1970-1991 arası TKP üyesi Cavlı Çulfaz: “Tarihimiz doğrusuyla, yanlışıyla anamızdan, babamızdan, dedemizden, kısacası acılı kuşaklardan sizlere kalan çok değerli bir kültürel ve politik mirastır.”
Soru: Parti ile tanışma sürecinizi, o dönemin koşullarını dinleyebilir miyiz?
Türkiye Komünist Partisi’nin Yüzüncü Yıldönümü dolayısıyla beni arayıp görüşlerimi sorduğunuz için teşekkür ederim.
Ankara’da Mülkiye’yi (Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni) 1965 yılında bitirdim. Milli Eğitim Bakanlığı doktora sınavını kazanarak 1966 yılında Londra’ya geldim. 1967-68 döneminde London School of Economics and Political Science’da (LSE) siyaset bilimi yüksek lisansı yaptım. Bütün dünya komünist partilerinin yayın organı olan World Marxist Review ve onun Türkçesi olan Yeni Çağ dergisini düzenli olarak okumaya başladım.
1968-1969 döneminde İngiltere’deki 1,500 öğrenciyi temsil eden İngiltere Türk Öğrenci Federasyonu’nun başkanlığına seçildim. Londra, Manchester, Birmingham, Leeds, Newcastle ve Galler’de okuyan ilerici öğrencilerin bu federasyon çatısı altında bir araya gelmesi için toplantı, konferans ve açık oturumlar düzenledik. İlerici arkadaşlarımla İngiltere’de etkili bir öğrenci hareketi oluşturmaya çalıştık.
Böyle bir ortamda, ayrıntısına girmeden söyleyeyim, önce 1969 yılında Büyük Britanya Komünist Partisi’nin (CPGB) üyesi oldum. Londra Hackney bölgesinin delegesi olarak Londra İl Kongresine seçildim. Ardından 1970 yılının ortalarında, bundan yarım asır önce, Zeki Baştımar yoldaşın başında olduğu Türkiye Komünist Partisi’ne girdim. Kısacası yarım yüzyıldır komünistim. Daha önceki fakülte yıllarımı da sayarsak, Türkiye İşçi Partisi’nin kurulduğu 1961, Yön dergisinin çıkmaya başladığı 1962 yılından beri de, yani yaklaşık 60 yıldır kendimi tarihsel özdekçi sayarım. Tarihe, canlı bir organizma olan topluma ve bireye at gözlüğüyle bakmamaya çaba gösterdim. Marksist klâsikleri yaşadıkları dönemden soyutlayıp sadece yazdıklarına bakarak hurufi olarak anlamaktan özellikle kaçınmaya çalıştım. Şu anda 78 yaşında nesli tükendiği sanılan, ama her sol parti ve öbekte çok sayıda torunu olan az sayıda dinozordan biriyim. İkinci Dünya Savaşı içinde dünyaya gözlerimi açtım. Babam savaşta ölmedi ve doğduysam, bunda cumhuriyetçi Türkiye’nin savaşa girmemesinin büyük payı vardır. Hep yıllarca cephelerde insanları kırdırılıp perişan olan Osmanlı Türkiyesi ve komşularıyla barışı şiar edinen cumhuriyet Türkiyesi arasındaki farkın değerini bilmeniz için bunu söylüyorum.
Soru: TKP, işçi, gençlik ve kadınlar arasında önemli mevziler kazanmış bir partiydi. Siz TKP MK üyesi olarak o döneme dair neler anlatırsınız?
Hiç Merkez Komite üyesi olmadım. 1968-70 döneminde İngiltere’de güçlü bir öğrenci hareketinin oluşmasına katkıda bulunmaya çalıştım. TKP’de Atılım döneminin daha çok Marat (İ.Bilen) yoldaşın iş başına gelmesiyle başladığı sanılır. Oysa daha önce başta İngiltere ve Federal Almanya olmak üzere Batı Avrupa’da 1970 yılında, özellikle 1971’de Türkiye İşçi Partisi’nin kapatılmasından sonra genç komünist kadrolar TKP içinde yer almaya başladılar. Yani atılım diye adlandıran dönem aslında Zeki Baştımar yoldaşla başladı, Bilen yoldaşın 1973 yılında genel sekreter olmasından sonra hız kazandı. Atılım sürecinde İngiltere’deki Türkiyeli komünistlerin büyük payı vardır. 1975 yılında çok sayıda yoldaş İngiltere’den Türkiye’ye döndü. TKP’nin Türkiye içinde de örgütlenmesinde o tarihte İngiltere’den yurda dönen yoldaşlar büyük özveriyle çalıştılar.
