Tarıma geçilen bölgeler ”yeşil adalar” ve tarımın yayılma hatları yaklaşık tarihi sıraya göre, Bereketli Hilal (günümüzden 11 bin yıl önce), Yangzi Nehri ve Sarı Nehir (günümüzden 9 bin yıl önce), ve yeni Gine (9-6 bin yıl önce), sahra altı Afrika (5-4 bin yıl önce), Amerika (5-4 bin yıl önce), Meksika (5-4 bin yıl önce), kuzey Amerika doğu bölgeleri (4-3 bin yıl önce) gerçekleşti.
GÜNÜMÜZDE HALA YAŞAYAN SINIFLI TOPLUMLAR HER ŞEYİ DEĞİŞTİRDİ
İnsanlık tarihini son 4 bin yıla dair düşünmek 350 bin yılı hiçe sayarken insan türlerinin kültür birikimlerini de yok sayarak bizi son birkaç bin yılın uydurduğu masalımsı tarih felsefinde boğar. Oysa ki insan türü doğaya ve kendine uygun katliamların olmadığı, mülkiyetin olmadığı koskoca bir geçmişi geride bırakır. Tarih öncesi gibi kavramla 6,7 milyon yılı ‘’ilkel’’ kavramıyla anlatır. Son birkaç bin yıla hapsolup insanlığın başka tarihi ve başka şansı yokmuş gibi varsayarak bizi tarihi bir yanılgıya ve umutsuzluğa sürüklemeye çalışır. Bu umutsuzluk geleceksizliği de beraberinde getiriyor. Oysa her şeyi yeniden keşfetmeye gerek yok. İnsan türleri bunu milyonlarca yıl deneyimledi. Sınıflı toplumlar sistemi, son 4-5 bin yıllık süreçte insanlık ve üzerinde yaşadığımız dünya için çok büyük bir kırılma oldu. Hiyerarşik bir düzen, insanlık tarihinin yaklaşık olarak son 15 bin yılına tekabül etse de sistemli olarak 4-5 bin yıldır hüküm sürüyor diyebiliriz. Sistemin en önemli özelliği devletlerdir. Marx yazılı tarih için ‘sınıf mücadeleleri tarihidir’ derken devlet için ise ‘bir sınıfın diğer sınıflara baskı aracıdır’ tespitini yapar. Bu bilimsel düşünceler yazılı tarih boyunca ‘zor’ faktörünün ne kadar önemli olduğunu anlatır. ‘zor’ genel olarak savaş, katliamlar, soykırımlar ve barış şeklinde karşımıza çıkar. Hukukta ise suç ve ceza mahkemeleri ve zindanlar ve idamlar olarak görünür.
Sınıfların ortaya çıkması tam olarak tarihlenemiyor bu konuda değişik birçok görüş var. Hem sözlü hem de yazılı tarih ezenlerin ve ezilenlerin geleneğini birlikte oluşturmasının hikayeleriyle dolu. İnsanlığın yapay ve iradi olarak biriktirdiği bu sınıf kültürü her iki geleneğin birbirine dönüşme potansiyelini de içinde taşıyarak günümüze kadar ulaştı. Sınıflar insanların kendine yabancılaşmasına neden oldu çünkü doğal yaşama kurallar kondu. Bu kuralları koyan ve adım adım müdahale eden ve kurgulayıp öğreten ezenler, “bu halin” devam etmesi için ellerinden geleni yaptılar ve hala da yapıyorlar.
Tarıma geçmek tamamen olmasa da tahılın tarım kültürüne eklenmesiyle birlikte sınıflar belirmeye başladı. Haritada gördüğümüz yeşil adacıklar tarım yapılan bölgeler. Onun dışındaki uçsuz bucaksız alanlarda komünal yaşantı sürüp gidiyordu. Deyim yerindeyse küçük özel ‘yeşil’ alanlar yeryüzünün her tarafında devleti olmayan insan toplulukları tarafından kuşatılmıştı. Yani sınıflar dünya yüzüne birdenbire inip bir anda her yeri sarmadı. Tüm bölgeleri incelediğimizde yerleşime geçilmesi taş çatlasa 20 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. 350 bin yıllık insan geleceğinin içinde nedir ki bu süre.
