Bugün sol hareketlerin içinde, solcular tarafından en fazla eleştirilen, saldırılan yapılanma kimdir derseniz, ben, “açık ara Tarihsel TKP’dir” derim.
Bu, 12 Eylül öncesinden beri öyleydi.
Hemen tüm siyasi yapılanmalar, -Sovyetik, anti-sovyetik fark etmeksizin- TKP hareketine saldırırlardı. Bütün yapılanmalar, TKP ideolojisi ve siyasi örgütlülüğüne saldırdığı noktaları kerteriz alır, kendilerini ve birbirlerini, bu noktalara olan uzaklık ve yakınlıkları ile tanımlarlardı.
Gençliğinde, özellikle üniversite yıllarında bu saldırılardan fazlasıyla mağdur olmuş, Tarihsel TKP’nin tarihsel bir üyesi olduğum için, bu konuda belki öznel düşünebilirim.
Ama şu anda o günlere dair özeleştiri eşliğinde akıl yürütmelerimde bile, sol içi mücadelenin odak noktasının TKP, İGD ve Birlik Dayanışma Hareketi olduğu kanısına ulaşıyorum.
Bunun en büyük nedeni o günlerde, Sovyetler Birliğinin ve Dünya Sosyalist Sisteminin varlığını henüz sürdürüyor olmasıydı. Yani asıl hedef Sovyetler Birliği ve Dünya Sosyalist Sistemiydi.
Türkiye’de TKP’nin hedef tahtasında olmasının nedeni Dünya Sosyalist Sistemi ile olan organik bağıydı.
Yukarıda ‘Sovyetik’ diye tanımladığım, Dünya Sosyalist Sistemine (DSS) sıcak bakan bazı yapılanmaların, diğer sol yapılanmalardan hiç de aşağı kalmayan saldırılarının nedeni de bu ‘bağ’ üzerine sürdürülen rekabetti.
TKP, bu yazıda ayrıntısına girmeyi düşünmediğim birçok gelişmeden sonra ‘Tarihsel TKP“ oldu.
Aslında benzer gelişmeler hemen tüm diğer sol yapılanmaları da ‘tarihsel‘ konuma getirdi.
Bütün sol yapılanmalar, bu ‘benzer gelişmeleri’ yaşayınca, yoğun -ve de doğal- olarak geçmişe yönelik eleştirel değerlendirme ve tartışma dönemi yaşandı.
İlginçtir, her kökenden solcuların katıldığı bu tartışma ve eleştirilerin hedefi yine Tarihsel TKP ve onun ideolojisi oldu. Türkiye Solu -nedense- kendi vicdan muhasebesini TKP üzerinden yapmayı yeğledi. Özeleştiri yaparken de yine Tarihsel TKP‘nin hatalarını kerteriz noktası aldılar.
Bütün bu sol yapılanmaların, yeniden toparlanma, birleşme, ayrışma, yine birleşme, yine ayrışma gibi tipik ‘sol etkinliklerinin‘ ortaya çıkardığı küçüklü ufaklı(*) yapılanmalar da Tarihsel TKP‘nin ideolojisini kerteriz aldı.
Halen sürmekte ve süreceğe benzeyen bu etkinliklerin ortaya çıkaracağı daha birçok küçüklü ufaklı yapılanma olacaktır. Emin olun onların da birçoğunun “ideolojik” kerterizleri Tarihsel TKP‘nin ideolojisi olacaktır.
Aslında buna kerteriz demek ne kadar doğru bilmiyorum. Kerteriz, bulunduğu konumu belirlemek için baz alınan nokta demek. Denizcilikte kullanılır. Örneğin deniz fenerleri genellikle kerteriz olarak alınır.
Ama Tarihsel TKP’nin ideolojisi asla bir deniz feneri olarak görülmedi. Daha çok “Bermuda Şeytan Üçgeni” gibi görüldü, öyle lanse edildi ve ne yazık ki birçok kesimin öyle algılanması sağlandı.
Bugün birçok yapılanma, –bunların içinde TKP’nin örgütlülüğünü sürdürdüğünü iddia edenler de var– kendi ideolojilerinin Tarihsel TKP‘nin ideolojine uzaklığı ile övünüyorlar.
Örneğin “Almancı” namı ile anılan, komünistlikleri Sosyal Medyada tarihsel günlerle ilgili paylaşım yapmaktan menkul bir SMKP, (Sosyal Medya Komünist Partisi), TKP ismi dahil, 73 Atılımı döneminin genel sekreteri İsmail Bilen‘den tutun, bütün değerlerine sahip çıkmasına karşın, “73 Atılımının ideolojisinin -özellikle Kürt meselesine yaklaşımı konusunda- hatalarına düşmedikleri” yolunda övünüyor.
