Öncelikle değer verip bu soruları bana da sorduğunuz için teşekkürler.
Ayrıca böyle bir girişimi başlatıp değişik görüşlerin bir arada okunup değerlendirildiği bir platform yarattığınız için de sizleri kutlarım.
Soruları dikkatle okuyup görüşlerimi, kaygılarımı, hiçbir hatır gütmeden aktarmaya çalışacağım.
Soru 1
Öncelikle, COVID 19 salgınından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacağı tespiti doğru..!
Birçok nedenden dolayı eskisi gibi olmayacak.
Ama en çok da şu; “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” öngörüsünün, herkesçe bu kadar fazlasıyla tekrarlanmasından dolayı olmayacak.
Bu ‘öngörü” o kadar geniş bir kesim tarafından, o kadar fazla tekrarlandı ki artık, bir “ön kabule” dönüştü. Bu salgından, yoksulları, emekçileri, emekli ve yaşlıları kısacası tüm insanlığı, “nasıl en az zararla düzlüğe çıkarırız?” sorusu üzerine fazla kafa yorulmuyor.
Şu anda herkes kendi kafasındaki değişikliği nasıl uygulayacağının araştırma ve tartışmalarıyla meşgul.
Sosyal Medya’da çoğunluğu iyimser birçok “öngörü” dolaşıyor. Kötümser olanları da var ama iyimser olanları daha fazla.
İyimser derken; öteden beri sürdürülen ancak bir türlü gerçekleşmediği için artık sönümlenmeye başlayan ideallerin, COVID 19 salgını sayesinde gerçekleşeceğine dair beklentilerin arttığını söylemek istiyorum.
Yani birinci sorunun, “Korona virüsün yarattığı etki ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?” kısmının yanıtı; “bu salgın geniş bir kesimi iyimser ya da kötümser bir beklenti içine soktu.”
“Dünyamızı, insanlığı nasıl bir gelecek bekliyor?” konusunda kaygı verici bir merak etkisi yarattı.
Neden mi kaygı verici? Hemen söyleyeyim, bu beklenti, salgının bir an önce bitmesi isteğini öne çıkarıp sonuçlarının neye mal olacağı kaygısını ve sorusunu öteliyor.
Oysa; “yoksulları, emekçileri, emekli ve yaşlıları kısacası tüm insanlığı, nasıl en az zararla düzlüğe çıkarırız?”sorusu, “bitince ne olacak?” sorusundan çok daha önemli.
İşte tam burada ikinci soruya geçebiliriz.
Soru 2
Birçok kez, bir soruyu yanıtlamak için üzerine düşündüğünüzde kafanızda kendiliğinden ortaya çıkan, başka sorularla karşı karşıya kalırsınız.
İkinci soru üzerine düşündüğümde de aynı şey oldu. Bana başka sorular çağrıştırdı.
Örneğin;
– COVID 19 salgının bir tehlike olmaktan çıktığının kıstası ne olacak?
Sol dünya görüşünde olanların bu soruya yanıtları ne olmalı? Neoliberal politikaları uygulama gücü olan kesimlerin bu soruya verecekleri yanıtla aynı olmasına imkânı var mı?
O durumda, sol dünya görüşünün kendi kıstasları üzerine tartışması ve ortaklaşması gerekmez mi?
– Salgınla mücadele ederken temel kaygı ne olacak ya da olmalı?
Azalan kârlar, küçülen büyüme oranları, daralan ticaret hacmi mi, yoksa emekçi, yoksul, yaşlı ve emekli insanların kitlesel olarak ölmeleri, sağlıklarını kaybetmeleri mi?
– Diyelim ki pandeminin bir tehlike olmaktan çıkma kıstaslarında ortaklaşıldı. Bu sonuca nasıl varılacağı önemli değil mi?
Örneğin bir yöntem olarak öne sürülen “Sürü Bağışıklığı” sol dünya görüşünün kabul edebileceği bir mücadele şekli midir?
Daha da ötesi, ülkemizde ve birçok ülkede uygulanan mücadele biçiminin, sonuçları itibarıyla Sürü Bağışıklığı yönteminden farkı var mıdır?
20 ila 65 yaş arası popülâsyona uygulanan, yönteme ne ad verebiliriz?
-COVID 19’a karşı mücadele yeteri kadar saydam mı?
Bu salgının asıl hedefindeki emekçi, yoksul ve yaşlı milyonları bulan kitle, yeteri kadar bilgilendiriliyor mu?
Sol Dünya görüşünün bu bilgilenme ve bilgilendirme eksikliği konusunda üzerine düşen bir görevi yok mudur?
Bence var ve ne yazık ki Sol Dünya görüşü felsefi ve entelektüel birikimini, bilimsel gelişmelerle yeteri kadar katıştıramadığı için böyle bir görevi olduğunun bile farkında değil.