Bilinenin aksine yerleşme tarımla da beraber başlamadı aslında. Ancak şöylesi bir dönüşüm oldu: tarımla başlayan yerleşim değil, tam tersine yerleşmeyle birlikte başlayan tarım vardı ürünler ortaklaşa paylaşılıyordu. Fazla ürünlerin trampası zamanla bazı bölgelerde ticaretin gelişmesine yol açtı. Amerika ve sahra altı Afrika kıtası hariç sadece belli merkezlerde ticari yoğunlaşmalar oldu. Ticaret bu bölgelerde insanları bir arada tutmaya yarayan kutsalların bileşkesi olan inançları güçlendirdi. İnançlar örgütlenerek değişik oluşuma yol açtı ve tapınak devletleri kuruldu. Buna rüşeym halindeki devlet diyebiliriz. Çünkü burada oluşan hiyerarşik yapı daha sonraları da şehir devletlerine dönüştü. Artık ‘yazılı tarih’ başlamıştı. Bulunan ilk yazılı tabletlerin büyük çoğunluğu, borç ve alacak durumunu gösteren yazıtlardı. Bundan sonrası için yazılı tarih ‘sınıf mücadeleleri tarihidir’ ve tarihseldir geçicidir kalıcı değildir.
Ezilenler ise ezilmeyi kolayca kabul edemedi, yazılı tarih boyunca her fırsatta değişik biçimlerde kendisini ezenlere karşı çıktı ve mücadelesini sürdürdü. İnsanların köleleştirilmesi için ‘zor’ faktörü dayatıldı. Bu süreçler hep ölümlere katliamlara soykırımlara yol açtı. Yani savaşarak doğamızın gerekliliği olan temel yaşam ve üreme özelliklerimizi yerine getiremiyorduk. Doğamızda asla şiddet yoktur diyemesek te biyolojik doğamız bambaşka yola yaşama ve üremeye meyilliydi. Öğrenilen kültür elbette önemli ama biyolojimizi de inkar edemeyiz. Aslında türümüzün bireyi olarak hızlı ve güçlü değiliz. Doğamızdaki zayıflık da buraya işaret ediyor yine de el ele tutuştuğumuz için bir şeyleri başarabiliyorsak bunu sosyalleşmeye borçluyuz diyebiliriz; kaba kuvvetle hiçbir şeyi çözemedik çözemeyiz, birlikte olmak zorundayız. Dayanışma bize yaşam macerasında anlam yükleyen yegane şey.
Ezilenlerin geleneği, ezenlerin öğretisiyle yıllarca içinde yaşadığımız sınıfların bulunduğu ”olağanüstü hali” hayatın tek gerçeğiymiş gibi öğretti. Oysaki ezeni ve ezileni olmayan komünal toplulukların 350 bin yıllık deneyimleri, sınıflı toplumlar sisteminin nesnel olarak ‘olağanüstü hal’ olduğu gerçeğini gözler önüne sermekte. Olağan hal, doğal hal, insanın çok daha uzun macerasında yaşamı daha huzurlu, doğaya uygun şekilde sürdürmek. Yok etmek neden bir düstur olsun ki?
Toplu katliamların, sınıflaşmanın tarihiyle bir paralelliği olup olmadığı konusunda ise yaptığım çalışmalarda çok miktarda örneğe rastladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Sınıfların ortaya çıkması ezenlerin ve ezilenlerin geleneğini birlikte oluşturması da buna kaynaklık ediyor. Hem ezenlerin hem de ezilenlerin geleneği birbirinden öğrenerek gelişip serpilmiş. Her iki gelenek birbirine dönüşme potansiyelini de içinde taşımış ve zaman zaman barış ve savaşlarla devam etmiş.
Bütün bunlara cevap aramak için insanların neden sınıfsal hiyerarşiye yöneldiği sorusuna yanıt aramak beni bu sahada çalışmaya itti.
İnsanlara “hayatın kurallarını” öğreten dikte ettiren ezenler, “halin” sürekli olarak devam etmesi, dönüşmemesi için ellerinden geleni yapmışlar ve hala da yapıyorlar. Özgür irade insanın ve canlının en önemli özelliklerinden biri. İnsanın bilinç deneyimleri hem bireye hem insanlığa dayatılan bu yaşam biçimlerini kabul etmeyip yazılı tarih boyunca değişik biçimlere bürünerek sınıf mücadelesini hep diri ve canlı tuttu.
Ezilenlerin de geleneği tıpkı ezenlerin geleneği gibi her gün içinde yaşadığımız durumun, hayatın gerçek kuralları olduğunu yanılgısını aşamadı. Ezenlerin eline geçirdiği güç gerçekliğin ne olduğunu sorgulamaya fırsat vermedi. Oysaki ezen ve ezilenin olmadığı komünal topluluklar 350 bin yıllık geçmiş deneyimleri bu durumun nesnel olarak ‘olağanüstü hal’ olduğu gerçeğini gözler önüne seriyordu.
MEZOPOTAMYA VE BEREKETLİ HİLAL
İnsanlık vahşet dönemini ticaretle başlayan ve beraberinde toplu katliamları, yağma ve hırsızlıkları üreten şehir devletlerini gördü. Soykırımlar tarihte süregelen sınıf mücadelelerinin önemli örneklerinden oldu. Sınıfsal çıkar kaynaklı kin, nefret, etnik, mezhepçi, dini, milliyetçi, ırkçı, ‘kan davası’ gibi zihinsel gerekçelerle ortaya çıkan bütün soykırım ve katliamların altında mülkiyet sorunu yatmaktaydı.
