MARX: DEMOKRASİDEN SOSYALİZME*- Paul Raekstad-çeviri

Marx’ın demokratikleşme vizyonu, onun sosyalizme (komünizme) bağlılığının merkezinde yer alır; bu, sosyal yaşamımızın tüm yönlerini, üreticilerin kolektif özyönetimi veya kendi kendini yönetmesine tabi kılmaya dayanır.

 Marx zamanla radikal gerçek demokrasiden sosyalizme geçtiğinde görüşlerinde önemli değişimler olur ama bir şey değişmez: bu da emekçi halk tarafından bilinçli ve kolektif olarak kendi kendini yöneten geleceğin toplumuna olan bağlılığıdır.

 Alman İdeolojisi’nde, Marx ve Engels, modern evrensel ilişki, herkes tarafından kontrol edilmedikçe bireyler tarafından kontrol edilemez” diye yazarlar. Komünist Manifesto’da, “Sınıf farklılıklarının ortadan kalktığı ve tüm üretimin ortak bireylerin elinde yoğunlaştığı” geleceğin sosyalist toplumundan bahsederler. Ve Grundrisse’de Marx, “üretim araçlarının ortak mülkiyeti ve denetimi temelinde birleşmiş bireyler arasındaki serbest mübadele”ye dayanan sosyalizmden bahseder. Elbette Marx’ın sosyalizm anlayışında bundan daha fazlası vardır ve bu bağlılık onun demokrasiye olan daha önceki taahhüdünün çok ötesine geçer. 

Erken dönem Marx’ın radikal demokrasi kavramı, hem kapitalizmi hem de kapitalist devleti eleştirmek ve onların yerine geçmesine rehberlik etmek için tutarlı, zorlayıcı ve uzlaşmaz radikal bir yol sağlayabilir.

 Marx’ın demokrasiye veya demokratik cumhuriyetçiliğe, özgürlük ve eşitliğe, düşünce özgürlüğüne, basın, kanaat özgürlüğüne bağlılığı her döneminde var olmuştur. Onu daha sonraki “demokrasi” eleştirilerinden ayırt etmek gerekir. Bildiğimiz gibi, demokrasi, özellikle kendilerini “demokrat” olarak tanımlayan sosyal demokrat ve popülist politikacıların popülaritesinin bir sonucu olarak, yavaş yavaş modern temsili devletlerle ilişkilendirilmeye başlandı. Tam da Marx son yıllarında bu demokrasiyi eleştirir. Oy hakkı olan temsili devlet yapılarına atıfta bulunan “demokrasi” veya “burjuva demokrasisi” kavramlarını eleştirir.

 Marx’ın ilk yazıları boyunca yabancılaşmayı, insan özgürlüğünü engellemek için yükselen kapitalist toplumun bir eleştirisi olarak nasıl açıkladığını ve demokrasiyi bu özgürlüksüzlüğe bir çözüm olarak nasıl sunduğudur. Bunu yaparken, çağdaş radikal siyasetin faydalı bulması gereken radikal bir demokrasi kavramı üzerinde çalışır. Erken dönem Marx’ın demokrasi hakkındaki en kapsamlı tartışmasını, modern toplumun hastalıklarına yönelik eleştirel teşhisinin tedavisi olarak sunulduğu Hegel’in Devlet Doktrini üzerine not defterlerinde buluyoruz…

Son yıllarda, yalnızca tanıdık reformist ve liberal gruplar arasında değil, aynı zamanda çok daha radikal gruplar arasında da giderek daha fazla “demokrasi” çağrısı yapıldığını gördük. Arap Baharı, İşgal ve Meydan işgal Hareketlerinden Rojava’da Demokratik Konfederalizmi1 inşa etme çabalarına kadar hareketlerde ve örgütlerde radikal demokrasi çağrıları görülüyor. Bu, bir dizi önemli soruyu gündeme getiriyor. Bugün demokrasi ne anlama geliyor ve ne anlama geliyor? Liberal ve kapitalist olsun ya da olmasın, doğası gereği devletlere ve devletliğe bağlı mı? Eğer öyleyse, kapitalizmi eleştirmek ve onun yerine geçmesine rehberlik etmek için nasıl kullanılabilir? Bu makale, önemli ölçüde Marx’ın hem kapitalizme hem de modern devlete karşı olsa da radikal bir demokrat olduğu dönem boyunca sosyalist bir düşünüre dönüşmesini okuyarak demokrasiyi sosyalist bir perspektiften düşünmeye katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Marx’ın demokratikleşme taahhüdü, onun sosyalizme (komünizme) bağlılığının merkezinde yer alır; bu, sosyal yaşamımızın tüm yönlerini, katılımcıların kolektif özyönetimi veya kendi kendini yönetmesine tabi kılmaya dayanır.

