Birinci yazı:
Öncelikle bana bu mesajı gönderen ve düşüncelerimi önemseyen arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Türkiye Komünist Partisi, ülke siyasi yaşamında saygınlığı her zaman bilinmesi gereken bir partidir. Bugün adının paylaşılamıyor olmasının ve birden fazla TKP olmasının nedeni de bu saygınlığıdır.
Eski Halkın Kurtuluşu örgütünden olan bir dostum bana TKP yi şöyle anlattı! ”TKP seksen öncesi ülkemizdeki en ciddi siyasi oluşumdu. Bizler ”Adlarını sayarak” gençlik örgütlenmesi ötesine geçememiştik. Devrim yapmış olsak ülke yönetecek kadrolarımız bile yoktu. TKP bizim gibi değildi, sendikalar da meslek örgütlerinde, STK’lar da hatta devlet içinde örgütlü ciddi bir partiydi”
Arkadaşıma buradan yanıt da vermiş oldum; her ne yazacaksam sayfamda yazacağım. Bunun bir nedeni, artık geçmişine eleştiri adı altında küfrediyor olanlarla aynı sayfalarda olmak istemiyorum. Bir başka neden; Avni Ece’nin katili Erbil Kuru ile ceza evinde yaşadıklarımı yazdığımda eski bir yoldaş ısrarla ”Avni Ece’nin katili yakalanmadı ki” diye yazmasıdır. O kadar şaşırmıştım ki ısrarla beni yalanlamaya çalışmasına doğru yanıtı verememiş ”Avni Ece’nin kardeşi Gürsel’e sor bakalım” demek aklıma gelmemişti. 12 Eylül’den sonra siyasi gözlemi sona ermiş başka bir arkadaşım da aklınca o arkadaşa arka çıkmıştı. 🙂
Tanımadığım insanların doluştuğu sayfalarda yapacağım eleştiriler son tahlilde başımın belaya girmesine neden olur!
Teori ve Pratik bütündür, biri yoksa diğerinin olması çok şey ifade etmez. Öğrenme hırsımı, öğrenme becerisine kanalize eden acilci örgütünden Nedim Sönmez dostuma şükranlarımı sunuyorum.
Yazılarımı daha çok pratik işleyiş kaynaklı yapıyorum, hangi örgüt olursa olsun pratiği yanlışsa eşittir teorisi de yanlıştır. Tersi de geçerli. Benim yaşam kaynaklı eleştirilerime, başkalarının kendi yaşadıklarından bakması doğru bakış olmaz. 2012 veya 13 yılında 15’ler derneğinde ”İGD’nin işçi gençlik örgütlenmesi yoktu” eleştirime ”Belki çok da gerekli değildi” gibi bir yanıt beklerken ”Vardı, vardı, sen bilmiyorsun!” diyen birilerine anlatacak söz kalmıyor.
10 Eylül 1920 TKP’nin kuruluş yıl dönümü olması nedeniyle, yüzüncü yıl olan 10 Eylül 2020’ye kadar, kırmadan dökmeden ama daha çok eleştirel yazılarıma devam edeceğim.
İlk eleştirim partinin yığınsallaşmasının yapılan hatalara mazeret gösterilmesidir. Yığınsallaşma doğru bahane olamaz, Örgüt yığınsallaştıkça disipline olmalıdır.
Sıradaki yazım, TKP ye üye kriterleri ve tabii ki pratikteki gözleme dayalı eleştirilerim.”
İkinci yazı:
“Teknolojinin olmadığı ve henüz ketil ile dışarıya mesaj gönderilemeyen zamanlarda, politik mahkumlar koğuş sisteminde yaşıyordu.
Dışarda olan biten ne varsa, tüm detaylarıyla cezaevlerinde biliniyordu. Her bir mahpus ailesi farklı kaynaklardan gelen bilgileri içeriye ulaştırıyor, bu bilgiler ortaya dökülüyor, ortak hafıza oluşuyordu. İstisnalar da elbette oluyordu, önceki yıllarda kim kimden nefret ediyorsa, nefret ettiği kişi yakalandığında o kişi ile alakalı olumsuz spekülasyonlar üretiliyordu.
Bu durumu neredeyse en başlarda fark etmiş ”falanca hain! filanca öttü” gibi sözleri kulak ardıma saklamakla birlikte, sözü edilen kişilere alınması gereken tavırları! almıyordum. Onları içerde kendim gözlüyor ona göre davranıyordum. Genel olarak yapılan spekülasyonlar art niyetli çıkıyordu. Yirmili yaşların başlarında bir genç için bu durum kolay yaşanmıyordu!.
