Anadolu’da ezilen toplulukların başında gelen Alevilerin, sürekli mevcut iktidarların zulmünü yaşadıkları ve dolayısyla muhalif oldukları biliniyor. Osmanlı döneminde bir çok katliamlardan geçirildiler, yol, yolak olmayan dağlara sığınınıp, “gözlerden uzak”, tutunmaya çalıştılar yaşama. Cumhuriyete, bir kurtuluş olarak sığındılar, destek verdiler. Oysa cumhuriyet de, Hanefi mezhebi ağırlıklı, Sünni islam bir Türklük yaratmak için çalışmaları başlatmış, diyaneti kurmuştu bile. Önce Zilan, sonra Dersim. Devlet değişmiş, Aleviler için katliam değişmemişti.
60’lı yıllarda başlayan köyden kente göçle beraber, Aleviler de yavaş yavaş kentlere inmeye başladılar. 60’ların ortasından itibaren gelişen politik atmosfer, sol dalga, devletle başı hiç bir zaman hoş olmayan Aleviler arasında büyük taban buldu. Sola büyük bir yönelim oldu, Alevi gençleri tereddütsüz solun en militan kadroları oldular. 12 Eylül tırpan gibi biçince solu, Aleviler yine “kimsesiz” kaldılar. İşte bu çaresizlik, “kimsesizlik” içindeki Alevilere, 1990’lardan itibaren, biten soldan umudunu kesmiş kimi uyanıklar türedi ve yeni bir rant kapısı aralamaya başladılar. ALEVİLİK-CEM EVLERİ. “Sosyalist Blok” Sovyetler dağılmıştı. Dünya solu bir kriz yaşıyordu, meydan boştu. İşte Alevicilik simsarları için en uygun ortam oluşmuştu!
“Alevilik islam içinde mi, islam dışında mı?”, Alevilik ayrı bir din midir, inanç mıdır?”, Alevilik bir yaşam felsefesi mi?”, “Alevilik, Şaman Türk geleneğinden mi geliyor?”, “Zerdüştük ve Aleviliğin ilişkisi”, Ali Aleviliğin neresinde?”…..Alisiz Alevilikten, Marx’tan önce komünizmi Alevilerin keşfettiğine kadar, neler neler tartışılmadı ki? İslamın özü, merkezi olmaktan, çağdaş Alevilere, dervrimci Alevilikten, Ehli Beyt Aleviliğine, o kadar çekiştirildi, o kadar söndürüldü ki, sonunda paramparça edildi. Herkes kopardığı, elindeki parçayla tanımlar oldu Aleviliği. Artık herkesin dilediği gibi bir Aleviliği var!
İzzetin Doğan, Rıza Zelyut, Reha Çamuroğlu, İbrahim Yiğit simsarbaşı olarak öne çıkan ilk pazarlamacılardı. Ama onların ihalesi devletleydi. Bir de “solda” nema peşinde olanlar çıkacaktı.
1989’larda İngiltere’ye başlayan Alevi göçü ile beraber, R.Yörükoğlu (Nihat Özsekmen) “madeni” keşfetti, sol hareketinin merkezine Alevizmi koymaya başladı! Dalsız budaksız kalan İbrahim Seven’den, pusulasını kaybetmiş her türlü “sol”cuya, Alevilik cevherine bir yönelim başladı. İsmail Beşikçi, Demir Küçükaydın, Alisiz Alevilik Faik Bulut, (Dürüstlüğünden kuşku olmayan) Mehmet Bayrak….herkes ama herkes Alevilik üzerine mesai harcadı. Elinden geldiğince yol gösterdi!!! Aleviliğin tartışılmasında elbet de sakınca yok. İsmi geçen aydınların da, ihmal edilmiş bir konuda, işin sosyolojik, felsefi, teolojik, politik yünününe ilişkin elbet de düşüncelerini belirtebilir, önerilerini getirebilirler. Sorun, meselenin “fırsat”a dönüştürülmesi sorunu.
Burda, Aleviliğin tarihçesi, Anadolu ve Mezopotamya’daki Antik Yunan felsefesi dahil yaşamış kültürlerle etkileşimlerini; içiçe yaşadıkları Müslümanlık, Hristiyanlık hatta Yahudilikle birbirinden alıp verdikleri inanışlar, söylemle; ibadet ritüelleri, Cem, semah, saz ve müzik gibi konulara girmeyeceğim. Bunu konunun uzmanı ilgili kişiler yapıyor zaten! Ben daha çok, günümüzde iyice görülür hale gelmeye başlayan, bu kadim inancı, kadim halkı kullanarak, nasıl bir rant kapısı haline getirildiğini anlatmaya çalışacağım.
