1923’te işler değişir. 1923-26 yılları arası “İsyan Dönemi” diye adlandırılabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda üniter bir ulus-devlet olacağı belli olmaya başlar. Ama Kürtler hemen isyan etmezler. Asıl olay 1924’te kopar: Halifelik kaldırılır; Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarılır; medreseler, tekkeler ve zaviyeler kapatılır. Halifelik Türkler ve Kürtler için önemli bir payda olduğu için halifeliğin kaldırılması Kürtler tarafından büyük bir tepki görür. Tabii sadece bu değil; Atatürk’ün Kürtler’e verdiği muhtariyet (özerklik) sözünün tutulmaması, bölgeye yavaş yavaş yerleşilmesi, karakollar yapılması 1925’te Şeyh Sait isyanının çıkmasına sebep olur.
1925 Şeyh Sait isyanı; İsyanın lideri Şeyh Sait gibi görünür ama asıl örgütleyenler Kürt entelektüelleridir. O dönemde Azadi adlı bir örgüt vardır. Örgütün liderlerinden bir tanesi aşiret mektebinde yetişmiş, sonra Harbiye’de okumuş Cibranlı Halit adlı bir yüzbaşıdır. 1925 isyanına kadar Kürt entelektüellerinin etkinlik alanı çoğunlukla İstanbul’dur. Bölge ise Hamidiye Alayları’nın kontrolündedir. 1925 isyanının örgütleyicisi Kürt entelektüelleridir fakat gücü Hamidiye Alayları’dır.
1921’de Alevi Kürtler’in çıkardığı Koçgiri İsyanı vardır. Sünni Kürtler, Kurtuluş Savaşı’nı destekledikleri için isyana destek vermezler. 1925’teki isyana da Alevi Kürtler destek veremezler çünkü devlet orayı zaten dümdüz etmiştir. Şeyh Sait İsyanı kısa bir süre sonra bastırılır. Fakat Osmanlı döneminden beri –Hamidiye Alayları nedeniyle– bölgede birikmiş bir silahlı güç vardır. Devletin hepsini birden yok etmesi mümkün değildir. Bir yandan da ciddi bir entelektüel güç vardır. Bunlar yeniden birleşip bu kez de Hoybun isimli bir örgüt kurarlar ve 1929-1930 yıllarında Ağrı İsyanı’nı çıkarırlar. Şeyh Sait isyanı biraz aceleye gelir ve çok çabuk bastırılır. Bu nedenle asıl isyan Ağrı İsyanı’dır.
1927-31 Ağrı İsyanı; Çatışmalar 1929-30 yıllarında yoğunlaşır. İsyanı uzun süre bastıramayan Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği ve İran’dan yardım alır. Sovyetler Ağrı’nın bir tarafını, İran bir tarafını kapatır. Türk güçleri isyanı ancak bu şekilde bastırırlar.
1937-38 Dersim Harekatı; Son zamanlarda tartışılıyor isyan mıydı, değil miydi diye. Aslında böyle bir isyanın olmadığı çok net ortada. Yakınlarda bu konuyla ilgili, cumhuriyet arşivini inceleyen bir kitap yayımlandı. 1933, 34 ve 35 yılları boyunca Dersim aşiretleri devlete mektuplar yollar: “Biz devletimizden memnunuz; hiçbir problemimiz yok. Okul, karakol açabilirsiniz. Çocuklarımızı okutmak istiyoruz.” diye. Yani Dersim bölgesinde kimsenin vergi vermeyiz, çocuklarımızı okula yollamayız, askere gitmeyiz dediği yok. Hatta zannediyorum ki Aleviler’in Osmanlı Devleti ile olan problemi, cumhuriyete bir tür yakınlık hissetmelerine neden olur. Ancak devlet şunu çok iyi bilir ki Dersim bölgesinde yaşayanlar Kızılbaş Kürtlerdir. Bu bölgeyi ele geçirmek için de ciddi bir devrim yapmak gerekir. Hatta İsmet İnönü’nün, Kazım Karabekir’in raporları var. Sonuçta 1935’te “Tunç Eli Kanunu” çıkarılır: Devletin tunç eli artık bu bölgeye inmeli. 1937’de de İsmet İnönü’nün başında bulunduğu bir harekât yapılır. Bu harekâtta iki yüz on beş kadar insan ölür. Bununla ilgili biraz spekülatif olmakla birlikte çeşitli iddialar var: Atatürk’ün başını çektiği bir grubun, “Sen burada iki yüz kişiyi öldürdün ama sorun çözülmedi. Burada hala vahşi, medeniyetten uzak topluluklar var. Bu topluluklar hem Türkçe bilmiyorlar hem Kızılbaşlar, garip bir inançları var. Bu böyle olmaz, burayı darmadağın etmek lazım.” diye bir görüş sunduğu söylenir. Diğer yandan, İsmet İnönü’nün bu harekât üzerine görevden alındığı ve Celal Bayar’ın getirildiğine dair söylentiler var.
Yaklaşık kırk bin kişinin öldüğü harekât da Celal Bayar başbakan olduktan sonra olur. “Hareket halindeki tüm canlıları yok edebilirsiniz.” emri verilir. Bunun belgesi de vardır. Harekâtın öncesinde Seyit Rıza çağırılır. Seyit Rıza da iyi niyetini göstermek, isyan gibi bir niyetleri olmadığını anlatmak için kendisi gidip teslim olur. Sonra Seyit Rıza asılır. 1938’de de bölge tamamen haritadan silinir. Yaklaşık elli bin insan da çeşitli bölgelere sürgün edilir. Bu dönemde bölgede sadece yirmi bin kişi kalır. Zaten Osmanlı sayımlarından anladığımız üzere bölgede doksan bin kadar bir nüfus var. Sonuç olarak 1923-38 yılları arası bir tür isyan ve tehdit dönemi. Yani isyanlar var ama devletin de buna karşı çok sert tedbirleri var.
-Boğaçiçi Üniversitesi Araştırma Kurumu sitesinden alındı.