İklim bilimcileri yaptıkları araştırmalarda orduların ve özellikle ABD ordusunun kullandığı fosil enerji, malzemeler, silahlar ve sürdürmekte oldukları bölgesel savaşlar çevre üzerinde derin etkiler oluşturduğunu ortaya çıkarıyorlar. Onlara göre, yalnızca 2017’de ABD ordusu günde yaklaşık 269.230 varil petrol satın aldı ve aynı yılda Hava Kuvvetleri 4,9 milyar dolar değerinde yakıt ve Deniz Kuvvetleri 2,8 milyar dolar harcadı.
Hava Kuvvetleri, ABD Donanması’nın neredeyse iki katıdır, açık ara ile en büyük sera gazı yayıcısıdır. Kirletici yakıt türlerinin kullanılmasına ek olarak, hava ve deniz Kuvvetleri aynı zamanda en büyük fosil yakıt alıcılarıdır. Fosil yakıtlara bağımlılığı yüzünden bölgesel savaşları sürdürüyor ve askeri varlığını korumaya çalışıyor.
Hidrokarbon bazlı yakıtları en fazla satın alan ABD ordusu, kullandığı yakıtlarla üslerin gereksinimini karşılayabilmesi için küresel petrol pazarında güçlü bir aktör olmak zorunda.
Dünyadaki ısı artışını durdurmanın yolu, savaşları durdurmak ve ABD dahil dünyadaki askeri-militarist kompleksleri kapatmaktır. Böylesi bir politika uygulanabilirse, emisyonları azaltmada önemli bir etki yaratabilir ve aynı zamanda ABD askeri operasyonlarına entegre yeni hidrokarbon altyapıyı geliştirmede caydırıcı da olabilir.
ABD ordusunun fosil yakıtlara bağımlılığı yakın zamanda değişmesi olası görünmüyor. Dolayısıyla askeri uçak ve savaş gemilerinin yaşam döngüleri önümüzdeki yıllarda bu enerjiye kilitlenecek.
Ordular, en büyük çevre kirleticisidir
Ordular yoktan yaratılmaz. Ordular savaş için hazırlanıyor, silahlandırılıyor ve korunuyorlar. Günlük varlıkları bile tek başına çevresel tahribata yol açıyor. Barışa hazırlık ve savaş sonrası yeniden yapılanma gibi savaş öncesi ve sonrası aşamalar, savaşın kendisi kadar şiddetli ve korkunç olmasa da, büyük çevresel etkiler yaratmaktadır.
Ordular, kullandıkları yakıtlarla emisyon ve kirlilik oluşturuyor. Norveç örneğinde olduğu gibi emisyonlarının yarısını askeri birlikler oluşturuyor. Buna, son derece zehirli olan atık, ağır metaller, patlayıcılar gibi muhimmatlar veya lojistiğin, inşaat, silah üretimi gibi militarist faaliyetler eklenebilir.
Ukrayna savaşı iklim krizini, silahlı kuvvetlerin yarattığı kirliliği ve çevre barışı sorunlarını daha da güncelleştirdi. ABD ordusunun iklim felaketindeki sorumluluğu diğerlerinden çok daha fazladır, ve asıl sorumlu ordusudur. ABD Savunma Bakanlığı, dünyanın en büyük bütçesine sahip ve enerji ve petrol tüketicisidir. 2001 ve 2017 yılları arasında, yılda 257 milyon otomobilin emisyonuna eşdeğer olan 1.220 milyon ton sera gazı emisyonundan sorumluydu. Yıllık elektrik tüketimi, örneğin İsviçre’nin (2017) emisyonlarından 1 milyon ton daha fazla olan 4,1 milyon ton sera gazı oluşturmaktadır.
Bölgesel Savaşların Çevre üzerindeki yıkıcı etkileri
ABD ordusunun bu haliyle korunması çevre kirlliğine büyük çapta etki yaratırken sürdürdüğü bölgesel savaşlar kaynakları azalan ve iklim değişikliği ile boğuşan dünyamızın doğa barışını tehdit eden ana unsurlardan biridir.
Devam etmekte olan Ukrayna savaşı ve daha önceki Irak, Afganistan, Suriya ve Libya’daki savaşlar var olan kaynakları yok etmekle kamadı onların yeniden üretilmesiyle çevresel kirliliği geri dönülemez bir noktaya taşıdı. Evet, fosil yakıtlardan (petrol, gaz) bakır, lityum, fosfor, az bulunan toprak elementleri ve yarı iletkenler de dahil kıt olan pek çok kaynağın veya ekonominin dayandığı altın ve gümüş gibi değerli metallerin çıkarılması çevresel ve sosyal etkilere neden olmaktadır. Bunlar ekosistemleri bozuyor ve gezegenin sürdürülebilirliğini tartışılır hale gatiriyor.
Nükleer savaş potansiyeli taşıyan bölgesel savaşlar yukardaki ekonomik faaliyetlere daha fazla mantıksızlık katmaktadır. Yemen ve Suriye’deki hala çözülmemiş su ve kuraklık sorunlarına Sudan, Libya, Irak ve Afganistan’daki çok uzak olmayan felaketleri de eklemek gerekiyor. Ya da benzer bombalamaların devam ettiği Filistin’deki gibi Gezegen için yıkıcı sonuçlar doğurduğunu görebiliyoruz.
Birinci Irak savaşında Kuveyt’te 700 kuyu, tahminen 11 milyon varil petrol yandı. Petrolün bu kadar değerli olduğu bir gezegende bu olabilir mi? Bu felaketin iklim üzerindeki etkisi neydi? Kuveyt ve çevresindeki halkların bir kısmı duman nedeniyle 1.200 kilometreden fazla yol kat etti, bir kısmı da 10 ay karanlıkta yaşadı ve dumanı solumak zrunda kaldı.