Zaten Tarihsel TKP ideolojisinin Bermuda Şeytan Üçgeni ilan edilen, ya da tersine kerteriz diyebileceğim noktası, tam da burası. TKP’nin Kürt Meselesine karşı hatalı(?) yaklaşımı…
Bilindiği gibi bugün, Sol Mahallede bu meseleye Küresel Kürt Hareketinin baktığı gibi bakmayanın gözü oyuluyor.
Tarihsel TKP’nin ve Sovyetler Birliğinin ‘bugün’, Sol Mahallede günah keçisi ilan edilmesinin temel nedeni; Kürt Meselesine -hatır gönül dinlemeksizin- o günün Türkiye ve Dünya koşullarını dikkate alarak yaklaşmış olmalarıdır.
Günümüzde o dönemin hesabı sorulmaktadır.
Oysa o günlerde TKP’ye saldırıların odak noktası Kürt Meselesi değildi.
Aksine TKP, Kürtler içerisinde çok saygın ve güçlüydü.
Bugün Kürt Hareketi içerisinde söz sahibi olan, HDP milletvekilliği yapmış bir çok Kürt siyasetçi de o zamanlar İGD veya TKP hareketinin içinde yer alıyorlardı.
Bugün, Tarihsel TKP’yi kıyasıya eleştiriyor, APO’ya bağlılığını her vesile ile dile getiriyor olmalarına karşın, o günlerde ‘APO’cuları “başıbozuk takımı” diye niteliyor, aniden ortaya çıkışlarına şüphe ile yaklaşıyorlardı.
Diyarbakır’da kendini tüm Türkiye’nin örgütü sayan sosyalist yapılanmalar arasında hemen hemen en güçlü olan hareket Birlik Dayanışma hareketiydi. Diyarbakır şubesi İGD’nin de en güçlü kalelerindendi.
Hatta diğer sol örgütlerle rekabette en güçlü olduğu bölgeler Kürt kentleriydi.
Örneğin Sovyetler Birliğine “Sosyal Emperyalist” diyen Halkın Kurtuluşu vb. gibi yapılanmaların Diyarbakır’da esemesi bile okunmuyordu.
Ankara, İstanbul’da ve İzmir’de ve Anadolu’nun birçok şehrinde ise durum böyle değildi. Bu yörelerde de İGD ve Birlik Dayanışma hareketi çok güçlü olmasına rağmen, diğer sol yapılanmaların çok daha güçlü olduğu yöreler, alanlar, kampüsler vardı.
Buralarda da Kürt Hareketinin gücü azdı.
Onlar da Sovyetler Birliğini, DSS’nin öncüsü kabul ediyor, diğer fraksiyonlarca “Sovyetik” kabul ediliyorlardı.
Kürt Sosyalistleri o günlerde üniversitelerde, biz İGD‘lilerle (İlerici Gençler Derneği) birlikte hareket ediyorlardı.
O yıllarda Ege Üniversitesinin, benim de bulunduğum Fen, Mühendislik, Sosyal Bilimler, Yer Bilimleri gibi fakültelerin yer aldığı Bornova Yukarı Kampusunda, Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu gibi fraksiyonlar çok güçlüydü.
DDKD, Özgürlük Yolu, Rızgari gibi siyasetleri ve biz İGD’lileri “sosyal faşist” olarak kabul edip, saldırırlardı.
Özellikle Fen Fakültesinde onlar çok fazla, biz ise azınlıktık. Hep birlikte dayak yerdik.
Bugün Kürt Meselesine yaklaşımı nedeniyle aforoz edilen, neredeyse Kürt Meselesinin bugüne kadar çözülmemesinin en büyük nedeni olarak tanımlanan Tarihsel TKP, o günlerde Kürtlerin en fazla içinde yer aldığı sol siyasetti.
O dönemlerden hatırladığım bir olayı kısaca aktarmak istiyorum. Benim üniversiteye ilk girdiğim yıllarda Mühendislik Fakültesinde çoğu GSB’den gelme İGD’li gedikli öğrenciler vardı. O zamanlar “Maocu” dediğimiz siyasetler onların ve bir iki DDKD’lin sınava girmesini engellemeye çalışırlardı.
Biz çaylak İGD’liler olarak o gedikli İGD’liler ve DDKD’liler sınava girerken, ‘Maocular’ saldırmasın diye bir iki defa nöbet tuttuğumuzu hatırlıyorum.
Yukarıda sözünü ettiğim gibi, TKP ideolojisinin, -‘tarihsel’ olmadan önce- diğer tüm siyasetlerin saldırı odağı olmasının nedeni, sadece “Sovyetik” olamaları değildi. Kürt meselesine olan yaklaşımı hiç değildi.