Şirinyer cezaevinde on beş günde bir pazartesi günleri görüş oluyor, bir asker benim, bir asker görüşçümün arkasında konuşulanları dinliyordu. Söylemiştim ya teknoloji telefona ve konuşmaları kayıt yapmalarına elverişli değildi.
Annem ”Oğlum M. Ar… bir yasadan yararlanacakmış, ama eşi seni boşarım demiş” dediğinde ne söylemek istediğini anlamıştım. Diğer çoğu örgüt için çıkarılan pişmanlık yasası bizim için kalıcıydı ve Ar.. bu yasadan yararlanmak istiyordu.
141/7 maddesi ”Pişman olduğu için örgütle alakalı diğer insanları ihbar edenler cezalarının 6/1 ini infaz ederler” Dediğim gibi bizde pişmanlık kalıcı yasayla sürekli gündemdeydi.
Oysa daha bir kaç ay öncesine kadar ”İzmir’de kaç kişi parti üyesidir” diye düşünüyor, partimize çok insanı yakıştıramıyordum.
En son düşüncem, en fazla iki kişinin partimizin üyesi olabileceğiydi. Kıral ve Taş…..İlhami’ye kesinlikle yakıştırmıyordum parti üyeliğini. Bu nedenle üç kişi veya fazlası varsa muhtemelen benim tanımadığım işçiler içinden olmalıydı!.
”Kızıl Fener” operasyonu 1982 de yapıldığında kabullenmekte zorlanacağım gerçeklerle yüz yüze kaldım. Benden ve benim gibi yaşamını gözünü kırpmadan ortaya dökenler dışında herkes partiliydi. Bir tek sigaranın hesabını yapanlar, açık veya imalı olarak ”Ben sizin gibi İgd’li değilim partiliyim” diye böbürlenen kı.. ba.. oynayanlar! Elbette çok düzgün insanlarda vardı içlerinde ama ölçü neydi?
Yanlış bir şeyler vardı, mutlaka vardı ama ben bunu ilk zamanlar çözemiyordum. Buradan sonraki düşüncelerim eleştiriden fazlası ve bu benim geçmişim; bu nedenle yüzeysel birkaç şey yazacağım. Partili olmanın kriterleri basite alınmıştı, kişisel menfaatler, birbirlerini kayırmalar. Gözünüzü seveyim liseli çocuklardan partili yapıyorsanız ben bu olayı hiç kavrayamamışım demektir! Yaşı yirmi bire gelmeyen birinin kişiliği bile henüz tam olarak oluşmaz.
Bir tombalacı vardı! Bildiğiniz tombalacı adam ama sanki küçük dünyaları o yaratmış gibi burnu yukarlarda dolaşan zibidinin teki.
Bu zib.. içerde yatarken babası öldü, bir arkadaşımın ricasıyla annesini ben korudum. Dışarı çıktı, hasımlarımızca evi basıldığı için evde kalamıyor korkusundan, evinde kaldım. Çıktığı kahvelerini basanların kahvehanelerini basıp misilleme yaptım.
Semtlerinde İld’lilere edevat dayayanları okul önünden kovdum.
Oturdukları kahve haneyi korudum, sırf bir arkadaşımın hatırına yaptım bunları, örgüt talimatı değildi. 2011 yılında dışarı çıktığımda üç yıl yatmıştım ve çıktığımda bana ”Suat ben senin için elimden gelen her şeyi yaptım” dedi. Sordum arkadaşlarıma yaptığı bir tek şey yok.
Bir gün Ferruh’un ofisindeyiz, kibirli bir şekilde ‘biz partililer’ demez mi! ”Bir sürü yav..ğı doldurmuşlar içine” dedim, öyle kalakaldı. O an yaşadığımız hayal dünyası değil gerçek yaşamdı. Bunu neden anlattım? Sürü sepetler bunlar, birbirlerine verdikleri gazla hayal dünyalarında kendilerinin komünist olduğuna inanmışlar! Komünist sözcüğünün bir örgüte/ partiye üye olmaktan öte bir şey olduğunu bilmeden ölüp gidecekler.
Ar…’la başladık onunla devam edelim. Ar… bu adamın soy adı, tanıyanlar biliyor. TKP’nin bir dönem yöre sorumluluğu yapmış, yakalanınca da birkaç yıl hapis yatmayı po… yemeyen bir yaratık. Neden böyle sorumlu olmuş hatta nasıl partili olmuş konu bu değil. Benim eleştirilerim yazılarımda gizli, ayrıca açıkça soru sormaya gerek kalmıyor!
Askeri Yargıtay’da davam bozulunca yeniden askeri cezaevine götürdüler. O zamanki liselilerin sorumlusu Ac…z ile Ar… arasında. Dışarda başlayan kariyer savaşı içeriye Şirinyer’e taşınmış.