Suriye’deki savaş gibi, 11 yıldan fazla bir süredir devam etmesine ve bitmemesine rağmen önemini yitirdi. Bu durumda Suriye’nin yarı çöl özelliği ve az su kaynağı nedeniyle iklim etkilerine karşı en savunmasız ülkelerden biri olduğunu unutmamalıyız. Toprağın ve suyun savaşla kirlenmesi, ekosistemlerin yok olması nedeniyle, artık savaş bittiğinde, iklim faktörlerinin etkilerine ek olarak, bölgede yaşamın pratik olarak eskisi gibi olmayacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Unutmayalım ki çevresel etkisi en fazla olan malzemelerden biri de tüm altyapılarda kullanılan çimento ve betondur. Hem çimentonun hem de ferrayan demirin işlenmesi yüksek sıcaklıklar gerektirir ve bu nedenle sera gazı olarak kabul edilir. Diğer bir unsur, sera gazı içeren kum ve çakıldır.
Bütün bunların dışında ayrıca nükleer silahlar ve onların yol açacağı bir nükleer savaş uzun yıllardan sonra ilk defa gündeme geldi.
İki Yönlü Yok Oluş; Nükleer Savaş Ve İklim Değişikliği
Büyük veya küçük bir nükleer silah kullanımı farklı ülkelerin halkları üzerindeki yıkıcı olacak ve etkisi nesiller boyu sürecek. Ama şüphesiz çevre üzerindeki etkisi korkunç olacak, Çernobil faciasında olduğu gibi tüm çabalara rağmen kontrol altına almak imkansız olacak.
Ukrayna savaşı nükleer paniği yeniden başlattı ve Rusya’nın buna neden olduğu söyleniyor. ABD-NATO ve AB’deki militarist kliğin iddialarının tersine Rusya ile sınırlı olmadığı açık. Tüm santrallerde üretilen nükleer enerji bu riski taşıyor. Dünyanın herhangi bir eyaletinde yaşıyorsanız benzer tehlikeyle karşı karşıyasınız.
Bugüne kadar ABD ve NATO kullandığı seyreltilmiş uranyumdan üretilen bombaların kullanımı ve yarattığı yıkımı hatırlamak önemlidie. ABD, sadece 1945’te Japonya’da değil, 1991 ve 2003’te Irak’ta, 2000’de Sırbistan’da ve 2015’te Suriye’de nükleer bomba kullandı.
Aslında, Ukrayna’nın işgali, 24 Mart 2000’de Sırbistan’ın bombalanmasının yıl dönümüne denk geldi. Sırbistan’ın NATO tarafından bombalanması Ukrayna için bir örnek oluşturduğu ileri sürülüyor. NATO’nun 1999’da Yugoslavya’ya karşı kullandığı seyreltilmiş uranyum, atom enerjisi santrallerinde yakıt üretirken ortaya çıkan bir yan üründür. Uranyumu kullanmak “gezegen ölçeğinde bir çevre katliamı” olduğu bilinir. 170 nükleer bombaya eşdeğer 15 tonluk seyreltilmiş uranyumu NATO, Sırbistan’a attığı tahmin ediliyor.
Ayrıca, Irak NATO’nun saldırıları sırasında radyoaktif bombardımanın altında kalmıştı. Bağdat’taki su, sereltilmiş uranyum bombalarından yayılan radyasyonla kirlendi” . 2003 yılında Irak’ta 10.000 seyreltilmiş uranyum mermisini kullanıldı, 350 farklı bölge kirlendi. Irak’taki İki savaşta (1991 ve 2003), 1.200 ton atıldı. Şu anda Iraklılar, her yıl 7.000 ila 8.000 meme, akciğer, lenfoma ve lösemi kanser vakalarına yakalandı ve toplamda 140.000 vaka saptandı.
Nükleer silahların üç farklı düzeyde hasara yol açtığını unutmamalıyız: termal enerji, kinetik enerji ve son olarak radyoaktif enerji. Her üçü de tüm canlı yaşam üzerinde yıkıcı etki yaratır ve radyoaktif olduğundan etkisi yıllarca sürer.
Nükleer tehdidin ulaştığı bu tehlikeli boyutlar iklim değişiliğinin kritik eşiğe vardığı bir döneme denk geldi. Bu iki yok oluş süreci aynı anda farklı şekillerde ortaya çıksa da, iklim sorunuyla yakından bağlantılıdır ve şu ya da bu biçimde insanlığın çoğunu yok etmenin eşiğinde olduğunu gösteriyor. Küresel ısınma, insanlık için geri dönüşü olmayan noktaya varmışken bir nükleer savaş yüz milyonlarca insanın ölümü, küresel soğuma, dünya nüfusunun geri kalanının çoğunu açlıktan yok olup gitmesi demektir.
Bugün insanlık, yok oluş ile ekolojik zorunluluk arasında bir seçim yapmakla karşı karşıyadır. İnsan türünü tehdit eden iki küresel varoluşsal krizin nedeni kapitalizm ve onun sınırlı küresel ortamda katlanarak artan sermaye birikimi ve emperyal güç arayışındaki mantıksız savaş arayışıdır. Bu sınırsız tehdide tek olası yanıt, hem ekolojiye hem de barışa dayanan, ekolojik sürdürülebilirlik dünyasını, yani sosyalizmi sağlayan evrensel bir devrimci harekettir.
Kaynakça;
–
“Notes on Exterminism” for the Twenty-First-Century Ecology and Peace Movements, monthly revıew, may 2022