Şiirler – Sultan KARATAŞ

BİR İSTANBUL AKŞAMI

İçim şimdi

Bir İstanbul akşamı

Varoşlarında cenaze alayları

Ağıtlar karışır it ulumalarına

İçim şimdi

Bir İstanbul akşamı

İstiklal’de

Mendilci çocuğun bakışları

Yüreğinden büyük

Konuşuyor dertleri

Mendilden evvel

İçim şimdi

Bir İstanbul akşamı

Bir fahişenin umarsızlığı kadar

Anlamsız siluetler

Tekmil hizada

Yolsuz arzular

İçim şimdi

Bir İstanbul akşamı

İç parçalayan

‘Ayyaş adam’ın tarihi

Düşüyor an’a

Bir akrep

Bir yelkovan oluyor zaman

İçim şimdi

Bir İstanbul akşamı

İnsansızlık kokuyor

Kalabalık ortasında

Koskoca bir yalnızlık

Kiri, pası temizlenmiyor

Bir İstanbul akşamında

Amuda kalkıyor umutlar

Göndere çekiyoruz hayatı

Yeniden yaşarız belki

Kırarız ölümün kilidini

Yaşarız kimbilir

Yaşarız belki…

 

*******************

EVLER HÂLÂ SESSIZ

 

gözlerim, onca aracın yol aldığı

kesitte

ve

sokaklar

evler, evler

ışıksız gecede

sessizlikte duyumsadığım

kaç çocuk ağladı kim bilir

kaç çocuk uzandı ekmeğe ağlayarak

sonra

kadınlar kesiyor yolumu

gelişigüzel

sevmiş, sevişmiş kadınlar

mecalsiz sözleri

‘okyanuslar kadar yalnız’

ne çok ‘kaç’ sayılarım oldu benim

evler hâlâ sessiz

aklım gürültülü

geçiyorum

karbonmonoksit kokulu sokaklardan

bir soruyla susuyorum

cevapsız sorularla

‘insana en uzak olan ne acaba

çocukluğu mu yoksa

ölüm mü?’

 

****************

 

şimdi sorsalar bana

‘insansan eğer…’

yıkardım tüm çelişkileri

yırtardım haritaları

başkaldırırdım

‘yazgı’ denen yalana

başından ayak direrdim

tüm savaşlara

ah bir gülseydi çocuklar

yaşama dair pişmanlığı

vururdum prangaya…

 

*********************

 

YALAN DAĞLARI

 

biz

silerken zamanı

tozlu yapraklarından takvimlerin

yalnızlaştık

pas tutan yüreklerdi oysa

sözcüklere sataştık

bir fener ışığıyla seçilirken gerçek

yalan dağları yarattık

lanetli bir soğuktu

sıcak gülüşlerimizi perdeleyen

onu da gecelere saldık

sonra

güneş’i soldurduk uzun bekleyişlerde

beklerken baharı

kış olmuştu tüm mevsimler

sabahlarımız iğde kokusu

kekik kokusuna

biz insana hasret kaldık birden

zaman

yalana göç zamanıydı

gerçeğe uzak

sevimsiz, sahte zamanlar

vardı artık zulada

zelkovan ağacı kokusu

sarhoş ederken sabahlarımızı

sersem bir serzeniş

masalsı bir düş anlattık

geceden kalma pencerede

geçmiyor sandık günler

dönmūyor sandık dünya

bir kıvılcım yetti

zamanı durdurmaya

‘muhpir sözcükler’

yıkıp geçti günü, geceyi

giyerken şafağında

günahkar giysisini …

 

***********************

EKSİK MUTLULUKLAR FOTOSU

 

ömrün, en bozkır zamanlarından geliyorum

istasyonlar arası kahır taşıyan

dur durak bilmeyen yaşamın kıyılarından

tek bir ‘merhaba’ almadan

soluklanmadan

yattığım topraklardan

yaşama öykünen düşler görüyorum

o zamanlardan biriktirdim heveslerimi,

hüzünlerimi, sevinçlerimi

(…)

o oturma odasının girişindeki çiviye astım gözlerimi

darmadağın memleket hali hayallerim, herkes, her şey

anımsayamadığım dedem de orada

bilgeymiş, pek okurmuş

hatta ‘büyücü’ dermiş kimileri

etkileyciymiş sözleri

ondandır besbelli ‘büyücü’ demeleri

buz keserdi çoğu kez o oda

yanında, mezeden mini sevdalar demlenirken zaman

‘… dokunduğu herşeyi çürütürmüş’

kokuşmalara inat, yaşıyor çocuk insan

uykusuz gecelere de sözüm yok

yorulan benliğim, mantığımı zorluyor

uzanırken yüreğim sevgiye sere serpe

gecenin sonu, kızılca şafağı bastırıyor

bahçe kapısının tam arka cephesinde

Itır dalları

görmeden, kokusunu alıp

dokunuşlarla saldığı o beyaz çiçekler

bir mezarlıktı bugün önünden geçerken

beni anılara sürükleyen

rüzgar ve yağmurun

çisesinde uçuştu bir an

gölgesi çoçukluğumun

sonra

toprak kokusuna karıştı

eksik mutluluklar fotosu

üzüm salkımları kadar

salkım saçak yağmur hasadı

kış’a ramak kala

billurdu sevinçlerimiz

kar taneleri misali

ceplerde misket

elde bezden bebek

üstelik ödünç değildi sevilerimiz

oyun sınırsız

sokaklar, elimizde olan başka ne ki

bilmiyorduk henüz acısını ölümün

geri dönmeyeceğini gidenlerin

tanışıklığımız yoktu, imkansız olan neydi

herşey mümkün

sevmek ‘yürek işi’ydi

anlatmamıştı henüz babannem

sevgili neden ‘yar’dı

‘sevince bir yar’dan düşer gibiy(miş) insan’

Bu yüzden sevdiceğin hüznüne ‘yar’ denmiş

Hüzün yüklü kara bir tren bu

Dünden bugüne

Yarası dilinde, dönmeyecek geriye

Taşır da koca acıları bir kentten diğerine

Dönmez mevsimler

Dinmez yalnızlığı gidenlerin

Tükenmez çığlığı

Vefası kurban edilenlerin…

********************

About sultan karataş

Check Also

2023 olmadı önümüzdeki maçlara 2024’e bakalım anlayışı mı!?

Muhalif Yazılar Osman Naci 2023 olmadı önümüzdeki maçlara 2024’e bakalım anlayışı mı!? ”İki seçim arasında …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com