TKP, sosyalizm mücadelesinde barışçıl yöntemlerin de kullanılabileceğini dillendirmesi, Şili’de Allende’nin Seçimle elde ettiği zafere verdiği önem vs. gibi nedenlerden dolayı “Pasifist” ilan edilmişti.
Goşizm’den, bireysel terörden söz ediyordu. Şiddeti bir propaganda ve prestij aracı olarak kullanmıyordu.
Oysa o yıllar “devrimci şiddet”, özellikle gençlik hareketleri içinde adeta modaydı.
Barışçıl mücadeleyi savunanlar pasifist, hatta haindiler.
Giderek sertleşen ideolojik saldırı, sonunda fiziki saldırıya dönüşmüştü.
Zaten Sosyal Faşist olmaktan dolayı Halkın Kurtuluşu ve benzeri gurupların saldırıları varken, diğer grupların da bu saldırılara katılması özellikle üniversitelerde İGD’li olmayı çekilmez hale getirmişti.
O günleri hatırlıyorum da, Fen Fakültesinde “barışçıl mücadeleyi” savunduğu için sürekli şiddete maruz kalmaktan yılan bazı arkadaşlarımız, İGD’den ayrılıp Kurtuluş ya da Dev-Yol’a geçmişlerdi.
Bizler; “barışçıl mücadeleyi savunan pasifistler” olarak, sürekli saldırıya uğrarken ya da o kaygıyla adeta askeri disiplinle hareket edip, derse giden arkadaşlarımızı kollayıp, dersliklerin kapısında nöbet tutarken, siyaset değiştiren arkadaşlarımız, sevgilisiyle el ele, rahatça kampusta dolaşıyorlardı.
Yani “devrimci şiddeti” savunan, “huzura ve barışa” kavuşuyordu.
O günlerde Sol hareketin içinde, “devrimcinin hası devrimci şiddeti, silahlı mücadeleyi savunur” ezberi vardı.
Bugün ise Sol Mahallede, “demokratın, sosyalistin, komünistin hası Kürt Hareketinin yoluna baş koyar.” amentüsü var.
Şu günlerde; Nabi Yağcı’nın yakın zamanda çıkan, Elele Özgürlüğe adlı kitabından bir alıntı dolaşıyor sosyal medyada.
Nabi Yağcı o kitabında demiş ki; “Tarihin gerçek dilini çözdüğümde görüyorum ki, biz dün farkına varmadan ‘Türkiye Komünist Partisi’ değil, ‘Türk Komünist Partisi’ olmuşuz. Oysa komünist olmanın ayrıksı yanı en başta enternasyonalist olmasıdır. Hem enternasyonalist, hem ulusalcı olunamaz, olunursa da komünist olunamaz…“
Bu fiyakalı tespitin hemen arkasından; “Bu nedenle dünün TKP genel sekreteri ve aynı zamanda bir Türk olarak geriye dönüp Kürt halkından, Ermeni halkından, bu topraklarda soykırıma, tehcire, asimilasyona, baskıya ve tenkile (yok etmeye) uğramış bütün halklardan özür diliyorum. Türk halkından da özür diliyorum, zira diğer halklar özgür olmadan halkım da özgür olamazdı.” diyerek, bu popüler amentü üzerinden, Tarihsel TKP‘ye saldırıya yeni bir boyut getirmiş.
Nabi Yağcı, en yetkili(?) ağızdan TKP adına özür dileyerek, bu popüler saldırılara “haklılık” kazandırmış.
Bu alıntıyı ilk okuduğum zaman, Facebook’ta, bu konudaki ilk tepkimi belirten bir paylaşım(**) yapmıştım. Orada yazdıklarımın bir kısmıyla yazımı sürdürmek istiyorum.
“Öncelikle; Nabi Yağcı’nın bu öz eleştiriyi sadece kendi adına yapabilir.
Kendisinin “dünün TKP genel sekreteri ve aynı zamanda bir Türk olarak” yaptığı bu öz eleştiriyi, “dünün sıradan bir TKP üyesi ve bir Türkiyeli olarak kesinlikle üzerime alınmıyorum.
Tamamıyla kendi kişisel meselesidir.
Nabi Yağcı’nın gerçekten öz eleştiri vermesi gereken birçok konu vardır.
Bunlardan en önemlilerinden biri; hiç bir zaman ideolojisini benimsemediği bir örgütün genel sekreterliğini yapması, bu yetkiyi elde etmek için çaba sarf etmesidir.
Bir diğeri; TKP’nin tarih sahnesinden silinmesinde bir aktör olarak birinci dereceden dahli olduğu halde, TKP Genel Sekreteri titrini kullanarak verdiği röportajlar ve yazdığı yazılarla TKP üyelerini yönlendirmeyi sürdürmesidir.
