Karl Kautsky’nin demokratik sosyalizm vizyonu, çoğu solcunun kabul etmek istediğinden daha radikal ve daha ilgi çekicidir.
ABD, İngiltere ve Latin Amerika’da son zamanlarda demokratik sosyalizmdeki yükselişle birlikte, yeni nesil devrimciler kapitalizmin üstesinden gelmek için uygulanabilir bir strateji arıyor. Bu nedenle, 1880’lerin sonlarından 1914’e kadar dünyanın önde gelen Marksist teorisyeni Karl Kautsky’nin çalışmaları üzerine bir tartışmanın patlak vermesi şaşırtıcı olmadı.
Kautsky, savaş öncesi İkinci Enternasyonal’de kapitalizme ve kapitalist devlete son verme stratejisinin önde gelen savunucusuydu. Kautsky’nin yaklaşımı ile Leninistlerin yaklaşımı arasındaki fark, devrimin gerekli olup olmadığı değil, oraya nasıl ulaşılacağıdır. O, siyasal demokrasi koşullarında antikapitalist kırılmaya giden yolun, bir işçi partisinin seçimleri kazanarak hükümeti kurmadan geçtiğini savunuyordu.
Hangi Kautsky?
Kautsky, I. Dünya Savaşı’ndan önce İkinci Enternasyonal’in devrimci sol kanadının ana teorisyeni olarak tarihe damgasını vurdu. Yine de, Kautsky’nin onlarca yıldır savunduğu demokratik sosyalizm vizyonunu incelemek yerine, bazılarının yaptığı gibi Kautsky’nin 1910 sonrası dönemine odaklanıyor. Evet, siyaseti giderek reformistti ama aynı zamanda daha az etkiliydi.
1910’ların başına kadar Kautsky, Almanya’da, Rusya’da ve tüm dünyada Marksist solun önde gelen ışığıydı. Alman sosyal demokrasisinin sağa kaymasından Kautsky’nin yazılarının sorumlu olması pek mümkün değil. SPD’nin yozlaşmasına neden olan şey teorik bir hata değil, genel olarak Marksist ilkeleri ve özel olarak Kautsky’nin “uzlaşmaz” sınıf stratejisini küçümseyen bir parti ve sendika bürokratları kastının beklenmedik yükselişiydi.
Bu beklenmedik bürokratik meydan okuma karşısında Kautsky pes etti. 1910’dan başlayarak, liberallerle bloklar, kapitalist koalisyon hükümetlerine katılım ve sosyalist devrimin gerçekliği de dahil olmak üzere kilit stratejik konulardaki duruşunu tersine çevirmeye başladı.
Kautsky’nin kendisi 1909’dan sonra sağa dönmüş olsa da, daha önceki radikal teorileri Avrupa çapında solcuların siyasetini yönlendirmeye devam etti. Bu özellikle, etkisinin en büyük olduğu ve stratejilerinin Bolşeviklere ve Fin Sosyal Demokratlarına 1917-18’de iktidarı ele geçirmeleri için rehberlik etti.
Kautsky’nin temel düşüncesi “Sosyalizmin Demokratik Yolu”
Kautsky, en radikal döneminde bile, kapitalist demokrasilerde bir ayaklanma stratejisinin olasılığını reddetti. Parlamenter ülkelerdeki işçilerin çoğunluğu, çıkarlarını ilerletmek için genellikle yasal kitle hareketlerini ve mevcut demokratik kanalları kullanmaya çalışmıştır. Teknolojik ilerlemeler, modern orduları, on dokuzuncu yüzyıl barikat savaşları modeline dayalı ayaklanmalar yoluyla devrilemeyecek kadar güçlü hale getirmiştir. Bu nedenlerle, demokratik olarak seçilmiş hükümetler, emekçiler arasında çok fazla meşruiyete ve isyancı bir yaklaşımdan daha gerçekçi olacaktır diyordu Kautsky.
Tarih, Kautsky’nin tahminlerini doğruladı. Kapitalist bir demokraside hiçbir zaman muzaffer bir ayaklanmacı sosyalist hareket olmadı, aynı zamanda en küçük bir işçi azınlığı ayaklanma fikrini sözde bile desteklemedi. Erken dönem Komünist Enternasyonal’in (1922-23) en ilerici devrimci unsurları, kopuşa doğru ilk adım olarak “işçi hükümetleri”nin parlamento seçimlerini savunarak Kautsky’nin yaklaşımına geri dönmeye başladılar.