1975’de Ankara il komitesi üyesi oldum. 1976 ile Ekim 1979 tarihleri arasında Politika gazetesi, Ürün, Savaş Yolu ve Sanat Emeği dergisi, Konuk Yayınları ve Temel Dağıtım’ın, genel olarak yasal yayınların yönetiminde görev aldım.
“Savaş Yolu” 40 bin basılıyordu, “Ürün” 20 bin, “Barış ve Sosyalizm Sorunları” Dergisi 10 bin basılıp dağıtılıyordu. “Politika” gazetesinin sürümü 30 bin dolaylarındaydı. Türkiye’nin o sıralar altıncı büyük gazetesiydi. İlerici-Yurtsever Gençlik” 40 bin, “Kadınların Sesi” 30 bin dağıtılıyordu. Azımsanacak rakamlar değil… Üstelik Türkiye’nin nüfusu bugünkünün yarısından daha azdı o zamanlar…
12 Eylül 1980 darbesine kadar 31 sayı yayımlanan aylık Sanat Emeği dergisinin Nâzım Hikmet geleneğinin sürdürülmesinde ve kültürel iktidarın hâlâ solda kalmasında özellikle önemli bir payı vardır.
Parti basını, yayınların dağıtımı TKP’nin örgütlenme ağı oldu. Parti yayınına erişen kişi eline rastgele gazete tutuşturulan edilgin bir okurdan farklıdır. Parti basınının, parti yayınlarını dağıtımın katalitik bir işlevi vardır. Parti yayını başkalarını etkiler, ateşler, örgütler. Artık nerede bilinçli bir okur varsa, parti oradadır.
O zamanlar sol yayınlara büyük ilgi vardı. Ancak yayınların düşünsel içeriğinin özlenen ölçüde dolgun ve zihinsel açıdan yeterince doyurucu olduğunu söyleyemem. Gece-gündüz koşuşturmaktan herhalde görüşlerimizi geliştirmeye yeterince vakit bulamıyorduk.
Soru: Parti’nin Atılım dönemine dair neler söylersiniz?
ayat ileriye doğru yaşanır, geriye doğru anlaşılır. Günümüzün görme üstünlüğüne dayanarak geriye doğru bakınca daha net görebiliyoruz: Parti yönetiminin bütün öteki kardeş kuruluşlara karşı kullandığı “oportünist, revizyonist, likidatör, dönek” şeklindeki saldırgan dil, sol hareketin eylem birliğine zarar verdi.
Zeki Baştımar yönetimindeki TKP’ye girdim. Ama iki yıl sonra kendimi Marat yoldaşın başa geçtiği TKP’de buldum. Baştımar yoldaş, uzun illegalite yıllarının olumsuz sonuçlarını yaşamıştı. İşçi hareketinin değişik kolları arasında eylem birliğine büyük önem veriyor, sendikal hareketin bölünmüşlüğünü önlemeye çalışıyordu. Yasadışılığın hamasetinden uzak, toparlayıcı, birleştirici bir dili vardı.
Berlin’deki Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali sırasında 1 Ağustos 1973 günü Marat yoldaş benimle görüştü. Elime bir matbaada dizili el kadar küçücük bir bildiri verdi. “Şefik Hüsnü Marksizmden çakmazdı, Kıvılcımlı keçi hırsızıydı” sözlerinin aklımda kaldığı o mâhut bildiriyi Londra’ya ben getirdim. TİP’le, TSİP ve Kürt devrimci demokrat hareketiyle kavgamız o bildiri yüzünden alevlendi.
Öbür Marksist öbekler zararına biz ilk ağızda büyür ya da gelişir gibi gözükürken aslında Marksist hareket birkaç parçaya bölünüp birbiriyle en sert şekilde dalaşır duruma düşüyordu. 1979 Ekimindeki kısmi senato seçiminde bağımsız adayımız Beria Bakıye Onger 22 bin oyla birinci olmuş, Behice Boran’ın 13 bin, Mehmet Ali Aybar’ın 5 bin oyunu geçmiştik ama, 1966 kısmi Senato seçimlerinde İstanbul’da yüzde 6 oy alan TİP’in çok gerisine düşmüştük. Atılım diye başımız dönerken terörün azdığı göz gözü görmez kargaşada binmiştik bir alâmete ve gidiyorduk kıyamete. 12 Eylül 1980’e galiba biraz da böyle geldik.
