Latin Amerika’da ilericiler seçim kazandıkça halk güçleri arasında sosyalist demokrasi tartışmaları giderek artıyor.
1970’li yıllara kadar, bu tartışmalar farklı yürütülmüştü. Ekim devriminden sonra onlarca yıl Sovyetlerin Konsey deneyimi ile temsili liberal sistem karşılaştırılarak sonuçlar çıkarmaya çalışılmıştı. Ancak Berlin Duvarının yılmasından sonra koşullar ve ona bağlı olarak tartışma perspektifleri değişti.
Geçen yüzyılın son çeyreğinde sosyalizmin demokratik ruhuna ilişkin ilk düşünceler filiz verdi. Sosyalist demokrasi projesinin sacayaklarını arayan Ralph Miliband, Nicos Poulantzas veya Ernest Mandel gibi çeşitli Marksist teorisyenler ilk katkılarını sundular. Araştırmacılar projenin esasını oluşturan, temsili, katılımcı, çoğulcu ve çok partili karakterini vurguladılar. Bu demokratik vizyon neoliberalizmin yükselişi ve SSCB’nin çöküşü sırasında ilgi görmedi. Ancak şu anda özellikle Latin Amerika’da etkisini yeniden hissettirmeye başladı.
1999’da Hugo Chavez’in seçimle iktidara gelmesiyle Venezüella’nın öncülük ettiği Latin Amerika’daki Birinci İlerici dalgayla sosyalist demokrasi projesi yeniden gündeme geldi. 21. Yüzyılın ikinci on yılında sol seçimleri kaybetti, otoriter rejimlerde yükseliş oldu. Fakat 2018’den sonra Meksika, Şili, Kolombiya, Bolivya ve diğer ülkelerde solun seçimlerdeki başarıları hızla artınca İkinci İlerici dalganın kapısını araladı ve sosyalist demokrasi eskisinden daha sık tartışılır oldu.
Üç bölüm halinde yayınladığımız 21. Yüzyılın Sosyalist Demokrasisi makalesi demokrasi tartışmalarına yeni açılımlar getiriyor. Yazar Marksist düşünürlerin geçmişteki tartışmalarına geniş bir projeksiyon tutuyor, bu yüzden uzundur. Daha anlaşılır hale getirmek amacıyla belirtilen teorik fikirleri kısa notlar halinde özetledim ve bazı bölümlerine az da olsa eklemeler yaptım.
Demokrasi ve sosyalizm tek bir yoldur.
Sosyalizm, kapitalizmin ortadan kaldırılmasına ve üretim araçlarının kolektif mülkiyetinin genişletilmesine dayanan, eşitlikçi bir toplum inşa etmeyi amaçlar. Bu süreç ancak, emekçi sınıfların kendi öz mücadeleleriyle kurduğu iktidarla, kendi kendilerini yönettiği, kendi kaderlerini belirlediği gerçek demokrasiyle mümkündür. Sosyalizm, sömürüden uzak sosyal eşitliği yaratırken aslında gerçek demokrasinin kimyasını oluşturur. Böylece her ikisini var eden eşitlik ideali maddi bir güce dönüşür.
Sosyalist dönüşümler, temel hakları (eğitim, sağlık, gıda, temel gelir) piyasa kurallarından çıkararak yaşam standartlarını iyileştirir ve eşitsizliği büyük ölçüde azaltır. Sosyalist devrimin kapitalist sömürü ilişkilerine son vermesi ve üretim sürecinin kademeli olarak sosyalleşmesi emekçi insanları eşit vatandaşlar konumuna getirir. Gerçekleşen sosyal eşitlik özgür irade üzerindeki sınıfsal baskıyı bitirir ve tam demokrasinin alt yapısı hazırlar.
Demokrasi olmadan sosyalizm kurulamaz
Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’da kaydedilen çöküş, sosyalizmin demokrasi olmadan inşa edilemeyeceğini doğrulamaktadır. Sosyalist bir programı totaliter bir rejimle inşa etmenin tutarsızlığını açıkça ortaya konmalıdır. Tam demokrasi bayrağı sosyalizm için hayati öneme sahiptir.
