“NANKİNG TECAVÜZÜ”
YAZAR: Ayşe Hür
TARİHTEN TRAJİK BİR SAYFA
İki hafta önce 8 Temmuz 2022’de öldürülen sabık Japon Başbakanı Abe Shinzo, Japonların 1930’lu ve 1940’lu yıllarda işgal ettikleri Güneydoğu Asya ülkelerinde Japon askerlerini ‘rahatlatmak’ için bazı kaynaklara 400 bin,ama genel olarak kabul edildiği üzere 200 bin kadını resmi seks kölesi olarak istihdam ettikleri gerçeğini “literatüre uygun olmayan tarzda özürlerle” atlatmaya çalışanlardan biriydi. Japonların söz konusu yıllarda resmi olarak”seksüel rahatlama işletmesi”, günlük dilde “umumi tuvalet” olarak adlandırdıkları yerlerde çalıştırdıkları bu kadınları Malezya, Timor, Macau, Filipinler, Endonezya, Tayvan, Çin ve Kore gibi ülkelerden toplandığı biliniyor.
Tokyo Mahkemeleri
Bu talihsiz kadınların ancak %10’u sağ kaldı, çünkü bir kısmı daha o yıllarda, işkencelerle öldürüldüler. Hayatta kalanlar ise yaşadıkları utanca fazla dayanamadı ve erken yaşlarında hayata veda etti. Buna karşılık, İkinci Dünya Savaşı sonrasında (Mayıs 1948-Ekim l948) Japonya’nın savaş suçlarını yargılayan Tokyo Mahkemesi’nde cinsel şiddet ve tecavüz ‘insanlık dışı muamele’, ‘kötü muamele’, ‘ailenin şeref ve haysiyetini korumamama’ gibi nispeten hafif suçlamalarla geçiştirildi. Sadece 14. Ordu Kumandanı General Yamashita, görevi sırasında tecavüzler olduğu için ceza aldı.
Bu trajedi, o yıllarda bölgede Uluslararası Güvenli Bölge Sorumlusu olarak çalışan ve birçok esiri kurtararak, bir nevi Oscar Schindler rolü oynayan John Rabe adlı Nazi iş adamıyla Winnie Vautrin adlı bir Amerikalı kadının günlükleri sayesinde biliniyordu. Vautrin 1941’de intihar etmişti. Günlükler ortaya çıkmadan Nazi Partisi’nden ihraç edilen Rabe ise 1950’de yoksulluk içinde ölmüştü.
Iris Chang’ın yürekli kitabı
“Olay biliniyordu” dedim ama aslında o tarihten sonra fazla üzerinde de durulmamıştı. Bu suskunluğu bozan Çin asıllı Amerikalı yazar Iris Chang’ın 1997’de yayımlanan Nanking Tecavüzü (The Rape of Nanking) adlı kitabı oldu. Sadece 13 Aralık 1937’de itibaren altı hafta süren ve 300 bin cana mal olan Nanking katliamından değil, Japonların kurduğu çalışma kamplarından, savaş esirlerine yapılan kötü muamelelerden, biyolojik ve kimyasal silah deneylerinden de bahseden kitap zamanında büyük bir gürültü koparmıştı. Ama asıl şaşkınlık yaratan böyle bir barbarlığın 60 yıl boyunca tarihin karanlık köşelerinde kalması idi.
Suskunluğu nedenleri
Batı’nın Japonya’nın savaş suçları karşısındaki uzun süren sessizliği Soğuk Savaş döneminde Maocu Çin’e karşı Batı’nın en önemli müttefiklerinden olan “Japonya’nın küstürülmemesi” politikasına bağlanırken, Çin’in sessizliği, dünya politik sahnesinde yer almak için Japonya tarafından tanınmaya odaklanmış olması ve Japonya ile ekonomik ilişkilerin Çin’in refahı açısından hayati öneme sahip olması ile açıklandı.
Suç ve ayıp toplumları teorisi
Acaba bu utanç verici sessizlik, sadece tarihsel ya da politik nedenlerle açıklanabilir miydi? Bu konularda ufuk açıcı bir yaklaşımın sahibi olan Antropolog Ruth Benedict’e göre (yazarın bu konuya dair kitabı Kılıç ve Krizantem Türkçeye çevrildi) Batılılarla Japonların ve Çinlilerin tavır farklılığının ardında kültürel nedenler de olabilirdi.
