YILLARCA YAŞAMIN İÇİNDE VE AKTİF OLARAK TAŞIDIĞIM TKP ÜYESİ NASIL OLDUM.
100 yıl önce, 10 Eylül 1920 tarihinde kurulan ve kimi eksik, yanlış ve zaaflara rağmen, illegal koşullarda, baskı, işkence ve cezaevi sarmalında yaşamını sürdürmüş ve 1970’lerde, Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler içinde örgütlenmeye başlamış, demokrasi mücadelesinin önemli ve güçlü bir unsuru durumuna gelmiştir.
İşte, sosyal alandaki tüm haksızlıklara ve fabrikalardaki emek sömürüsüne karşı örgütlenen direniş ve isyanların yaratıldığı, işçi sınıfının sendikal örgütlerinin seslerinin yükseldiği, yığınsal 1 Mayısların yaratıldığı bu süreçte’ BEN DE VARDIM’
- yılda sizlerle paylaşmak istedim.
1973 yılı sonları, 74 yılının başlarıydı. İlerici, demokrat, sosyalist kesimlerde hareketliliğin arttığı günler yaşanıyordu. 12 Mart faşizminin yarattığı tahribatlar onarılmaya çalışılıyordu. Yeni arayışlar başlamıştı. Ceza evlerinde ve dışarda endişeli bekleyiş, süreç ve tartışmalar yaşanmış, herkes ulaştığı sonuçlara bağlı olarak, yeni bir çıkış yolu aramaya koyulmuştu. Uluslararası komünist hareketin etkileri giderek artıyordu. TİP yeniden kurulacak mı, kurulmalı mı? Ahmet Kaçmaz, Oya Baydar ve çevresinindi. Hikmet Kıvılcımlı takipçilerinin ortak yeni parti girişimleri, işçi sınıfının mücadelenin neresinde olduğu, 12 Mart öncesi gençlik guruplarının yeni konumlanışları, tek ülke, tek parti meselesi ve en önemlisi de adı dışında fazla bir ağırlığı hissedilmeyen TKP’nin çıkışı gibi sorular, meseleler, hepimizi meşgul ediyordu.
O sıralar Makina Mühendisleri Odası İzmir şubesi yönetimindeyim. Gün geçmiyor ki herhangi bir kitle örgütünden, herhangi bir çağrı almayalım. Dönemin en yakıcı, can alıcı sorunu, 12 Mart zindanlarının boşaltılması, yani aftı. Kimi zaman 40”ı aşan örgüt bir araya geliyor, tartışıyordu. Bunu basın toplantıları, ya da kitle gösterileri izliyordu. En azından kendi yaşamım açısından sol güçleri, tartışmasız olarak, bu denli yan yana getiren başka bir duruma tanık olduğumu hatırlamıyorum.
Şubemize TKP yayınları gelmeye başlamıştı. Birkaç kez atılım, işçinin sesi, yeni çağ geldiğinde ve şube çalışanları biraz da ürkerek yayını bana verdiklerinde, önce ben de şaşırmış ve gelen her yayını salondaki masaya açık olarak, diğer yayınların yanına koymaya başlamıştım. Yönetim kurulundan bir arkadaş uyarmış” Bu yayınlardan bazıları illegal TKP’nin biliyor musun? başımıza iş açarız” demişti. Ben de biraz da espriyle” Bana ne, diğer tüm yayınlar gibi postadan geliyor” dediğimi hatırlıyorum. Partili olduktan sonra, bu mesele ile ilgili soruma” Evet parti kimi resmî kurumlar da dahil, bir çok yere, yurtdışından bazı yayınları postalıyordu” yanıtını almıştım.