Göreceğimiz gibi, bu vizyon evrenselcidir; cinsiyet, ırk, etnisite, din vb. arasında hiçbir ayrımı kabul etmez ve bütün konuşma, basın, örgütlenme ve inanç özgürlüklerini varsayar. Aynı zamanda hem kapitalizmin hem de devletin yerini alır ve insan özgürlüğünü gerçekleştirmek için yabancılaşmanın üstesinden gelir ve böylece insani gelişmeyi ve gelişmeyi büyük ölçüde artırır. Bu demokrasi kavramını, önceki bir Marx’ı daha sonraki bir Marx’a önemli bir anlamda ayrıcalık tanımadan yeniden inşa edebilir ve kullanabiliriz. Bu demokrasi kavramını yeniden ele almak, bizi daha sonraki Marx’ın herhangi bir görüşünü – onun sosyalizme bağlılığını, toplumsal devrim hakkındaki görüşlerini, ekonomisini vb. reddetmeye mecbur kılmaz. Bununla birlikte, bu “demokrasi” kavramını, terimi farklı şekilde kullanabilecek olan daha sonraki Marksist düşünceye geri okumamaya dikkat etmemiz gerektiği anlamına gelir. Aynı zamanda, onu, çok farklı bir anlamda, daha sonraki Marksist “demokrasi” eleştirilerinden ayırmaya da dikkat etmeliyiz. Bildiğimiz gibi, demokrasi, özellikle kendilerini “demokrat” olarak tanımlayan sosyal demokrat ve popülist politikacıların popülaritesinin bir sonucu olarak, yavaş yavaş modern temsili devletlerle ilişkilendirilmeye başlandı. Bu nedenle, sonraki Marksist gelenekteki birçok kişi, esas olarak genişletilmiş (mutlaka evrensel değil) oy hakkı olan temsili devlet yapılarına atıfta bulunan “demokrasi” veya “burjuva demokrasisi” kavramlarını eleştirir. Burada savunulan radikal Marksist demokrasi kavramına göre, bunlar tartışmasız demokrasi örnekleri değildir.

 ERKEN MARX’TA YABANCILAŞMAYA KARŞI DEMOKRASİ

Sıklıkla, sosyalist olmadan önceki Marx’ın esasen yalnızca hukuk, siyaset ve/veya devlet sorunlarına odaklanan ilerici bir liberal olduğu izlenimini ediniriz. Buna karşı, Marx’ın ilk mektuplarından, doktora tezinden, erken gazeteciliğinden ve daha radikal bir okumayı destekleyen daha pek çok kanıt var.

 Aslında, erken dönem Marx, sosyalist olmadan önce, Jonathan İsrail’in “Radikal Aydınlanma” olarak adlandırdığı doktrinlere genel olarak bağlı görünüyor. Bu gelenek, Marquis de Condorcet4, Denis Diderot (Marx’ın en sevdiği yazarlardan biri), Mary Wollstonecraft gibi düşünürleri içerir. van den Enden ve Spinoza’nın çalışmalarından kaynaklanır.

 Temel doktrinleri arasında maddenin tekçiliği ve atomism, demokrasiye veya demokratik cumhuriyetçiliğe bağlılık, özgürlük ve eşitliğe bağlılık, ifade özgürlüğü, basın, kanaat özgürlüğüne

bağlılık, onu daha sonraki Marksist “demokrasi” eleştirilerinden ayırt edilir. Bildiğimiz gibi, demokrasi, özellikle kendilerini “demokrat” olarak tanımlayan sosyal demokrat ve popülist politikacıların popülaritesinin bir sonucu olarak, yavaş yavaş modern temsili devletlerle ilişkilendirilmeye başlandı.