Olaylara bakarken zaman ve mekan faktörünün ne kadar etkili olduğunun altını çizmek gerekir. Verimli Hilal içinde kalan bölgeler her dönemde bu çatışmalardan payını almış. Tahılın kültüre alınıp evcilleştirildiği bu bölgeler ve özelikle ‘altın üçgen’ son 4-5 bin yıldır kanla sulanmış.
Verimli hilal mekan olarak yerleşmeyle birlikte başlayan ve zamanla bu bölgelerde tarımın gelişmesinin kalbi. Yaklaşık 15 bin yıl öncesine tarihlenen bu dönem ‘tarım devrimi’, bölgelerde insanları bir arada tutmaya yaradı. İnsanlar inançlarını özelleştirip güçlendirerek ayrı topluluklar oluşturdu. Bu süreçte öncesinde ilk rahip devletleri, ilk şehir devletleri, ilk ticaret yolları, nehirlerin denizlerin ticaret yolu olarak kullanılması gerçekleşti. İlk göç yolları Afrika’dan başlayan Asya ve Avrupa’ya yayılmanın kavşağı da olan Verimli Hilal, Asya’dan Amerika’ya geçiş gibi ilk modern insan eylemliliklerinin de kaynağı oldu.
DÜNYANIN EN HIZLI KURULAN MODERN SINIFLAR SİSTEMİ: KAPİTALİZM
Başlangıçta Avrupa Asya ve Kuzey Afrika’da insanlığın macerası sürerken yerleşmeye bağlı tarım ve tarımla gelişen ticaret yollarında şehir devletleri devletsiz ve sınıfsız topluluklar tarafından çevrilmişti. Bu tarım adacıklarından geniş hanedan imparatorluklarına evrilen zor güçleri hastalıkların ve zulmün katlam ve soykırımların karmaşası içinde 4 bin yıl basit yeniden üretim yaşantısı içinde sürdü gitti. Afrika’nın güneyi – Sahra altı – 1453’te İstanbul’un el değiştirmesinden sonra Portekiz ve Hollandalı gemicilerin Hindistan’a doğru Afrika üzerinden yelken açmasına yol açtı. Güney Afrika’daki her yer birer birer sömürgeleştiridi. Asya’dan Avrupa’ya uzanan ticaret yolları Müslümanların eline geçince, Hristiyan Avrupa Hindistan’a ulaşmak için yeni bir yol aramaya başladı. ‘Tesadüfen’ Amerika kıtasına rastlamaları ise bir dönemi kapatıp, yeni bir dönem açtı.
Dünyanın en hızlı ve büyük değişimleri 1492 yılında Amerika kıtasının bir adasına Atlas okyanusundan ayak basılmasıyla başladı. Bu değişim feodal imparatorluklar için sonun başlangıcı oldu. ‘keşif ‘olarak adlandırılan bu gidiş daha önce yolu oraya düşmüş ve huzur içinde yaşayan yerlilerin hayatını değiştirdi. Amerika kıtasında kendi hallerinde yaşayan insan topluluklarına, saldıran bu ‘keşifçiler’ katliam deneyimlerini farklı yollarla buraya aktardı. Birinci Haçlı Seferine çıkan 1099 yılında Avrupalılar Kudüs`ü ele geçirdiklerinde kentin 70.000 civarındaki Müslüman ve Yahudi sakinlerini kılıçtan geçirenler, bu sefer de uygarlık ve din adına hem güney hem de kuzey Amerika’da görülmemiş zulüm, katliam, soykırım uygulamaya başladı. Barutu daha önce keşfetme avantajını kullanan bu güçler, milyonlarca insanın birkaç yüzyıllık sürede toplu katliamına sebep oldu. Bu katliamlarla o topraklardaki zenginliği Avrupa’ya ya taşıyanlar, dünyanın hemen her yerinde ezilenleri kontrol gücüne sahip ezenler şeklinde tarih sahnesinde yerini aldı. Aynı yıllarda Avrupalı denizcilerin Hindistan`a Afrika`yı dolaşarak deniz yoluyla ulaşabilmeleri ve oradaki ticaret odaklarını ve yollarını ele geçirmeleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun başka bir ifadeyle Osmanlı Devleti’nin ve İran’ın ticari alandaki üstünlüklerine son vermiş, deniz ticaretinde Avrupalıların üstünlüğü ele geçirmesini sağlamış. Eski ticaret yolları İstanbul’un el değiştirmesinde sonraki 50 yıl içinde yön değiştirerek üzerinde güneş batmayan yeni imparatorluklar oluşturuldu.