Kautsky’nin sosyalizme geçişin nasıl olması gerektiği konusunda katı veya ayrıntılı bir duruş sergilemekten kaçındığını daha baştan belirtmek gerekir. Tarih, bu tür kesinlikler için fazla öngörülemezdi: “Geleceğin mutfakları için tarifler icat etmenin bizim görevimiz olmadığına tamamen ikna oldum. … devrim sürecinde bizim için daha pek çok sürprizler çıkabilir.”
Bununla birlikte, Kautsky, sosyalizmi gerçekleştirmek için mevcut devletin kurumlarını barışçıl ve kademeli olarak kullanma olasılıkları konusunda hiçbir yanılgıya sahip değildi. Ona göre, sınıf karşıtlıklarının derinliği, “proletaryanın yönetim gücünü hiçbir mülk sahibi sınıfla asla paylaşamayacağı” anlamına geliyordu. Bu nedenle, “revizyonist” Eduard Bernstein’ın, işçilerin devleti her defasında bir bakanlığı devralabileceği yönündeki iddialarını sert bir şekilde reddetti.
Aslında, Kautsky’nin 1902’de yazdığı “Sosyal Devrim’de, bir Sol hükümetin önündeki en büyük engelin büyük sermayenin ekonomik gücü ve direnişi olacağını ileri sürüyordu
Kautsky, demokratik olarak seçilmiş bir sosyalist hükümete karşı direnişin, mevcut devlet yapılarında, öncelikle ordudan beklenmesi gerektiğini savundu. Bu nedenle, kapitalist yönetimi devirmenin ordunun dağıtılmasını ve halkın silahlandırılması gerektirdiğini her zaman ısrar etti. Belirttiği gibi, ordu “en önemli” yönetim aracıydı.
Kautsky, kapitalistlerin, halk çoğunluğunun seçim desteğine sahip olsa bile sosyalist bir hükümetin kararlarına saygı duymayacaklarını öngördü. Bu nedenle, siyasi ve kurumsal kırılmanın “belirleyici savaşı” beklenmeli ve hazırlanmalıdır. Dolayısıyla, Kautsky’nin 1909’da açıkladığı gibi, sosyalist dönüşüm için parlamento faaliyeti yeterli değildi.
Kautsky, egemen sınıfın bu tür direnişini yenmek için, işçilerin genel grev silahını kullanmasını savundu. Ayrıca, Marksistlerin barışçıl bir devrimi arzulamalarına ve savunmalarına rağmen, demokratik yetkilerini korumak için gerekirse güç kullanmaya hazır olmaları gerektiğini vurguladı. Sosyalistler şiddetten vazgeçse de kapitalistler vazgeçmez.
Sosyalist dönüşüme direnç devlet bürokrasisinden de gelecektir. Kautsky’nin değerlendirmesine göre, yürütme organının artan gücü ve seçilmemiş hükümet yetkilileri, demokratik olarak seçilmiş parlamentoların gücünü daha şimdiden ölümcül biçimde zayıflatmıştır. Neredeyse tüm devlet konumlarının aşağıdan seçildiği 1871 Paris Komünü tarafından oluşturulan yolu izlemeye çağrıda bulunarak, temsili demokrasinin “özyönetimin kapsamlı genişlemesi, herkesin halk tarafından seçilmesi” yoluyla radikal bir şekilde derinleştirilmesi gerektiğini savundu. Devlet görevlileri ve temsili organların tüm üyeleri örgütlü insanların denetim ve disiplinine tabi kılınması.”
Modern hükümetlerin anti-demokratik doğası göz önüne alındığında, Kautsky, mevcut devlet biçimlerinin, önemli bir istisna olan demokratik olarak seçilmiş parlamentolar dışında, işçi sınıfı tarafından kendi kurtuluşu için kullanılamayacağı sonucuna vardı:
Proletarya ve küçük burjuvazi, bu kurumlar aracılığıyla hiçbir zaman devleti yönetemeyeceklerdir. Bunun nedeni sadece subayların, bürokrasinin en üst kademesinin ve Kilisenin her zaman üst sınıflardan alınmış olmaları ve onlara en yakın bağlarla bağlanmış olmaları değildir. Bu iktidar kurumlarının, onlara hizmet etmek yerine onları yönetmek için kendilerini halk kitlelerinin üzerine çıkarmaya çabalamaları, doğalarında vardır, bu da onların neredeyse her zaman anti-demokratik olacakları anlamına gelir.