AKP’nin, Siyaset Akademilerinde ders vermesi, Bugünkü Erdoğan-AKP despotik yönetiminim iktidarının oluşmasında üst düzeyde katkısı olan Taraf Gazetesinde yazarlık yapması, bugün her birinin kumpas olduğu anlaşılan öngörülerde bulunması da özeleştiri vermesi gereken diğer fiyaskolarıdır.
Her şeye rağmen buradaki asıl mesele Nabi Yağcı’nın kendisi değildir.
Bu kısa alıntı, iğrenç ve tehlikeli bir pişmanlık algısını 80 öncesinin binlerce komünist, sosyalist ve solcusuna bulaştırma amacını taşımaktadır.
Elbette bu konudaki tek algı çarpıtması Nabi Yağcı’nın bu alıntıda söyledikleri değil, yüzlerce odaktan üretilen, binlercesinden biridir.”
Ve bu alıntıdaki son cümlemden devam etmek istiyorum.
Evet, Nabi Yağcı’nın bu sözleri bu konudaki tek algı çarpıtması değil.
12 Eylül Darbesinin ateşi bir parça düşüp, komünist, sosyalist, devrimci ve solcuların bedenlerini salıvermeye, onun yerine algılarına çalışmaya başladıklarından beri üretilen ve yaygınlaştırılan bir “rıza” üretimine katkıda bulunuyordu sadece….
Hani Noam Chomsky‘nin, Antonio Gramsci‘den arakladığı “rızanın imalatı” tezi var ya..?
Küresel Hegomanyanın solcuların algılarına, -Kürt Meselesi konusunda- uygulamak istediği ‘rızanın imalatından‘ öte bir şey, uygulamaya çalıştığı, -büyük oranda uyguladığı- şey ‘imanın imalatı‘, yani amentü…
Amentü (iman etmek), ezberin güçlenmiş halidir. Bunu, o günden bu yana gelişmelere bakarak görebiliriz.
Ezber döneminde; hedefte henüz yıkılmamış Sovyetler Birliliği ve henüz tarihselleşmemiş bir TKP vardı, Amentü döneminde ise hedefte yıkılmış bir Sovyetler Birliği ve Tarihsel(leştirilmiş) TKP var.
Ezberin arkasında yeni yeni vücut bulan Küresel Sermaye ve telaş içindeki Kapitalist dünya vardı.
Tüm Dünya’da yepyeni operasyonlara hazırlık yapılıyordu.
Örneğin Türkiye’de yükselen sınıf kavgasının, demokratik dönüşümleri arzulayan, giderek güçlenen muhalefetin önüne geçecek faşist bir müdahaleye zemin hazırlanması gerekiyordu.
Solun ezberlediği, “devrimci şiddet“, bu zemini hazırlamakla görevli işbirlikçi karanlık güçlere çok iyi gelmişti.
Amentünün arkasında ise, aynı güçlerin daha gelişmiş, semirmiş, daha küreselleşmiş hali var.
Algı operasyonlarında daha da ustalaşmış, uzun uğraş ve denemelerden sonra ‘tam kıvamında‘ hükumetleri iktidara getirmeyi başarmış Küresel Kapitalizm ve onun çok gelişmiş “iman üretme” imkanı var.
Evet, “Amentü, ezberin güçlenmiş halidir” ancak Küresel Kapitalizmin telaşı devam ediyor.
Belki yükselen muhalefet ve demokrasi isteyen geniş yığınlardan dolayı değil ama o günlerden bu yana daha da derinleşmiş olan kronik krizini öteleme telaşı hala sürüyor.
Sovyetler Birliğinin artık olmamasına, TKP’nin de tarihselleştirilmiş olmasına rağmen hedefte yine Tarihsel TKP ve ideolojisi, Komintern kararları, Ekim Devrimi ve Ulusal Kurtuluş Savaşı var.
Bu tarihsel gelişme, olgu ve kurumlara bugün “Devrimci şiddet” ezberinden daha etkili ve tehlikeli olan, “demokratın, sosyalistin, komünistin hası Kürt Hareketinin yoluna baş koyar.” amentüsü üzerinden saldırılıyor.
Ve bu “amentü” de şimdi daha ileri hedefleri olan ve artık karanlıkta kalmasına gerek olmayan küresel güçlere iyi geliyor.
Ezberleri bozmak, amentüleri sorgulamak da Emekçi Anadolu insanına, hatta tüm insanlığa iyi gelecek.
Özellikle 2019 seçimleri öncesi ezberleri de amentüleri de bozmak “iyi gelmekten” öte bir gereklilik.
Nadi Öztüfekçi
3 Nisan 2018