Kimileri Behiç’e Boran’ı bekliyordu. İşçi sınıfı öncülüğünü, Sosyalist Sistemi ve Sovyetler Birliği’nin rolünü kabullenenlerden bir gurup, 1974’te, Genel af öncesinde TSİP kurdular. Çevremde tanıdığım bazı arkadaşlar, TSİP’e katıldı. Benimle de çok ilgilendiklerini, uğraştıklarını hatırlıyorum. Kitle örgütlerinde, emek ve demokrasiyle ilgili meselelerde, TSİP’li arkadaşlarla çalıştım.
O dönem TKP’li var mıydı? Kimdi, kimlerdi bilmiyorum. Ama, şimdi aramızda olmayan Cemal Kıral Abinin TKP ile bağlı olduğu tahminini yapmak, elbette zor değildi. O günlerde sürekli bizlerle olan ve Ankara’dan İzmir’e gelen, sevgiyle kulaklarını çınlattığım, yakın bir başka arkadaşımızın da meğerse o dönemin az sayıda partiliden biri olduğunu yıllar sonra öğrenecektim. Ve onun fedakâr, mütavizi, temiz insan- komünist kimliği karşısında duyduğum saygının, pek de temelsiz olmadığını anlayacaktım. Bir de teknik elemanlar arasındaki çalışmalara katılan ve fazla öne çıkmayan bir arkadaş için, TSİP’li bir arkadaşımın bir gün, biraz güvensizlik tonu taşıyan bir tarzda” Yahu bu adamda bir farklılık var, açık değil” gibi bir şeyler söylediğinde, düşüncesine temel olan nedeni sormuş ve” Yakınlarda TKP’li olduğunu Duyabiliriz” cevabını almıştım. Açıkçası biraz da şaşırmıştım. Yani o dönemde çevremde Cemal abi dışında iki TKP li vardı sanki…
TSİP’li ve daha sonra öncü gurubundaki arkadaşlarla zaman zaman ayrı düştüğüm durumlar olmasına rağmen, genellikle iyi ilişkiler içinde olduk. Daha sonraları, TSİP’li arkadaşların teknik eleman kanadının bir kısmı Kurtuluş gurubuna katıldılar. Diğerleri de hep birlikte bizim gemiye bindiler…
75-76’larda” İlerlemeci” ve” Kabeci” nitelemeleri bazen küçümseme, bazen de olumsuzlama anlamında kullanılmaya başlanılmıştı, TKP dışındaki çevrelerce.
Ne var ki rüzgâr, TKP’den yana esmeğe başladığında 12 Mart depreminden çıkanların bir kısmı yüreğini eline almış, TKP’yi aramaya koyulmuştu. TKP Uluslararası komünist hareketin bir kolu, Komünist hareketin Türkiye temsilcisi idi. Galiba cezbedici yanlarından biri de bu idi.
Öncü çevresinden arkadaşlarla bir sohbetimi hatırlıyorum. Bana yayınlarını vermişle, üzerinde konuşuyorduk. Anladığım kadarıyla Sovyetlere yaklaşım konusunda bir tartışma içindeydiler. Sovyetlerin revizyonizmle eleştirilmesi, ya da devrimci merkez olarak kabulü. Aralarında bu tartışmalar sürerken, bazıları (Herhalde birkaç kişiyi aşmaz) ilerlemeci olmuştu galiba…TKP’ye girip gençleştirmek ve benzeri yaklaşımlar da vardı. Zaten bir süre sonra merkezi kararla, Öncü gurubu TKP’ne katılmıştı.
76 yılında İzmir/ Hamam sokağında bulunan Savaşan Sinemasında DİSK öncülüğünde örgütlenen, İzmir Belediye Başkanının da katıldığı, 1 Eylül Dünya Barış günü kutlaması, dosta, düşmana TKP sini tanıtmıştı. Evet, ortada TKP’li yok gibiydi ama, eylem baştan sona TKP damgasını taşıyordu. Tartışmalar aşılmıştı. Ve herkes eylem alanında sınanan sempatizanlardı artık. Herkeste partiyle buluşmak beklentisi-heyecanı oluşuyordu.