1980-81 yıllarında dünya komünist ve işçi partilerinin yayın organı World Marxist Review (Barış Ve Sosyalizm Sorunları) dergisinde Türkiye Komünist Partisi’ni temsil ettim. Yüz küsur ülkenin komünistlerinin paha biçilmez deneyimlerini dinledim. Kendi deneyimimizi kardeş partilerle paylaştım. Onlardan ve en başta Sovyet yoldaşlardan çok şey öğrendim. 1982 ile 1988 yılları arasında Bizim Radyo’nun redaktörlüğünü yaptım. Her gün yorumlar yazdım. İki yıl da spiker olarak mikrofon başına oturdum.
Soru: Bizlere, genç komünistlere, genç yoldaşlarınıza aktarmak istediğiniz başka anekdot, bilgi, anı var mı?
Klâsik edebiyatı okumadan ilk gençlik hevesiyle kazara komünist partisine girenlerin çoğu sonradan caymıştır. Ömür boyu Marksist kalabilmek ise uzun, ince ve engebeli bir yoldur. Komünist olmadan, Marx’ı, Lenin’i okumadan önce, mümkünse fizik ve matematiği, klâsik edebiyatı, Homeros, Dante, Cervantes, Balzac, Dickens, Tolstoy’u iyi bilmeniz, Namık Kemal, Mithat Paşa, Tevfik Fikret, Mustafa Kemal ve Kuvay-ı Milliye’nin savaşımını iyi anlayıp sindirmeniz gerekir. Marksizmin girizgâhını, önsözünü, devrimci demokratların önemini iyice sindirmeden, okumaya hurufi olarak İki Taktik ya da Nisan Tezleri’nden başlarsanız, yaşamınızın kısa bir döneminde kendinizi Marksist olmuş sanır, fırtına başka bir yönden gelmeye başlayınca bir anda kendinizi “Yetmez, Ama Evetçi Kullanışlı Budalalar” arasında bulabilirsiniz. Marksizmi orasından burasından pinçikleyerek “komünistlerin vatanı yoktur” sanısına kapılıp kapkara zihinli umutsuz bir nihilist bataklık içinde de debelenebilirsiniz.
Okulunuzu zamanında bitirmeyi ihmal etmeyin. Küçük olsun, benim olsun deyip sol örgütler arasında eylem birliğini engelleyen tekke şeflerinin emirberi olmayın. Yoksa daha ileri yaşlarda ona buna sallapati lâf atan bir sol geveze, bir lumpen sergerde olmaktan kurtulamazsınız. Partinin zoraki demir disiplinini değil, kendi öz disiplininizi oluşturmaya çalışın.
Nerede bir komünist varsa, komünist partisi oradadır. Bazen tek başına bir komünist bütün bir partiden daha etkili olabilir. Somut örneği, bizim Nâzım Hikmet’imizdir. Hiçbir zaman parti başı olmaya heveslenmediği halde hizipçi diye partiden atılmaya çalışılmıştır. Deyişim abartılmazsa ya da yanlış anlaşılmamak koşuluyla, tek başına bütün partiden daha güçlü bir komünist olmuştur.
Partinizin fazla gayretkeş bir partizanı olmaktan kaçının. Bağlaşıklık konusuna, size yakın olan siyasi kuruluşlarla işbirliğine büyük önem verin. Kendi mahallenize kapanmayın. Sizinle benzeş görüşte olmayanları onlara her bakımdan örnek olarak kazanmaya çalışın. Cami cemaatini ihmal etmeyin. Atılım döneminde benim yoldaşlarla en rahat görüş alışverişi yapabildiğim yerler hele yaz günlerinde serin cami avlularıydı. Dindar emekçileri Kadıköy, Beşiktaş kafelerinde değil, cuma hutbelerinde göreceksiniz. Onları yobazların ve tarikat şeflerinin kucağına terketmeyin.