Acı..ı havalandırmaya çıktığında benden yardım istedi ”Ar… benimle uğraşıyor, “ne olur bana yardım et Suat”
Bergama Dev-Yol davasından müebbet cezalı M. K. onların koğuşunda mümessildi ve benim iyi arkadaşımdı, onu göndermesini ve kendisinin merak etmemesini söyledim.
”M.K., Ac.. arkadaşımız, Ar… itlik yapıyormuş, Ac…z’a sahip çık Ar…’u ez” diye rica ettim. Teorik düzeyi düşüktü ama delikanlı bir adamdı M.K. Ac… tahliye olana kadar rahat etti.
Bursa E tipindeyiz Ar.. bizimle aynı koğuşta, Manisalı ve İzmir Hataylı birer arkadaş daha var, ben Hasan ile yemek ortağıyım.
Ar… mahallemize dahi giremiyor korkusundan ama bizde onu ezmiyoruz. Eşi dışarda annemle görüşüyor onu üzmek istemiyorum.
Cezaevinde İstanbul İgd’lilerin oluşturduğu ‘yapıya’ girmedik.
Nedeni İstanbul’da direnmemiş olmalarıydı. Aslında düşünceleri doğruydu, bizden farklı değillerdi ancak koşullar gereği diğer devrimcilerle ortak davranmaları gerekirdi. Bizde ”Tek tip elbise kefenimiz olacak” sözünün yaşamın gerçeğine baktığımızda akli olmadığını biliyorduk ancak her ne söylüyorsak içlerinde söylemeliydik. Diğer türlü bizi pasifist olmakla itham edecek hiç düşünmeyeceklerdi. İşkence görerek çözülmüş insanlar, başka cezaevlerinde şiddet zoruyla elbise giyen arkadaşlarına ”Hain” diyordu. Bu anlaşılması güç bakış açısını değiştirmenin yolu onlarla aynı acıyı yaşamaktı. Koğuşumuzda kebap yaparak ”Bu eylem yanlış” demek eziyet çeken insanlarda karşılık bulmazdı. İstanbullu arkadaşların cezaevindeki adı ‘Yeşillerdi. Bu lakabı hak etmemek gerekiyordu! Oysa İzmir’den çok daha disiplinli ve düzgün örgütlülerdi. Onlarla aynı koğuşta kalan biri, anlattı ”Başlarında A.D. diye biri var, bir gün ziyaretine gelenlere görüş yerini dar etti, öyle bağırıyordu ki.” sebebi içerdeki bir arkadaşımızın ailesinin o hafta ziyaret edilmemiş olmasıymış. Şansa bak! Söylüyorum inanmıyorsunuz!
Bizi İzmir’de böyle sahipleneceklerdi duvarları yıkardık yeminle! 🙂
Koğuşta diğer fraksiyonlar yine de bir konu olduğunda, diğer üç kişiyi değil Hasan’la beni muhatap alıyorlardı. Yaşanacağını bildiğimizden daha ilk günlerde koğuşun ortasına dikilip ”Sovyetlere, Tkp’ye ve İgd ye kimse dil uzatmaya kalkmasın’ ‘diye uyarmıştık..
Ar.. her yapıdan kişileri barındıran kalabalık komüne yakın duruyor, onu muhatap alan Kawa vb. anti sovyetik örgütten insanlarla siyaset konuşuyordu. İlk zamanlar sessiz kaldım eşinin hatırına fakat bir gün ”Ben mühendisim yahu işçi de kim ki benimle eşit olacak” cümlelerini sarf ettiğinde, havalandırma saatini zor ettim. Koğuşumuz çatıydı üçüncü katta merdivenin başına götürdüm onu ve ”Eğer bir daha ağzına TKP’yi alırsan seni bu merdiven boşluğuna tepe üstü atarım” dedim.
Ar..’u iyi tanıyanlar mutlaka vardır listemde. Onun yavşakça, yalakaca bir davranışı var, ağzının dibine girer ve kollarına temas edip sana sığınır gibi yapar.
”Tamam Suat’ım, tamam Suat’ım”….
Büyük abime bu durumu anlattığımda bana şöyle dedi ”Vay şerefsiz vay! 1975 yılında hep birlikte içki masasındayken ”İşçi sınıfının emrindeyim, işçi sınıfı bana görev versin” diye bağırıyor elini masaya vuruyordu” diye bir anısını anlatmıştı.
Partiye üye olmak için komünist olmak gerekiyordu bunu hepimiz biliyoruz, bilmediğimiz komünist olmanın kriterlerinin ne olduğu!..”