Yani Parti İzmir’de de ete-kemiğe bürünmeye başlamıştı…
1976 yılında TKP’ne yöneliş, giderek görünür, hissedilir hale gelmişti. 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü, 1 Mayıs, 1Eylül gibi yığınsal gösteri ve kutlamalar, demokratik hak ve özgürlükler mitinglerinde TKP etkisi açıkça görülüyordu. İşçi sınıfı örgütleri öncülüğünde gerçekleştirilen DGM’lere karşı direnişlerle tarih yazılıyordu.
1973 yılında kurulan ve 1975’te anayasa mahkemesi tarafından iptal edilen DGM’ler, Eylül ayında, Milliyetçi Cephe hükümeti tarafından tekrar parlamentoya getirilmişti. Amaç açıktı. Yükselmeye başlayan işçi sınıfı hareketini ve örgütlerini etkisizleştirmek, ilerici, demokrat aydınları, sosyalistleri sindirmekti.
DGM’lerin yasalaşmasını engellemek için, 16 Eylül’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu un yaptığı” Genel Yas” çağrısı, işçiler içinde ve özellikle TKP’nin etkilediği tüm çevrelerde büyük heyecan uyandırdı. İzmir’de nerdeyse tüm sendikalar, teknik eleman örgütleri, Töb-der ve birçok demokratik kitle örgütü çağrıyı desteklediler. Üyelerine, direnişe aktif olarak destek vermeleri çağrısı yaptılar.
Özellikle İzmir’de Aliağa rafinerisindeki, süresini şimdi hatırlayamadığım eylemler ve etkileri unutulamaz. O dönem PETKİM İzmir şube başkanı olan ve şimdi aramızda olmayan, ‘sevgili arkadaşımız Ömer Demircioğlu’nun önemli katkılarını anmak isterim. Aliağa da bulunan PETKİM tesislerinde çalışanlar, İzmir çevresinde direnişe katılanların içinde en dikkat çekici olanlardı. Tesiste tüm şarteller indirilmişti. Refik, Zafer, Farço (Işıklar içinde uyuyorlar) Cihan, Aliağa efsanesinin öncü neferleriydi. DGM’lere karşı eyleme TKP tüm gücüyle damgasını vurmuştu. Sanıyorum o yılın ekiminde de DGM yasası düşmüştü. ’’DGM’yi ezdik sıra Mess’te tarihsel sloganının tohumları o günlerde atılmıştı.
Tartışmalar değişik platform, arkadaş gurubu ve tek tek insanlar arasında sürüyor olsa da, Artık sosyalist sistem, tek ülke- tek parti ve benzeri kavramları kullananlar, Kabeci, toplumsal ilerlemeci olarak adlandırılmaya başlanmışlar, örgütlerini arıyorlardı.
Birçok kitle örgütünde, yönetimsel düzeyde etkili olan arkadaşlar, TKP ne sempati duymaya başlamışlardı. Politik yaşamla İlgili herkesin, biraz önde olanı, partili gördüğü, sandığı zamanlardı.
TKP’nin de katılımcı olarak imzası bulunan, 1969 komünist partileri konferansı belgeleri, elden ele dolaşıyordu.
İlerici Gençler Derneği (İGD) İstanbul da kurulmuş, güçleniyor. İzmir de durum biraz daha farklı. Genç Sosyalistler Birliği (GSB) içinde farklılaşmalar, çözülmeler olsa da merkezin tutumu bekleniyordu galiba. Belki de bu nedenlerle, İzmir Şubesi oluşmadan, İGD, Menemen ve Turgutlu da şubelerini kurmuştu.