Bu nedenle, sonraki Marksist gelenekteki birçok kişi, esas olarak genişletilmiş (mutlaka evrensel değil) oy hakkı olan temsili devlet yapılarına atıfta bulunan “demokrasi” veya “burjuva demokrasisi”

kavramlarını eleştirir. Burada savunulan radikal Marksist demokrasi kavramına göre, bunlar tartışmasız demokrasi örnekleri değildir.

 ERKEN MARX’TA YABANCILAŞMAYA KARŞI DEMOKRASİ

Hemen hemen tüm bu unsurları erken Marx’ta görüyoruz ve bunlardan bazılarını bir sonrakibölümde tartışacağız. Elbette, Marx bu fikirleri eleştirmeden benimseyen biri değildi. Onun demokrasi vizyonu, ağırlıklı olarak Spinoza okumasına dayansa da, ekonominin demokratikleşmesini de dikkate almak için radikal aydınlanmanın demokratik cumhuriyetçiliğinin ötesine geçer, tabii ki onun bir sosyalist olmadan önce olduğuna dikkat edin. Bununla birlikte, radikal aydınlanma düşüncesinin erken Marx üzerindeki etkisi, onun siyasi düşüncesini ve faaliyetini anlamak için, liberal fikirlerin etkisine daha fazla ve hatta özel vurgu yapan daha geleneksel okumalardan daha iyi bir çerçeve sağlar. Bu, Hegel’in çalışması, Genç Hegelcilik ve liberalizmle ilişkilendirilen bazı fikirlerin erken Marx üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını iddia etmek değildir. Hiç şüphe yok ki, onun politik fikirlerini doğru bir şekilde anlamak için özellikle radikal aydınlanma ilkelerinin etkisinin de farkında olmamız gerektiğini vurgulamaktan başka bir şey değil. Bunun en önemli örneklerinden biri, Marx’ın ilk yazıları boyunca yabancılaşmayı, insan özgürlüğünü engellemek için yükselen kapitalist toplumun bir eleştirisi olarak nasıl sunduğu ve demokrasiyi bu özgürlüksüzlüğe bir çözüm olarak nasıl sunduğudur. Bunu yaparken, çağdaş radikal siyasetin faydalı bulması gereken radikal bir demokrasi kavramı üzerinde çalışıyor. Erken dönem Marx’ın demokrasi hakkındaki en kapsamlı tartışmasını, modern toplumun hastalıklarına yönelik eleştirel teşhisinin tedavisi olarak sunulduğu Eleştiri’nin Hegel’in Devlet Doktrini üzerine not defterlerinde buluyoruz: Yabancılaşma. Daha önceki toplumlar da yabancılaşmış olsa da6, modern toplumun ortaya çıkışı, toplumun farklı siyasi ve ekonomik alanlara bölünmesine – devlet ve sivil toplumun ayrılmasına7 – işaret ediyor. Bu ayrılma süreci, mutlak monarşiler altında başladı ve “siyasal yaşam ile sivil toplumu birbirinden ayırmayı başaran” Fransız Devrimi tarafından mükemmelleştirildi.

Bu süreç, yasal olarak tanınan ve siyasi olarak uygulanan feodal mülkler sistemini, hukuki tanınma veya siyasi yaptırımdan yoksun sosyal sınıflara dönüştürdü. Marx’a göre, ekonomik etkinliğin insan toplumsal yaşamının en önemli bileşenlerinden biri olduğunu hatırlayarak, siyasal eylemleriyle sivil toplumun içine düştüğü karakteristik kapitalist “atomizmin” neden “toplum”un “içerideki” topluluktan kaynaklandığını anlarız. Bireyin var olduğu, sivil toplum, devletten ayrılmıştır.

 Kapitalizmin politik durumunda, kişi “gerçek bireysel yaşamından yoksun bırakıldığı ve gerçek dışı bir evrensellikle dolu olduğu” hayali bir egemenliğin hayali üyesidir8. Bu evrensellik bir yanılsamadır, çünkü modern, ezici ölçüde monarşik, Marx’ın tartışmakta olduğu konuların büyük çoğunluğunu herhangi bir gerçek siyasi iktidardan dışladığını belirtir9. İnsanlar bu nedenle modern siyasi devletler altında yabancılaşırlar. Çünkü bu devletlerin kamusal meselelere ilişkin müzakerelerine ve karar alma süreçlerine anlamlı bir şekilde katılmazlar.

