TKP 100 YAŞINDA- 73 Atılımına kadar- Mehmet Taş

On altı yaşıma kadar sosyalizmle tanışmadan önce geçirdiğim biyolojik yaşım ömrümün üçte birini, geri kalan üçte ikisi ise teorik ve pratik yönden sosyalizmin yön verdiği politik yaşamımdır. Marksist veya komünist olarak geçirdiğim yıllar ömrümün en uzun yıllarıdır. TKP yüz yaşındaysa ben de 50’nin biraz üstündeyim diyebilirim. Bu benim komünist yaşım.

Bu komünist yaşamın ilk yirmi beş yılı, sırasıyla Dev-Genç’te,Partizan’da ve TKP’de geçti. İkinci yirmi beş yıl partisiz Marksist yıllarım. Tek başıma yaptığım yeni sol arayışlarım. Elli yılımın nasıl geçtiğini, neleri yaşadığımı, umutlarımı, yanılgılarımı, acılarımı, pişmanlıklarımı, başarı ve başarısızlıklarımı ileride yazacağım. Ama şimdilik TKP’nin 1973 atılımına kadar geçirdiğim deneyimlerimden hatırladıklarımı sıralamak ve kendimce bazı yorumlar yapmak istiyorum.

Komünizmle değil, sosyalizmle tanışmam 1968 yazında Antakya parkındaki Orta kahvede yaz tatiline gelen üniversite öğrencilerinin politik tartışmalarını dinleyerek başladı. On altı yaşımdayken garsonluk yaptığım kahvede hararetli tartışmaları ilgiyle izlediğimi gören, şimdi ismini hatırlayamadığım Harbiye’den bir üniversite öğrencisiyle kısa bir sohbetimden sonra bana “sosyalizmi bilimsel mi yoksa pratik mi öğrenmek istiyorsun?” sorduğunda, cevabım birincisi olmuştu.

Birkaç gün geçmeden arkadaş elime Engels’in Anti-Duhring’ini tutuşturdu. Eve gittiğimde, kitabı karıştırmaya başladım ve anladım ki bu kitap bana göre değil. İçinde yazılanlardan bir şey anlamadığım gibi, ismi de bana yabancı gelmişti. Böylece sosyalizmi bilimsel öğrenme merakım şok edici bir başlangıçla hazin sonuçlanmıştı.

Ama sosyalizmi öğrenme kararımdan vaz geçmedim. Bilimsel olmayan basit kitaplardan okumaya yöneldim. Bir müddet sonra teori ile pratiği birleştirme ihtiyacım belirdi. Anlaştığım arkadaşlarla (Remzi Gazi ve Abdo Bozkurt) birlikte yaşıtım mahalle gençlerini şehrin kenar semtlerinden birinde bulduğumuz yıkık bir boş evde toplamaya karar verdik. Teoriyle pratiği birleştirdiğim ilk toplantıydı.

O toplantıdan 12 Mart darbesine kadar geçen zaman içinde, yoğun bir tempoyla devrimci çalışmalarım aralıksız sürdü. Mevsimlik pamuk işçilerinin hakları için köy çalışmalarımın, TÖS’ün öğretmen grevine katılışımın, Kızıl derede öldürülen Doktorcu Sabahattin Kurt’la buluşmalarımın ve kurduğu Dev-genç’in Akdeniz komitesine girişimin iki amacı vardı; haksızlığa uğrayan emekçilerin yanında durmak ve hayalini kurduğumuz sosyalizmi anlatmak. Farkına varmadan Dev-Genç’li olmuştum fakat TİP’li ve Doktorcu arkadaşlarla birlikteydim. Onlar bana ben de onlara bağlılığımı sağlayan ne Marks ne Lenin, ne TKP, ne de Sovyetlerdi. Gençlik hayallerimizi süsleyen, saf, temiz ve hakkında fazla bilgimiz olmayan sosyalizm idealleriydi.

Darbe tüm devrimci faaliyetleri darmadağın etmişti. Bir gece ansızın gelen darbeden kaçmak için, bir gece vakti akrabamın sebze kamyonunda Antakya’dan İstanbul’a gittim. Kaydımı yaptırdığım İstanbul Fen Fakültesine devam ederken, Kadırga öğrenci yurduna yerleştim. Ve aynı zamanda Mehmet Salmanoğlu aracılığıyla ilişkiye geçtiğim Partizan grubuyla temaslarım başlamıştı. Nurhak’a çağrıldım gitmedim. Kızıldere katliamını duyduğumda beynimden vurulmuş gibiydim. Devrim yolundan geri dönmeceyime yemin ettiğimi hatırlıyorum. O sözümü hala tutuyorum.