Bir işe girmek istiyorsanız, ille ayrıntılı özgeçmiş filân yazmanıza gerek yok. İşin nasıl yapılacağını baştan gösterebilirseniz o işe zaten girersiniz. Örneğin gazeteci olmak istiyorsanız gazeteye başvurup “beni stajyer olarak çalıştırın” demenize gerek yoktur.
Hele “kart hâmili yakınımdır” anlamına gelecek bir aracı koymaya kalkışırsanız, işe girebilecek olsanız bile, vicdanlı bir iş sahibi sırf daha baştan dürüst olmadığınız için sizi hemen kapı dışarı edecektir. Haberi fotoğraflarıyla gerektiği şekilde hazırlayabilirseniz; yazıyı, yorumu hatasız ve çarpıcı şekilde kaleme alabilirseniz zaten gazeteye uğramanıza bile gerek yoktur. Haberiniz, yazınız gazeteye ya da dergiye girecektir.
Cumhuriyet, BirGün, Evrensel gazetelerini her gün okuyun. Mihri Belli’nin yıllar önce gençlere söylediği şu sözü unutmayın: Cumhuriyet gazetesi, yönetimine kim gelirse gelsin, cumhuriyetin belleğidir. Klâsik romanları, Varlık, Sözcükler ve Ki-taplık dergilerini, Yordam yayınlarını okumayı ihmal etmeyin.
Marksizmi bir dogma, bir kalıp olarak anlamaktan özenle kaçının.
Son olarak Parti’nin 100. yılına dair ne söylemek istersiniz? Duygularınızı alabilir miyiz?
Nâzım Hikmet, Şefik Hüsnü Değmer, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Muzaffer Şerif Başoğlu, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Reşat Fuat Baraner, Dr Hikmet Kıvılcımlı, Abidin Dino, Mihri Belli, Vedat Türkali, Jak İhmalyan, Sadun Aren, Nihat Sargın, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Vedat Türkali, Ahmed Ârif, Ruhi Su hepsi doğrudan ya da koşullar nedeniyle dolaylı olarak TKP’lidir. Cumhuriyet tarihine ve kültürel iktidara TKP damgasını vurmuştur. Özellikle Muzaffer Şerif Başoğlu gibi dünya çapında bir bilim adamı olabilmek için kendinizi küçük yaşta buna uygun şekilde hazırlayın.
TÜSTAV yayınları yakın tarihimizin TKP’den kaynaklanan bütün kollarını bugün birleştirmiş bulunuyor. TÜSTAV yayınlarını okumayı ihmal etmeyin.
İşçi sınıfı içinde, kafa ve kol emekçileri arasında fabrikada, büroda, emekçi semtlerinde, ibadet yerlerini de ihmal etmeden her alanda sabırla çalışıp siyasi muarızlarımızın önemli bir tabanını medeni bir üslûpla kazanabileceğimize yürekten inanıyorum. İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinin ikinci turunda üç ay gibi kısa bir sürede 800 bin insanımızı kazanabildiğimiz gibi.
Bugün yüzüncü yılında TKP nerededir sorusuna tarihin verdiği güven ve zihin açıklığıyla diyorum ki: TKP, eskisi gibi tek bir merkezde değil, bütün Marksist, yurtsever, demokrat kuruluşlarla birlikte toplumun kılcal damarları içindedir.
Bu güven ve iyimserlikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Halkların Demokrasi Partisi (HDP) ve çok sayıda Marksist parti ve öbeklerin ortak girişimiyle bu yıl Türkiye Komünist Partisi’nin yüzüncü yılını omuz omuza coşkuyla kutluyoruz. Yüzüncü yıldönümünün ayrımsız bütün sol ve demokratik kuruluşlar arasında düşünsel yakınlaşmayı ilerletme, eylem birliğini geliştirme yolunda önemli bir adım olacağına yürekten inanıyorum.
Kimse geçmişini geri alabilecek kadar zengin değildir. Yağmurun altında bahçe sulamayı sürdüren bir bahçıvan durumuna düşmeyin. Sokağa çıkmanız gerektiğinde evde, evde olmanız gerektiğinde de sokakta olmayın! Yaklaşan devrimin gizli uğultusunu şimdiden duyun. Ama devrimi büyük harflerle yazmaktan da kaçının. Bir şey şimdi olacaksa yarına kalmaz, yarına kalacaksa da bugün olmaz.