 Ancak Marx burada durmaz. Erken Marx için modern kapitalist ekonomi veya sivil toplum da yabancılaşmıştır. Bu ekonomik yabancılaşma analizi, erken dönem Marx’ı liberalizmden ayırır ve devraldığı radikal aydınlanma ve Genç Hegelci düşünce üzerinde önemli bir gelişmeye işaret eder.

 Erken dönem Marx, modern kapitalist toplumun “insanın nesnel özünü yalıttığını, ona tamamen dışsal ve maddi bir şeymiş gibi davrandığını” yazar;10 bu haliyle, “insanın içeriğini onun gerçek gerçekliği olarak ele almaz” İnsanın “içeriği” ile, Marx, insan toplumunun dışında bir şey olarak -belki de gerekli olduğu kadar- insan yaşamının günlük toplumsal üretim ve yeniden üretim süreçlerini kasteder. Önkoşullar, ancak gerçek politika söz konusu olduğunda biraz daha fazla. İnsan yaşamını ezici bir çoğunlukla neyin oluşturduğu açısından, üretim ve yeniden üretim süreçleri, özellikle ekonomik üretim süreçleri, bu kapitalist bilinç biçimlerinin yanlış yorumlama eğiliminde olduğu, insanların gerçek “içeriği”ni veya “nesnel özünü” oluşturan şeydir. Önemli olarak, Marx ayrıca şöyle yazar: Mükemmelleştirilmiş politik devlet, doğası gereği, insanın maddi yaşamının aksine türsel yaşamıdır. Bu egoist yaşamın tüm ön varsayımları, sivil toplumdaki devlet alanının dışında var olmaya devam ediyor… Siyasal devletin tam gelişme derecesine ulaştığı yerde insan, yalnızca zihninde, bilincinde değil, gerçekte de cennette ve yeryüzünde bir olmak üzere ikili bir yaşam sürdürür.

Kendisini komünal bir varlık olarak gördüğü siyasi toplulukta ve özel bir birey olarak aktif olduğu sivil toplumda yaşar, diğer insanları araç olarak görür, kendini bir araç haline getirir ve yabancı güçlerin oyuncağı haline gelir.11

Burada, erken dönem Marx’ın neden insanların sadece kapitalizmin politik durumu altında değil, aynı zamanda kapitalist ekonomide de yabancılaştığını düşündüğünü görüyoruz. Bunun iki nedeni var. İlk olarak, bir ekonomik alanı siyasi – veya herhangi bir başka bilinçli ve kolektif – denetimden çıkararak, bu alanın katılımcıları, ekonomik kamusal meseleler üzerinde herhangi bir anlamlı müzakere veya karar verme sürecinden dışlanır. İkinci olarak, kapitalist ekonomi yalnızca insanları birbirinden ayırmakla kalmaz – kolektif güçlenme biçimlerini yok eder ve kişinin başkalarıyla olan ilişkilerini yalnızca onları kendi bireysel amaçları için bir araç olarak kullanmaya indirger – aynı zamanda kişinin “yabancı güçlerin oyuncağı” haline gelmesi anlamına gelir12. Ekonomi, herhangi bir bilinçli ve kolektif örgütlenmenin denetimine tabi olmadığından ve insanları kendi kontrolleri dışında toplumsal olarak inşa edilmiş güçlere ve zorunluluklara tabi kıldığı için, ona tabi olanlar yabancılaşır. Bu, erken dönem Marx’ın demokrasi anlayışının herhangi bir basit demokratik cumhuriyetçiliğin ötesine geçmesinin bir nedenidir. Demokratik bir cumhuriyet, ekonomik ve politik alanlar arasında sürekli bir ayrım anlamına gelir, böylece yabancılaşmış bir ekonomik sistemi korur. Erken dönem Marx’a göre, kapitalizmin ve devletin yabancılaşmasının tedavisi demokrasidir.