Sürecin hangi noktasında olduğunu hatırlayamıyorum. Birgün, Öncü olarak anılan guruptan iki arkadaşım, yayınlarını vermek için, Alsancak’ta bulunan Makina Mühendisleri Odası İzmir Şube Lokaline gelmişler, üye sorunlarımız dahil, birçok konuda sohbet etmiş ve bu arada Sovyetler konusunu da tartışmıştık. Sohbetimizin sonuçlarından aklımda kaldığına göre, Sovyetler ile ilgili olarak GSB, dolayısıyla ÖNCÜ hareketi içinde, iki eğilimin varlığı ve ağırlıklı olarak Sovyetlerin revizyonist olarak nitelenmesinin gündemde olduğu sonuçlarını çıkarmıştım.
Ancak daha sonra durumun hızlı bir şekilde değiştiğine, Öncü nün, tabii ki birlikte GSB’nin ortada görünen yöneticilerinin, özellikle, şimdi aramızda olmayan M.ali Tazedal arkadaşımızın tutumlarının farklılaştığına tanık olacaktım. Durum anlaşılmıştı. Merkez TKP den yana kararını vermişti.
Bu süreç kendi seyrinde devam ederken, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi TSİP’ten ayrılan ve öncü gurubu ile de yakınlaşmayan birkaç arkadaşın TKP meselesine daha sıcak yaklaştıklarını gözlemliyordum. Bu arkadaşlardan biri, elinde Helsinki konferans belgeleri ile dolaşır, TKP’nin propagandasını yapardı. Onlardan biri, benim gibi, bir mühendis odasında yöneticilik yapıyordu. Bu nedenle sık sık görüşür, ortak tutum geliştirmeye çalışırdık. Yine olağan bir buluşmamızda, politik gelişmelere ilişkin sohbetimiz sonrasında, konferans ve benzeri bazı politik belgeler bırakıp” Bunları iyi bir oku, sonra üzerinde konuşalım” dedi. Daha önce de okuduğum belgeleri, bir kez daha okuyarak yeniden buluştuğumuzda hayatımın unutamadığım günlerinden birini yaşadım.
Arkadaşım” Sosyalist olduğumuzu söylüyoruz, oysa biz komünistiz. Ama örgütümüz yok. Ayni amaca yönelik işler yapma uğraşındayız. Peki bunları kim yapıyor. Sonuçlarını hangi politik anlayış sahiplenecek. Sosyalist partiyiz demek de yetmez. Yasal çerçevede kurulan örgütler artık bize cevap vermiyor. Yasalar nedeniyle kendini sınırlamak durumunda. Pratikte uyguladığımız politikaların sahibi TKP. Dünya devriminin merkezi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ise ve TKP Onun ve ortak konferansın tanıdığı tek parti ise, yapacağımız tek şey TKP’ ne güç vermektir, içinde olmaktır.” gibi şeyler söyledi.
Ben fazla konuşmadım, dinledim.” Peki de ne yapacağız, zaten kendimizi komünist görüyoruz böyle davranıyoruz” dedim. ” Bu yetmez ” dedi sohbetimizin bir yerinde. Yetmez de ne peki? dediğimde” Seni Parti uzun zamandır izliyor, partiye katılman uygun görülüyor” demez mi.?
Heyecanlandım. Şaşa kalmıştım. Açıkçası beklemiyordum.
TKP üyeliğine davet ediliyordum.
MMO İzmir Şube başkanlığım nedeniyle, Legal konumum, komünist olmak ve TKP üyeliği arasındaki bağla ilgili birkaç şey kekelediğimi hatırlıyorum. Bana bu teklifi getiren yoldaş, Uygun görüyorsan, dilekçeni yaz, birkaç gün sonra görüşürüz dedi. Ve öyle oldu. Dilekçemi yazdım, partiye ulaştırılmak üzere kendisine verdim. Birkaç gün sonra başvurumun kabul edildiği bilgisi ile birlikte, parti adım da gelmişti.
Partimizin kuruluşundan 57 yıl sonra, üyesi olma onuruna kavuşmuştum. Sempatizanlık dönemi sona ermişti.
Artık TKP’li idim. 1977 yılının ortalarıydı galiba.