Aslında bu yeni bir mesele de değil. Özellikle 1961 Anayasasının sağladığı kısmi özgürlük koşullarında, sol da legal bir güç olarak faaliyete başlamıştı. Devlet, doğal refleksiyle her türlü zorluğu yaratıyordu solu engellemek için. Alevilerin doğal muhallifliğini hesaba katan devlet, zaman kaybetmeden, emekli askerlerin kontrolünde “Alevicilik” yapan Birlik Partisini kurdurttu 17 Ekim 1966’da. Kurucular kurulu, Emekli General Hasan Tahsin Berkman, Emekli Albay Salim Delşkanlı, Emekli Albay Hüseyin Eren, bazı avukatlar ve tabii ki Hacıbektaş-ı Veli’nin soyundan geldiğini söyleyen Ulusoy’lar ailesi… Atatürkçü, Türkçü, sol karşıtı bir programı olan bu parti, 12 Ekim 1969 seçimlerinde üçü Ulusoy’lar ailesinden, 8 milletvekili çıkardı. Kısa süre sonra 1970’de de, bu Ulusoy’lar ayrılıp Demirel’in Adalet Partisi’ne geçecekti. Bu “Alevi partisi”, alevilerin kitlesel olarak sol’la, TİP’le buluşmasını engelleme misyonunu tamamladıktan sonra, süreçle bitip gitmişti.
1960’ların sonunda öğrenci hareketi olarak gelişen sol dalga, özellikle 1970’lerin ortasından sonra; fabrikalara, meslek kuruluşlarına, köylere, okullara girmeye başladı ve kitlesellik kazandı. Aleviler bu gelişen sol dalganın hep ön saflarında oldular. 12 Eylül, sol için bir yıkım oldu. Sol kendini toparlamaya fırsat bulamadan, Marxizm’in ruhunu almamış “reel sosyalizmin”, Sovyetler Birliği ve blok içinde yer alan diğer ülkelerdeki rejimlerin çöküşü ile daha etkili bir darbe almış oldu Türkiye solu. Her türlü çıkarcılığın, bayağılığın, rantçılığın, fırsatçılığın önü açılmış, gerekli iklim mevcuttu artık bu kişiler için. İşte bu koşullarda, çeşit çeşit Alevi kuruluşları, Cemevleri oluşmaya başladı. Kapanın elinde kalıyor gibi, herkes bir rant kapısı yaratmaya başladı “uyanık” Aleviler tarafından. Kimi ekonomisini güçlendiriyor, kimi politik ikbal için kullanıyor, en “garibanı” bulunduğu bölgenin “saygın bilirkişisi” kimliğini kazanıyordu. Babadan oğula dedelik, pirlik yeniden hortlatıldı. Kurdukları Cemevleri, çatal başlı, kanlı Ali Kılıçlarıyla donatıldı, dizim dizim imam resimleriyle süslendi. Altın varaklarla, “Ya Allah, ya Muhammed, ya Ali” nakaratları asıldı baş köşelere. Öyle ya, Cemevleri ne birer kültür sanat kurumuydu, ne birer felsefe kulübü! Camiler Sünniler için hangi işlevi görüyorsa, Cemevleri de aynı işlevi Aleviler için görsün diye kurulmuşlardı.
Oysa Aleviler huzur istiyor, kirli hesapların öznesi olmak istemiyor. Her türlü kırımı yaşamış, her türlü baskıyı tadmış bu halk, kurulan Cemevlerinde “Dede, Pir, Seyid” adı altında kimseye biat etmek istemiyor. Birilerinin kirli hesapları olabilir, amaçlarına ulaşmak için bu topluluğu basamak olarak kullanmak isteyebilirler. Belki şimdilik, “hiç değilse cenazelerimizi göstereceğimiz bir mekan” olarak hoşgörü ve iyimserlikle bakılıyor olabilir. Ama, zamanla, nasıl camiler insanları bir kalıba sokuyorsa, Cemevlerinin de bu işlevi farkedildiğinde, bunların maskesi düşmüş olacak.
Eğer var olan kurumlar işlevsel kalınmak isteniyorsa, reformlara en açık inanç olan Alevilik, Cemevlerini her türlü dini doğmanın dışında, kültür, sanat evlerine dönüştürülebilinir. Başkanlıklar, en fazla iki dönemle sınırlandırılabilinir. Bababadan oğula, dedelik, pirlik vs her türlü çağdışı önderlik kurumları lağvedilebilinir.
Aleviler, her türlü devlet yönlendirmesi, baskısının olmadığı tam bir laiklik istiyor. Alevi kurumu olduğunu iddia eden bu oluşumlar, gerçek bir laiklik istiyorlarsa, Aleviliği siyasal hesapları için kullanmaktan vaz geçmeleri gerekiyor.