TKP’ye girmeden dört yıl önce, 1971- 1975, Partizan grubunun desteğiyle Marks’ın ekonomi politiğini, Ekim devrimi tarihini, Görki’nin Ana’sını ve önemli sayıda devrimci romanı okumuştum. Teorik yönden yetersiz ama temel donanıma sahip olmuştum. Dağınık ve izole olmuş diğer devrimci gruplardan hiç haber alamıyordum. Onların da bizim gibi hazırlıklar yaptıklarını bilmiyordum. Ben ve Antakyalı üniversite arkadaşlarım (M. Mengüllüoğlu, M. Boz, A. Taş ve başkaları) 1973 seçimlerinin arifesinde gerilmiş bir ok gibiydik, fırlamaya hedefe doğru koşmaya hazırdık.

1975’te parti üyeliğine davet edildiğimde hayatımda ilk defa bir partiye dilekçe vererek üye olmuştum. Ve hayatımda ilk defa Dev-Genç’ten, diğer devrimci partilerden farklı, bir o kadar da gizemli bir faaliyetin içine girdiğimi hissetmiştim. Sovyetlere ve Marksizm-Leninizm e bağlılığımın bir gereği olarak bunu yapmam gerekiyordu diye düşünmüştüm. TKP’yi anlamadan, ne olduğunu bilmeden, aceleyle ayaküstü okuduğum program ve tüzüğü üyeliğe kabul edilmeme yeterli olmuştu. Sovyetlere bağlı olduğundan, ona aşırı bağlandım.

1978’de parti okulunda geçirdiğim süre boyunca, hayallerimle gördüğüm gerçeklerin şaşkınlığı içindeydim. Berlin Duvarı yıkıldığında Marksistlerin Sovyetlere ve “Reel Sosyalizme” yönelttikleri eleştirileri ciddiye almadığımdan dolayı hayatımın en büyük hatasını işlediğimi fark ettim ama iş işten çoktan geçmişti.

Parti merkezinde kimler vardı, düşünce yapıları nasıldı bilmezdim. Bugüne kadar, Mustafa Suphi, İ. Bilen veya başka bir parti yöneticisinin sosyalizmle ilgili bir tezine veya toplumda kabul gören bir politikasına rastlamadım. Parti sönümlenip dağıldıktan sonra teorik ve politik vizyonu olmayan bazı insanların yönetici seçilmiş olduğunu görmem beni hayrete düşürmüştü.

1973’te başlayan TKP’yi yığınsallaştırma Atılımına canı gönülden katıldım. Partiyi ayağa kaldırmayı hedefleyen yönetim kadrosunun gizli Stalinist olduklarını bilmiyordum, bilseydim yanına bile yaklaşmazdım. Ki o zamanlar birçok komünist partisi lideri partimizin yönetiminin Stalinci olduklarını açıkça söylüyorlardı. Onları revizyonistlikle suçlayarak, yaptıkları ciddi eleştiriyi umursamıyorduk.

Partinin Stalinist yönetimi dogmatizm saplantısı içinde olduğundan, 73 Atılımı stratejiden yoksundu. Devleti hangi demokratik politikalarla ele geçireceği, kapitalist toplumu bitirecek devrimci reformların ne olduğu hakkında bir vizyonla donatılmamıştı. “Barikatlara çıkma” ve “parlamento içi ve parlamento dışı” yöntemlerle iktidara yürüme” gibi mücadele yöntemlerine odaklanılmıştı. Ulusal demokratik cephe sonradan geliştirildi.

Atılımın gerçek hedefi solda birliği TKP’de gerçekleştirmekti. Partinin kendisini işçi sınıfının tek partisi görmesi, hedeflenen birlik ve yığınsallaşmanın önündeki ilk engeldi. O günün koşullarında bu politika bir çıkmazdı. Çünkü TKP fiilen yoktu ve birden fazla sosyalist parti, halkın ve işçi sınıfının içinde açık çalışıyordu.

Tabii ki, o yıllarda benim gözümde TKP işçi sınıfının tek partisiydi. TİP’i, TSİP’i ve diğer partileri iterek, vurarak, kırarak, bitmiş tükenmiş TKP’yi ayağa kaldırmaya çabalayanlardan birisiydim. Yıllar sonra bu partilerin TKP’nin yasallaşmasına engel olmadıklarını, güçlenmelerinin komünistlere bir meşruiyet kazandıracağını, soldaki potansiyelin TKP’ye kaymasıyla solun büyüdüğü anlamına gelmediğini sorgulamadığımdan dolayı pişmanım. Çok gecikmiş pişmanlığın ne yararı olabilir diyebilirsiniz, olsun bu benim vicdani muhasebem?