Faşizm sözcüğünü bir küfür gibi uluorta kullanmayın. İkide bir “düzen partileri” deyip yasadışılığa tapınmaktan (illegalite fetişizminden), devekuşu gibi poposu açıkta, başını kuma gömüp “devrimci lâfazanlık”tan başka bir şey yapmayanlardan uzak durun. Gerçek bir devrimci parti, sivri laflarla hamaset yapmaz. Düzen dışılıkla övünmez, emekçilerden yana gerçekçi politikalar üreterek köhne düzeni değiştirmek için kararlılıkla mücadele eder. “Gerçekçi ol, imkânsızı iste” diye boş konuşmaz. Tam tersine, devrimci siyasetin var olan koşulları sonuna kadar zorlayıp mücadele edebilme sanatı olduğunun bilincindedir. Kendi dışımızdaki kardeş partilere yakınlık duyalım. Daha fazla amipler gibi bölünmeyelim. Sol partilerin birliği için yapıcı çabalar gösterelim.
Geçmişte milli demokratik devrim mi, sosyalist devrim mi, CHP burjuva demokrat bir parti miydi, yoksa sosyal demokrat mı, devrimci durum var mıydı, yok muydu diye kof tartışmalarla, pratik siyasetin gereğini yapacağımıza, havanda su dövüp birbirimizle dalaştık.
Bütün mesele neye hazır olacağımızı bilmekte ve onun gereğini günü gününe yapmakta. Her şeyin fiyatını bilen, ama değerinin farkında olmayan birisi olmaktan kaçının. Bir şeyin değeri ancak onu yitirdiğinizde iyi anlaşılır. Demokrasinin ne kadar kalmışsa o kadar kırıntısı için bütün ortaklarınızla savaşıma büyük önem verin.
SBF’de Devrim Tarihi öğretmenim Halil İnalcık’ın deyişiyle söyleyeyim: Örneğin, “stres” diye genelleme yapmayın. Dert mi, gam mı, kahır mı, keder mi, yeis mi, tasa mı, elem mi, üzüntü mü, endişe mi, kasvet mi, melâl mi, hüzün mü, hüsran mı, hicran mı, ıstırap mı yoksa kâbus mu veya afakan, teessüf, teessür, vehim veya buhran ya da gaile mi? Ayrıntıları, incelikleri önemseyin. Öfkenizi aklınızla frenlemeyi genç yaşta becerin.
Berlin duvarıın yıkılması, Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle dünya devrimci hareketi ağır bir darbe yedi. Önemli ölçüde bunun sonucu, partimiz TKP de dahil, dünyadaki Marksist partiler 1991 yılında, deyim yerindeyse, bir başkalaşım, bir dönüşüm geçirdi. Muarızlarımız “tarihin sonu geldi” diye kıyameti kopardılar. Ama yeryüzünün göbeğini çatlatmadıkça, tarihin sonu gelmez. Geçmişimizden gerekli dersleri alıp dogmaları aşarak yaratıcı şekilde yola koyulmaktan başka umarımız yok.
TKP’nin yüz yıllık savaşımı ve militan geleneği, bugün çok sayıda Marksist sol parti ve öbek içinde, Halkların Demokrasi Partisi (HDP), ayrıca CHP’nin önemli bir bölümü içerisinde toplumun en az yarısını kucaklıyor. Teşbihte hata olmaz. Dedeler, nineler çoktan öldü, ama onların genlerini taşıyan evlâtlar, torunlar militan geleneği yeni koşullarda daha canlı şekilde sürdürüyor. Ustalarımızın diliyle söylersek, tarihimizi soğuruyoruz, onu içselleştirip diyalektik şekilde aşıyoruz. Tarihimiz doğrusuyla, yanlışıyla bir bütün olarak anamızdan, babamızdan, dedemizden, kısacası acılı kuşaklardan sizlere kalan çok değerli bir kültürel ve politik mirastır. Geçmişten gerekli dersleri çıkarıp eski yanlışlara düşmemeye özen göstererek enseyi karartmadan yolunuza koyulun.
Sordunuz, bütün bunları sanki akıl öğretir gibi bana söylettiniz. Oysa artık vaktimiz kalmışsa, kıdemli yurttaşlar olarak biz, kızıl bayrağı teslim alan asıl siz gençlerden öğreneceğiz. Yolunuz, yolumuz açık olsun!
Cavlı Çulfaz