Benedict, dünya toplumlarını kabaca “suç” ve “ayıp” kültürleri diye ikiye ayırıyor. Birinci gruba Hıristiyan ve Musevi kültüründen gelen Batı toplumlarını, ikincilere ise Müslüman, Budacı, vb. Doğu toplumlarını örnek veren Benedict’e göre, “suç kültürleri” özerk, insan haklarına, bağımsızlığa, kendi kaderini tayin etme hakkına ve özgürlüğe saygılı topluluklar. Benedict, “Bu kültürlerin üyesi için, toplumun baskısı değil, insanın iç sesi önemlidir, bu iç ses ne kadar alçak olursa olsun, onu her zaman duyar. Eğer bir hata yaptıysa, kimsenin onu uyarmasına gerek olmadan ‘ben günah işledim’, ‘ben yanlış yaptım’ der ve bunu affettirmenin yolunu arar” diye devam ediyor. Benedict açıkça söylemiyor ama bunun Hıristiyanlıktaki “ilk günah” (Orijinal Sin) kavramı ile ilişkisi olması muhtemel.
Benedict’e göre “ayıp kültürler’ inde ise, kişinin doğru ve yanlışa ilişkin yargıları dışsal faktörlerle belirleniyor. Örneğin bir Japon için, kişisel özerklik, bağımsızlık, özgürlük değil, boyun eğmek, sadakat, başkalarının beklentilerini karşılamak, mütekabiliyet, aidiyet ve sosyal sorumluluklar daha önemli. Bu yüzden kişi sosyal çevre tarafından reddedilme, alaya alınma, ayıplanma korkusu içinde yaşar. Kişi eğer bir yanlışlık yaptıysa, tek umudu bunun başkaları tarafından fark edilmemesidir. Nitekim biri onu ayıplayıncaya kadar kabahatine rağmen, ‘onurlu biçimde’ yaşamaya devam eder. Ayıbı ortaya çıkınca da harakiri yapar…
Gerçi daha sonra bazı bilim adamları Doğu ve Batı toplumları arasında böyle kesin ayrımlar yapmanın kolay olmadığını gösterdi ama Benedict’in kavramsallaştırması tümüyle geçersiz kılınmadı.
Japonya’nın başarısız özür politikaları
Nitekim 1998’de bir Japon mahkemesi Çinli kadınlara tazminat ödenmesini, “savaş döneminde bütün kadınların acı çektiğinden” bahisle reddetmişti. Ancak sonunda hem mağdurların ülkelerinin hem de insan hakları örgütlerinin çabalarıyla Japonya yarım ağızla da olsa özür diledi. Nihayet Japonya 1994’te Asya Kadınlar Vakfı’na 800 milyon dolar tazminat ödedi. Ancak o günden beri pek çok Japon siyasetçi hatta tarihçi bu trajediyi hafifletecek, meşrulaştıracak (‘sayı 10 bini aşmaz’ veya ‘kadınların hepsi gönüllü çalışmıştı’ türünden) açıklamalar yaptı. Nanking Tecavüzü ‘nün yazarı Iris Chang’ın 9 Kasım 2004’de, henüz 36 yaşında iken tabanca ile intihar etmesinde bipolar olması kadar, 1997’den beri her düzeyden Japon milliyetçisinin, militaristinin baskıları, dışlamaları ve hakaretlerinin rolü olduğu iddia edildi. Elbette bu talihsiz kadınların ülkelerinin milliyetçileri de “ulusal gururları” incineceği için bu açık sözlülüğü yerden yere vurmuştu.
İşte Abe Shinzo da bu acı gerçeğin mümkün olduğunca perdelenmesinden yana olan “revizyonist” politikacılardandı. Yıllar içinde bu konuya dair tutumu büyük dalgalanmalar geçiren Abe 1993’te “bu kadınların seksüel açıdan istismar edildiğine dair kanıt yok” dedi, 2014’te 15 bakanıyla 35 bin üyesi olduğu söylenen Nippon Kaigi adlı revizyonist tarihçi lobiye katıldı, 2016’da BB olarak “bu konuda bir özür mektubu yayımlamaya niyeti olmadığını” açıkladı. Bir takipçimin sözleriyle “Başbakanlığı döneminde uyduruk yasaları, uyduruk vizeler ve uyduruk iltica süreci adı altında ülkedeki yabancıları fiili köleleştirme ve sömürme amacıyla; ayrımcı politikalarla ve sinsice hazırlanmış yasal düzenlemeleri yürürlüğe koyan” Abe, en çok da Japon Anayasası’nın Japonya’nın savaşa girmesini engelleyen 9. maddesini (Müttefikler tarafından 1947’de eklenmişti) değiştirmeye çalıştı, neyse ki bunu başaramadı. Müteveffayı böyle biliriz.
* Bu yazı, Abe Shinzo’nun bir suikastle öldürülmesini meşrulaştırmak amacıyla kaleme alınmadı. Ölüm olayı, sadece güncel olanla tarihsel olan arasında bağ kurmak için bahane oldu.