Bence sol dünya görüşünün asıl tartışması gerekenler bunlar.
Bu, aynı zamanda mücadele önceliklerinin de tartışılması anlamındadır.
Bana kalırsa birinci öncelik, neoliberal politikaların sahiplerinin -“Küresel Hegemonya” da denilebilir- yaratmaya çalıştığı ya da çalışacağı toplumsal rızaya karşı toplumsal itiraz üretmek olmalı. İki noktada…
1- Bu salgının “her ne şekilde olursa olsun bir an önce bitmesi gerektiğine” dair üretilen Toplumsal Rızaya karşı, “bu salgınla mücadele, aceleye getirilmeden, en az can kaybı hedefi ve temelinde verilmelidir” şeklinde bir Toplumsal İtirazın‘nasıl’ını tartışmak ve oluşturma çabasında olmak.
2 – COVID 19 salgının bir tehlike olmaktan çıktığı konusunda kendi çıkarları doğrultusunda, algıya dayalı üretilmek istenen toplumsal rızaya karşı, bilimsel ve olgulara dayanan toplumsal itirazın ‘nasıl’ını tartışmak ve oluşturmak için çabalamak.
Tarif ettiğim şeyler, sadece tartışma konuları değil aynı zamanda mücadele noktaları…
Bu mücadelenin kimlerle, kime karşı olacağı sorusunun yanıtı, yukarıdaki soruların içinde var.
Bu mücadele; azalan kârlar, küçülen büyüme oranları, daralan ticaret hacmine önem verenlerle, toplumun en savunmasız kesiminin kitlesel olarak ölmelerini sorun edinenler arasında olacak.
Açıkçası; Mariano Shuster, Noam Chomsky, Yuval Noah Harari Zizek veya Jeremy Lent gibi çağdaş ve popüler Nostradamus’ların iyimser ya da kötümser kehanetlerinin mücadelenin asıl tartışılması gereken sorunlarının yanında pek fazla önemi yok.
Aksine biler ya da bilmeyerek hedef saptırmış oluyorlar.
Sol Dünya görüşünü, salgına karşı, hemen, şu an yapılması gereken gerçekçi ve hakçıl bir mücadelenin istemcisi olmaktan alıkoyup, ütopik ya da distopik idealler ya da vehimler için kafa yormalarına neden oluyorlar.
Emekçi uluslar, kendi devletlerinin yöneticilerinden, COVID 19 salgınına karşı eşit, adil, dayanışmacı ve saydam bir mücadele talep etmeliler.
Algılara yönelik değil gerçekçi bilgilendirme ışığında bir mücadeleyi ulusal kurumları (Devletin tüm Kurumsal Yapılarını, Sağlık Kuruluşları, Meslek Odaları, Belediyeler) işleterek, işlemeye zorlayarak doğru bir zemine oturmasının kavgasını vermek gerekiyor.
Evet doğru..! Bugünden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama nasıl olacağı bugün verilen ve hemen bu andan sonra verilecek olan mücadeleye bağlı.
Son soruya gelince…
Soru 3
Bu sorunun yanıtını, “Türkiye’de olup bitenler” konusundaki kendi tespitlerime göre vermek istiyorum.
Öncelikle; Türkiye’de iktidar, ne Kürt Meselesinde ne de demokrasi ve diğer tüm temel noktalarda öz nitelikleri ve üslendiği misyon bakımından değişmedi.
Bu yüzden sorudaki “özellikle son beş senedir– vurgulamasına temkinli yaklaşıyorum.
Bu iktidarın geçmişinde son 5 yıla kadar;
Oslo Görüşmeleri, Çözüm Süreçleri, Habur Çadır gösterileri, Şivan Perver’lerle birlikte söylenen “Megri Megri” türküleri, Akil Adamlar ve PYD komutanı Salih Müslim’in ayağına serilen kırmızı halılar var.
BOP eş başkanlığı var.
Nevruz’da Abdullah Öcalan’nın mektubunun okunması var.
Son 5 yıldan bu yana da;
Akil Adamların Oslo’da devlet güvencesinde görüşmeleri, eski bakanların DPI(*) ile yaptığı haber olarak açıkça ama içerik olarak gizli- görüşmeler, Osman Öcalan’la yapılan TRT programları, İstanbul’daki son yerel seçimlerde Öcalan’ın tavsiyelerinin basın açıklamaları var.
Son olarak Trump’ın: “Erdoğan’a Kürtler ile barışın dedim, başta kabul etmediler ama anlaştılar” şeklinde ifade ettiği inkâr edilmeyen haberler var.
Bütün bunlar yaşadıklarımız ve açık kaynaklardan bilgilendiğimiz olgular.
Olgular, günümüz üzerine kurulan denklemlerin parametreleridir. Denklemin sonucunu belirleyen unsurlardır. Yoktan var olmazlar, vardan da yok olmazlar.