73 atılımında tartışması yapılan TKP’nin tek işçi sınıfı partisi olduğunu ilan etmesi ne kadar absürtse, aynı şeyi TKP’den türeyen Marksist sol grupların da hiçbiri işçi sınıfı partileri değillerdi. Marks’ın vizyonuyla değerlendirirsek, bir parti eğer işçi sınıfının arazisi ise ve işçi sınıfı orayı ekip biçiyorsa, o parti işçi sınıfının partisidir. Tüm sol grupların birleşik gücü, ortak hareketi ancak Marks’ın tanımladığı işçi sınıfının partisini kurmayı mümkün kılabilir. Ayrıca Marks genel seçimlerle seçilmiş bilinçli işçi temsilcilerinin örgütlediği kongre ve kongrede seçilmiş yürütme organları zorunluluğuna özellikle vurgu yapar. Bu durumda tarihsel TKP’miz dahil, sol grupların tamamı sınıf partileri değil, sınıf perspektifli hareketlerdi.

100 yıllık tarihinde ana TKP ve ürettiği yavru TKP’ler, ne iktidarı ele geçirebilecek bir güce erişti, ne de iktidara alternatif bir muhalefet geliştirebildi. İktidar ve muhalefet formülü başarısızlık üzerine kuruluydu. Büyük ekim devrimini, “İki Taktik” ve “Ne Yapmalı’nın” gölgesinde devrim üretmenin faturası ağır oldu. Devleti ele geçirme stratejisinin ayakları yere değmiyordu. Tarihsel Rusya koşullarında Ekim devrimi zorunluluktan dolayı politik ve ekonomik devrimleri birlikte gerçekleştirmişti. TKP gibi bazı Komünist partilerin bu iki devrimi birbirinden ayırmamaları, komünizm hayalini bir kabusa dönüştürdü.

1969’da hazırlıkları yapılmaya başlanılan 73 Atılımı toplumsal bir zemin üzerine oturtamamıştı. Sol, Marksist grupların küçük birikimlerinden yararlanarak ayağa kalktı. Fakat desteğini almaya çalıştığı grupların kendisinden çok farklı değildi. Kendisi farklı bir toplumsal hikâye oluşturmadan, sol grupların paylaştığı Leninist devrim stratejisiyle kendine yer bulmaya çalıştı. Bir fark yaratmadığından, Atılım, toplumda gereken yankıyı oluşturmadı.

Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerek. Kimi başarılar olmadı değil, elbette oldu. Ama başarılar dogmatizmden dolayı geçici ve lokal kaldı. Partinin inisiyatifiyle kurulan İGD ve İKD farklı bir alternatifti ve önemli bir toplumsal boşluğu doldurmuştu. Fakat devrim stratejisindeki yanlışlık, bu demokratik oluşumların başarı grafiğinin kısa sürmesine yol açtı.

İGD gençliği örgütlemenin yanında bir misyon daha üstlenmişti. Örgüt kurulduktan kısa bir müddet sonra gençlerden oluşan parti örgütlerini kurmaya başlamıştı. Çünkü örgütlendiği bölgelerde parti yoktu. Yani İGD gençliği yığın örgütü, komsomol ve aynı zamanda birçok yerde partinin görevlerini üstlenmişti.

DİSK’te etkili olmak doğru bir inisiyatifti. Ancak sendikalardaki aşırı politizasyon, sınıf bilincini dışardan uzman insanlar tarafından taşınması, onarılması zor derin yaralar açtı.

Atılım, Kürt sorununa yeni hiçbir şey getirmediğinden Kürt ilericileri arasında ilgi görmedi. Parti, Kürt ilerici devrimcilerini etkileyeceğine, onlar partiyi değiştirmeye, programı ve politikasını düzeltmeye çalıştı. 73 yılından itibaren Kürt hareketinin bağımsızlığını kabul etmeyerek, parti, ulusal kimliklerde eşitliğin, sınıf mücadelesinde yerinin belirlenmesinde gösterdiği kararsızlık, halkların demokratik birleşik mücadelesini olumsuz yönde etkiledi.

Bunun gibi daha pek çok önemli sorunun çözümünde dogmatizmden dolayı beklenen radikal değişim, coşku ve yığınsallık gerçekleşemedi. Kendi gözlemlerime göre İ. Bilen’le özdeşleşen 73 Atılımı, bizim gibi 68 kuşağından gelen gençliğin büyük kesiminin partide toplanmasına, kadınların ve gençliğin ayrı örgütlenmesine ve sendikal dinamizme yol açtığı bir gerçek. Bütün bunlar başarı olarak kabul edilse de Partinin politik ve ekonomik devrim stratejisine egemen olan dogmatizm kazanımların toplumsal bir boyuta ulaşmasına engel olduğu da bilinen bir gerçekliktir.

About Mehmet Tas

Check Also

Şili Yüksek Mahkemesi, Victor Jara’yı Öldüren Askeri Subayları cezalandırdı-Çeviri

Türkiye’de mahkemeler ne zaman işkenceci katilleri mahkum edecek? Şili’de Pinochet’in askeri diktatörlüğü sırasında 1980’de onaylanan …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com