 Marx ilk yazılarında der Staat’ın demokratikleştirilmesinden söz ederken, bunu Latince res publica, yani kamusal şey ya da kamu işleri anlamına gelen bir çeviri olarak kullanıyor. Hegel’in Devlet Doktrini’nin Eleştirisi’nde devleti bu şekilde tanımlamıştır ve burada devlet “genel kaygı meselesidir” ve “genel kaygı meseleleri” ile devleti kastediyoruz13. Bu itibarla, bu daha geniş kavram ile dar bir “siyasal devlet” kavramı arasında bir ayrım yapar.Bu, Marx’ın 1842’ de Ruge’a, planlı Hegel eleştirisi için res publica için yeterli bir Almanca çeviri bulamadığına ilişkin şikayetiyle daha da Desteklenir14. Onun erken dönem gazeteciliği boyunca terimi bu şekilde kullanması15. Bu önemlidir, çünkü yabancılaşmanın hem kapitalizmin hem de modern devletin eleştirisini sağlaması gibi, demokrasinin de her ikisinin de yabancılaşmasına bir çözüm önerdiği anlamına gelir16. O halde, kamu işlerini veya genel çıkarı ilgilendiren meseleleri nasıl demokratik yönetime tabi tutacağız? İlk olarak, Marx, “beraberlik ve karar, devletin gerçek bir endişe olarak etkin hale gelmesinin araçlarıdır” diye yazar. Bu nedenle, kamu işleri anlamında insanların devletin gerçek üyeleri olmaları, “onların toplumsal varoluşlarının zaten onların gerçek katılımlarını oluşturduğunu” ve “bir şeyin bilinçli parçası olmanın onun parçası olmak anlamına geldiğini” ifade eder. Ve onun içinde bilinçli olarak yer almaktır. 17

Marx, “bir demokraside anayasanın, hukukun, yani siyasal devletin kendisinin yalnızca halkın kendi kaderini tayin etmesi ve halkın belirli içeriği olduğunu” ekler18. Dolayısıyla demokrasi benzersizdir. İnsanları toplumsal sürecin “öznesi kılarak” insandan kaynaklanır ve devleti nesnelleşmiş insan olarak tasavvur eder.19 Hegel’in Devlet Doktrini’nin Eleştirisi’nde ortaya konan demokrasi anlayışı çok şey borçludur. Spinoza’nın daha önceki Tractatus Theologico-Politicus20 okumasına benzer ve her şeyden önce herkesin toplumun müzakere ve karar alma süreçlerine gerçek katılımına odaklanır.

Bu da, hem ekonomik hem de politik karar alma dahil olmak üzere, insan sosyal yaşamının tüm önemli yönlerini katılımcılarının tamamının kontrolüne tabi tutmayı gerektirir. Marx şöyle yazar: Yalnızca gerçek, bireysel insan, soyut yurttaşı kendi içine aldığında ve bireysel insan olarak ampirik yaşamında, bireysel çalışmasında ve bireysel ilişkilerinde bir tür-varlık haline geldiğinde, ancak insan, güçlerini tanıyıp örgütlediğinde, toplumsal güçler olarak, toplumsal gücün artık ondan siyasi güç biçiminde ayrılmaması için, ancak o zaman insanın kurtuluşu tamamlanacaktır.

Erken dönem Marx’ın demokrasi vizyonunu daha az radikal görüşlerden ayıran birkaç nokta vardır. Birincisi, demokrasi herhangi bir salt demokratik cumhuriyetçiliğin ötesine geçerek ekonomiyi de içine alır, böylece kapitalizmi karakterize eden ekonomik ve politik alanlar arasındaki karşıtlığın üstesinden gelir ve her ikisinden kaynaklanan çelişkili çıkarları ortadan kaldırır. Bu demokratik toplum ayrıca hiçbir yetişkin insanı dışlamaz, örn. ırk, cinsiyet, cinsellik, etnik köken, din veya başka herhangi bir şeye dayalı. Son olarak, demokrasi, insanın yabancılaşmasının stesinden gelerek, insanları kendi toplumsal varoluşlarının gerçek hükümdarları yapacak, telafi edici dini yanılsamalara olan ihtiyacı ortadan kaldıracak ve böylece bildiğimiz dinin sonunu getirecektir. Bu anlamda demokrasi, daha sonraki Marx’ın gelecekteki bir toplum vizyonunun merkezinde yer alır. Demokrasi, sosyalizmin özündedir ve bu gerçeği asla unutmamalıyız.

DEVAM EDECEK

*Socialist Register, 2018, çeviri

About Mehmet Tas

Check Also

BRICS Büyüyor, Onunla Neler Büyüyor?

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan ve kısa adı BRİCS olan ekonomik blok, …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com