Yok sayamazsınız.
Onun haricinde de devletin kurumsal yapısının kendini koruma refleksleri, bu refleksin arkasında geniş kesimler, Türk, Kürt, Laz, Çerkez ve birçok etnik kimlikten oluşan emekçi ulusun varlığı da bir başka olgu.
Bu refleks, yönetici erk tarafından egzajere edilerek, bir yandan bu tepkiler konsolide edilmeye çalışılırken, diğer yandan devletin kurumsal yapısının arkasındaki sahiplenici destek korozyona uğratılmak isteniyor.
Eğer Soru 3, bütün bu aktardıklarım dikkate alınmadan yanıtlanmaya kalkılırsa, ortaya; “Korona ve Kürt Meselesi” eksenli bir analiz baştan kabullenmiş olunur.
Ancak günümüzün gerçekçi analizinin ekseni “Korona ve Kürt Meselesi” değil.
O nedenle sorunun, “Bütün bu olup bitenler göz önüne alındığında…” diye başlayan, “Sol ne derece sorumluluklarını yerine getiriyor?” diye biten, asıl soru kısmını yanıtlarken, benim göz önüne alacağım, kendi tespit ettiğim, “olup bitenler” olacak.
Sol, özellikle Türkiye Solu, uzun süreden beri üzerine düşen sorumluluklarını yerine getiremiyor. Ötesi Türkiye Solu asıl sorumluluklarının ne olduğunun farkında değil.
Çünkü Türkiye Soluna sorumlulukları yanlış empoze ediliyor. Türkiye’nin Sol Mahallesinin, Mutant Solcular Bulvarında üretilen zehirli zırvalar Türkiye Solunun zihnini bulandırıyor.
Türkiye Solu; öteden beri, Kürt Meselesinin her ne şekilde olursa olsun çözülmesi gerektiği, şeklindeki bir zehirli zırvanın etkisi altında.
Bu; önce, “elbette Kürt Hareketi ile birlikte” ön kabulünü, ardından pratikte de Kürtçü Siyasete eklemlenmeyi ya da yörüngesine girmesini getiriyordu.
Bugün de; Covid 19 salgının her ne şekilde olursa olsun bitirilmesi gerektiği gibi, yeni bir zehirli zırva ile karşı karşıya getirilmek isteniyor.
Bu yeni zırvanın şöyle bir zehirli etkisi olacak.
Bu defa da Küresel Hegemonyanın ürettiği enformasyona ve toplumsal rızaya eklemlenmek gibi bir tehlike var.
Bu zehirli zırvalar sofistike teknikler, ezber ve tekrar yöntemiyle bilincine kazındığı için de Türkiye Solunda disleksi yaratıyor. Türkiye Solunun, Türkiye’nin Sorunlarını bir bütün olarak okuyamamasını getiriyor.
Türkiye Solu önce kendi ayaklarına basarak ayakta kalabilmeyi, Türkiye’nin sorunlarını doğru okumayı öğrenmelidir. Öncelikli, güncel ve süregelen sorunlara doğru bir ritimle mücadele etmeyi, ulusal ve küresel öncelikleri dengeli bir şekilde ele alabilmelidir.
Uzun süreden beri koptuğu sınıfsal mücadelenin bir parçası olmayı, anti kapitalist ve anti emperyalist mücadeleyi birlikte götürmeyi hedeflemelidir.
Türkiye Solu acilen ithal fastfoot ideolojilerle beslenmeyi bırakıp kendi ideolojisini üretmelidir.
Bunu yaparken de küresel fenomenlere değil, yerel, kolektif, birleşik aklımıza (ortak akıl değil) güvenmeliyiz.
Bu, küresel gelişmelere sağır kalmak anlamına gelmez. Aksine hemen her küresel gelişmenin ülkemize etkisini dikkate alarak, aynı zamanda bu etkileri dünya ile paylaşarak emekçi ulusların kardeşliğine katkıda bulunmak anlamına gelir.
Türkiye Solunun öncelikli ve güncel görevi; COVİD 19 salgınının Küresel Kapitalizmin çıkarları ve bekası doğrultusunda çözülmesinin, gizli açık Sürü Bağışıklığı yöntemlerinin uygulanmasını teşhir ederek önüne geçmek, doğru ve adil ve eşitlikli çözümü için dayanışma ve irade oluşturmalıdır.
ODTÜ’deki vişnelik toplantılarının İnternet Ortamında bir versiyonu, internet ortamının avantajlarından da yararlanarak daha geniş, daha işlevsel bir demokratik tartışma platformu, daha saydam bir yürütme anlayışıyla yeniden düzenlenebilir.
Haziran Hareketinin deneyimleri henüz belleklerden silinmemişken, aynı hataları tekrarlamama gibi avantajı kullanabilmek için fazla vakit kaybetmemek gerekir.
Selam ve teşekkürler.