Devrimin demokratikleşmesi, demokrasinin devrimcileştirilmesi
Devrim, sosyalist demokrasinin oluşumunda, eşsiz ve büyülü olmasa da önemli bir momenti oluşturur. Terim kötüye kullanılmadan, içeriği bozulmadan ciddiyetle devrim demokratikleştirildiğinde demokrasinin kendisi de devrimcileşir.
Demokraside sınıfsal içerik
Yüzyıllar boyunca demokrasinin farklı yorumları yapıldı. Sınıfların üstesinden gelinmesine, tek bir sınıfın egemenliğine veya bir sosyal grubun diğerini tahakküm altına alınmasına dayanan rejimlerle ilişkilendirildi………
Bugüne kadar, demokrasinin sınıflı ve sınıfsız üç ayrı yorumu vardır. Ütopyacı sınıfsız demokrasi, J. Jack Rouseaou’cu sınıfsız demokrasi ve Üçüncü yaklaşım, on dokuzuncu yüzyılın ortalarından itibaren nüfus sayımına genel oy hakkını destekleyen klasik liberalizm tarafından gündeme getirilen liberal temsili demokrasi. Bu varyant, belirgin sınıf karakterini ve baskıcı sınıfların ayrıcalıklarını garanti etme amacını hiçbir zaman gizlemedi…….
Demokrasinin sınıf temeli, eşitlikçi tezlerde ve eşitsizliği sürdürme projelerinde mevcuttur…… Post Marksistlerin “Demokrasiyi radikalleştirme” projesini çevreleyen büyük belirsizlik bulutu, onun sınıf tanımının eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşım eşitliği teşvik eder, ancak sömürüyü unutur ….bazı sosyalist sonuçlar önerir, ancak kapitalizmden bir kopuşu reddeder.
Sosyalizme geçişin siyasi modeli ve zor kullanımı
Deneyimler, sermayenin despotizmini tersine çevirebilmek için güçlü halk tepkilerine başvurmanın zorunlu olacağını göstermektedir. Ancak bu doğrulama, sosyalist bir geçişin siyasi modelini belirlemez…..Geçiş sürecinde yasalarla belirlenen kurallar yoksa despotizme yol açılır. Bu tehlikeden kaçınmak için, gücün güçlü ve kontrollü kullanımını, yeni toplumun eşitlikçi hedefleri etrafında fikir birliğini ifade eden prosedürlerle uzlaştırmak gerekir…………….
Toplumsal devrimci dönüşümleri sürdürebilmek için zor kullanılmanın sosyalizme özgü olmadığı, bütün devrimlerin normu olduğu çoğu zaman unutulur.
Tam demokrasi anti-kapitalist sıçramayı, bir devrimci kırılmayı gerektirecektir. Ancak tartışma, sosyalist politik sistemin doğası etrafında dönüyor. Gericiliğe karşı zor kullanmak ve sosyalizmin demokratik rejimini korumak iki farklı sorun ancak özdeş değildirler. Şu anda hangi durumlarda güç kullanılabileceği ve özlenen demokratik sosyalist rejimin operasyonel siyasi yapısını netleştirmek önemlidir.
Sosyalist demokrasi çok partililiği gerektirir
Kapitalizmden sosyalizme geçişi tek partiyle özdeşleştirmek de yanlıştır. Çünkü öncü de olsa tek örgüt halkların siyasal heterojenliğini kucaklayamaz.
Tek partililiğin bazı çarpıklıkları, Bolşevik deneyiminin suistimal edilerek genelleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. İlk sosyalist devrimin tekil oluşu hatalarını görmemezlikten gelen tekrarlara yol açtı. Tek partili bir sistem yaratma fikri, 1917’ye kadar Lenin’in düşüncelerinde asla yer almadı.
Çok partililik, ezen sınıflarla en sert çatışma dönemlerinde uygulanması çok karmaşık olmasına rağmen, sosyalist demokrasinin temel bir ilkesidir. Tarih, bu azınlıkların direnişinin ne kadar acımasız olduğunu gösteriyor. ….otoriterlikle, diktatörlük rejimleriyle orta vadede halkın desteği korunamaz…… Anti-kapitalist bir dönüşümün en büyük zorluğu, sosyalist demokrasiyi mükemmelleştirirken kapitalist komplolarla yüzleşmektir.
