterek.
Yeni kapitalizm (tekelci kapitalizm) ile eski kapitalizm arasındaki önemli bir fark da meta (mal) ihracı ve sermaye ihracı arasındaki ilişkinin, sermaye ihracı yönünde değişim geçirmesidir. Serbest rekabet temel olarak meta ihracı üzerine, tekelci kapitalizm sermaye ihracı üzerine kuruludur. ”Serbest rekabetin tam olarak hüküm sürdüğü eski kapitalizmin ayırdedici niteliği meta ihracıydı. Tekellerin hüküm sürdüğü bugünkü kapitalizmin ayırdedici niteliği ise, sermaye ihracıdır.”[4]
Ulusal mali sermayeler, dünyanın bütün ülkelerine daha Lenin zamanında yayılmaya başlamıştı. Buharin’in daha 1915’te dediği gibi: ”Sermaye çeşitli yollarla bir ’ulustan’ diğerine akar; ’ulusal sermayelerin’ birbirlerine kenetlenmeleri artar; sermayenin ’uluslararasılaşması’ ortaya çıkar.”[5] Buharin, bu uluslararasılaşma sonunda uluslararası tröstlerin ortaya çıktığını da belirtiyordu: ”Kapitalist bazda, ’ulusal’ ekonomi çerçevesinde üretken güçlerin gelişmesi nasıl ki ulusal karteller ve tröstleri ortaya çıkarmıştır, dünya kapitalizmi çerçevesinde de … uluslararası tröstler şeklindeki en merkezileşmiş haline kadar uluslararası anlaşmaları yaratmıştır.”[6] Aynı belirlemeyi Lenin de yapar: ”Sermaye ihracı arttıkça ve büyük tekel gruplarının yabancı ülkeler ve sömürgelerle ilişkileri ve ’nüfuz bölgeleri’ her bakımdan genişledikçe … uluslararası kartellerin kurulmasına doğru”[7] gidiş başlar.
Sermaye ihracı ve uluslararasılaşma üzerinde bu kadar durmamızın nedeni, ”küreselleşmeci” tezlerin bu ”uluslararasılaşmayı” sanki yeni bir şeymiş gibi, emperyalist dönemin bittiğine kanıt olarak göstermeleridir. Halbuki gerçekte olan şey, kapitalizmin tekelci dönemiyle birlikte ”uluslararasılaşma ve uluslararası tröstlerin ortaya çıkması” başlamıştır. Günümüzde ise bu uluslararasılaşmanın büyük bir sıçrama yaparak geliştiğini görüyoruz. ”Çokuluslu” tekel dedikleri şirketler, bu uluslararasılaşmanın korkunç boyutlarını gösteren, üstelik ulusal kökleri henüz kaybolmamış tekelci örgütlenmelerdir.
Uluslararası şirketler faaliyetlerini dünya çapında planlamak zorundalar. Pazar bütün dünyadır. Uluslararası faaliyet gösteren şirketler embriyonlarını emperyalizmin ilk dönemlerinden alan, bugün büyümüş şirketlerden başka bir şey değildir. Aslında bu şirketler, Lenin’in emperyalizm teorisini doğrulayan şirketlerdir.
(Mehmet İnanç Turan, Küreselleşme, Etki Yayınları, 2006)
[1] James Petras, Küreselleşme ve Direniş, s.29
[2] Karl Marx, Friedrich Engels, Seçme Yapıtlar III, s.174
[3] Özgür Üniversite Forumu, Sayı 1, s.67
[4] V.İ. Lenin, Emperyalizm, s.74
[5] Nikolay İ. Bukharin, Emperyalizm ve Dünya Ekonomisi, s.26
[6] A.g.e., s.36
[7] V.İ. Lenin, Emperyalizm, s.81