Bu yaklaşıma uygun olarak Kautsky, demokratik bir cumhuriyet için mücadelenin -siyasi rejimin tam demokratikleşmesi, devlet görevlilerinin seçilmesi, sürekli ordunun dağıtılması, vb.- sosyalist siyasetin merkezi bir bileşeni olduğunu vurguladı.
Kautsky Düşüncesinden çıkarılacak üç önemli sonuç
Gerçekçi bir strateji olmadan kapitalizmin üstesinden asla gelinmez. Demokratik bir seçimi kazanmadan sosyalistler, antikapitalist bir kopuşu etkin bir şekilde yönetmek için gerekli olan popüler meşruiyete ve güce sahip olmayacaklardır.
Kautsky’nin mirasına sahip çıkmak, yalnızca uzun vadeli hedeflerimiz açısından önemli değil. Sosyalizme giden demokratik bir yol için Marksistlerin çıkarabileceği üç önemli sonuç vardır.
Birincisi, 1917 modelinin genelleştirmek dogmatik varsayımlardan uzaklaşmak. Sosyalistlerin Marksist bir hareketi inşa etmeleri ve muhalefetle bir blok oluşturmaları gibi acil meselelerin üstesinden gelebilmelerinin yolu siyasi dogmalardan uzaklaşmalarıdır. Bolşevizm ve Rus Devrimi’nden öğrenilecek çok sayıda olumlu ders olmasına rağmen, her biri kendi özel Leninist anlayışını savunmaya adanmış küçük gruplar oluşturma dönemi çok şükür bitti.
İkincisi, Kautsky’nin stratejisini uygulamak; İkinci Enternasyonal döneminden beri kaybolan bir gelenek olan, siyasi rejimi demokratikleştirmek için mücadeleye sosyalistleri daha fazla odaklanmaya teşvik edebilir. Liberaller ve sosyal demokratlar genel olarak mevcut hükümet kurallarını ve yapılarını kabul ederken, Leninistler mevcut durumu tamamen gayri meşru ilan ettiklerinden büyük demokratik reformlar için proaktif bir şekilde mücadele etmekte genellikle isteksizdirler.
Buna karşılık, demokratik-sosyalist Marksistler, anti-kapitalist dönüşüm için bir sıçrama noktası olarak -hemen hemen tamamı işçi sınıfı mücadelesi tarafından kazanılan- mevcut demokratik kurumlara yaslanmaya ve genişletmeye çalışıyorlar. Son derece demokratik olmayan bir siyasi sistemle yönetilen ABD gibi bir ülkede, siyasi demokrasi mücadelesini yükseltmek özellikle acildir.
Son olarak, Kautsky’nin düşüncelerinden en iyilerini bulup çıkarmak, solcuların seçim arenasını daha ciddiye almalarına yardımcı olması açısından önemlidir. Radikal sola hakim olan apolitik gruplaşmaların kırılması, ana akım demokratik ilerici hareketlere tutarlı desteğin verilmesi geniş “ilerici” çevreleri hareketlendirmesiyle kitlesel işçi sınıfı siyaseti nihayet ABD’de ve Latin Amerika’da geri döndü. İlerici devrimci adaylar emekçilerin beklentilerini yükseltti ve siyasetin yönünü değiştirdi. Sosyalistler, kitle hareketlerini destekleyerek ve yüz binlerce insanın bağımsız örgütlerini inşa ederek yığınsallaşmayı, seçmen kitlesini arttırmayı başarabilir.
Kautsky’nin radikal demokratik vizyonu kesinlikle Marksist siyasette son söz olmasa da mükemmel bir başlangıç noktasıdır. Kautsky haklıydı ve bugünün sosyalistleri bunu ne kadar erken kavrarlarsa o kadar iyidir.
Not; yazı Jacobin dergisinden kısaltılarak çevrildi.
-Eric Blank, Why Kautsky Was Right (and Why You Should Care),Jacobin, 04.02.2019
-Çeviri M. Taş