Sosyalist demokrasi vatandaşlık haklarına dayanır
Kapitalizm kendisinden önceki sosyo ekonomik yapılardan farklı olarak sömürülen özgür vatandaşlar yarattı. Tarihsel olarak ilerici kabul edilen bireysel politik özgürlükler; oy hakkı, siyasi haklar, temsiliyet, kanun önünde eşitlik, bağımsız adalet, kuvvetler ayrılığı gibi. Sosyalist demokrasi bütün bu hakları sorgulayarak, sınıf karakterlerinden arındırarak sosyal haklarla birleştirip vatandaşa sunabilmelidir.
Sovyet Konseyleri ve sosyalist kuruculuk için yeni örgüt yapıları
İşçi sınıfını küresel ölçekte yeniden şekillendiren fabrikanın yer değiştirmesinin bir sonucu olarak, teritoryal-komünal modelin gelecekte Sovyetler türü konseylerden üstün olabileceği tahmin ediliyor. Ancak tarih, bu örgütlerin yalnızca anti-kapitalist bir dönüşümün gerçekleştirme ihtiyacından doğduklarını doğruladı, ancak sosyalist bir toplum inşa etmedeki avantajlarına dair hiçbir işaret yok.
Rus devrimi deneyiminden çıkan konseylerin işçi sınıfını yönetim erkine yerleştirdiği vurgulanıyor, ancak 1917’nin özel koşullarının, sosyalist stratejinin değişmez bir ilkesi olamadığı unutuluyor. Bolşevik devrimi, savaşla sarsılan ve yüzyıllarca otokrasi tarafından parçalanan geri bir emperyal ülkede, kararsız köylü yığınları karşısında işçi sınıfının hegemonyasını talep etti. Aynı durum diğer devrimci süreçlerde görülmedi. Çin’de köylüler daha aktifti, Vietnam’da uzun süreli ulusal kurtuluş savaşlarda yer aldı veya Küba’da anti-emperyalist direnişin merkez üssüydü.
Toplumsal hareketlerin demokratik geleneği
Marx ve Engels Paris Komünündeki doğrudan demokrasiyi, İngiltere’deki evrensel oy hakkını ve Almanya’daki parlamenter mücadeleden kaynaklanan dolaylı temsil yöntemlerini dikkatle gözlemlediler. Olayların gerçek sürecini yakından izlediler ve o tarihte mevcut olan toplumsal hareketlerle, Çartistler, Komünarlar, Sosyal Demokratlarla yakın ilişki içindeydiler.
Sosyalist demokrasi ve Latin Amerika
Tam demokrasi, sosyalizmde mümkündür ve herhangi bir ön yargı veya çekince olmaksızın talep edilmelidir. Yeni toplumun inşası artık maddi kaynakların sınırlamalarıyla karşı karşıya değildir. Mevcut engel, eşitliğe müsamaha göstermeyen sömürü, rekabet ve menfaat sisteminin kendidisidir. Sosyalist demokrasi bu sisteme karşı bir seçenektir ve onun Latin Amerika’daki tartışması, zamanımızın en verimli ve heyecan verici tartışmalardan biridir.
Sosyalist bir demokrasinin inşası, çeşitli çağdaş deneyimlerin kısmi yönlerini bütünleştirmek zorunda kalacaktır. Anayasacılığın bazı unsurlarını, katılımcı demokrasiyi doğrudan demokrasiyi kaynaştırarak, konseyci pratiklerin zorluklarını özümseyerek belirli bir düzeye gelecektir. Ancak kapitalizmin ortadan kaldırılmasına odaklanan bir projenin öznesinin ezilenler olduğu gerçeğini asla gözden kaçırmamalı.
Sosyalist demokrasinin diyalektik mantığı
Sosyalist demokrasi projesi kapitalizm koşullarında gerçekleştirilemez, bu sistemin aşılmasıyla da otomatik olarak inşa edilemez. Yeni demokratik rejim, yenilikleri tarihsel deneyimlerle birleştirmek zorunda kalacak ve doğrudan ve dolaylı demokrasinin farklı mekanizmalarını birbirine bağlayacak.
Geleceğin sosyalist demokrasisinin çelişkili ve gerilim dolu bir sistem olacağını kabul etmek de önemlidir. Büyük değişim, çatışmaların yokluğunda değil, diyalektik işlerliğinde doğrulanacaktır.