Sevgili Mehmet, Gazete Manifesto’ dan TKP’ nin 100. yılı ile ilgili röportaj yaptılar. 10 Eylülde basacaklarını söylediler. Ancak röportajı basmadılar. Röportaj metnini ekte gönderiyorum, basmama gerekçelerini ise aşağıya yapıştırdım. Uygun görürseniz yazıyı gerekçesiyle beraber grupta paylaşırmısınız?
Selam ve sevgiler…
Behzat
From: Gazete Manifesto <habermerkezi@gazetemanifesto.com>
Sent: Thursday, September 10, 2020 12:05:13 PM
To: behzatkv@hotmail.com <behzatkv@hotmail.com>
Subject:
Sayın Behzat Kocavardar,
Gazete Manifesto olarak Türkiye’de komünist hareketin 100. yılı vesilesiyle bir dizi emektar partiliye ulaşıp 100. yıl duygularını ve Parti’ye dair anekdotlarını okurlarımızla buluşturmaya niyet ettik.
Sonrasında kitaplaştırmayı da düşündüğümüz bu ‘canlı tarih anlatımı’ çalışmasında sizlerin de görüşleri yayın kurulumuza ulaştı.
Parti’ye dair, Parti’nin politikalarına dair, Sovyetler ve Stalin’e dair kimi değerlendirmelerinizin nesnel eleştiri sınırlarını bir hayli aştığını; bu sebeple de böyle bir şahsi değerlendirmeye hem Manifesto’da hem de ilgili kitap çalışmamızda yer vermeyi uygun görmediğimizi üzülerek bildiririz.
Gazete Manifesto
+90 530 775 1917
habermerkezi@gazetemanifesto.com
RÖPORTAJ
Behzat KOCAVARDAR
Soru: 100. Yılda TKP tarihini konuşurken söylemek istedikleriniz nelerdir?
En öce, TKP Tarihinin SBKP ve III enternasyonal tarihinden Bağımsız olmadığını söylemek zorundayız..
Sonra da; Teorik, ideolojik, politik ve örgütsel her alanda örgütlü bir YÜZLEŞME yapılamamış olmasının getirdiği handikapları yaşadığımızı söylemek gerekiyor.
Bu handikapların başında Komünist, devrimci ve sol hareketlerin; Somut siyasete müdahale edemeyen bölük-pörçük hallerinin yanında, kitleler nezdinde siyaseten inanılırlığını ve güvenilirliğini yitirmiş olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Yetmiyor. Yanına Teori-İdeoloji-politik ve örgüt anlayışlarımızda yaşanan kirlenmeleri not ederek; bütün bu alanlardaki edilgen hallerimizin (dışımızdaki olumsuz etmenlerin: Sovyetler Birliği’nin çöküşü, bağlı olarak sınıf mücadelesinin dünyada gerileyişi vd.) kendi geçmişimizin bugüne yansıması olduğu gerçeğinin altını çizmemiz gerekiyor.
Tam da bu noktada 12 Eylül faşizmi turnusol oluyor. İlk anda TKP faşist diktatörlük diyemiyor/demiyor. Faşizme geçit yok belgimize rağmen karşı mücadeleyi örgütleyemiyoruz.
İdamlar, Cezaevi direnişleri (özellikle Diyarbakır), kısmi yerel protestolar dışında; TKP’nin sınıf içi onca gücüne rağmen, genel ya da işkolu grevleri/direnişleri, stratejik fabrika veya semt direnişleri görülmüyor/olmuyor.
Bu yüzden 12 Eylül yenilgisi siyaseten onursuz bir yenilgi oluyor.
12 Eylül öncesi 1 Mayıslarda, MC hükümetlerine karşı üniversite işgal ve boykotlarında, MESS’e karşı maden-İş grevlerinde, Maraş-Sivas-Çorum katliamlarında, Fatsa da, Tariş ve Gültepe direnişlerinde komünist-devrimci ve diğer sol güçler hem kendi aralarında BİRLİKTE yürürlerken hem de kitlelerle birlikte mücadele ettiler. Aynı dönem Farklı olmanın büyüsü, pratiğin dayatmasına rağmen ve öylede olan ”birlikte mücadele”,”solda birlik”,” Komünistlerin birliği” vb. konular bir türlü teorileştirilemiyor.
Bu durum 12 Eylül, bütün solu ters ayakta yakalıyor. Yenilgi kaçınılmaz oluyor.
Evet, 12 Eylül faşizmi solun üzerinden bir buldozer gibi ezip geçti. Can derdine düştüğümüz doğru. Bunlar bu günkü acizliğimizi açıklamaya yetmiyor. Esas olarak faşizme karşı mücadele için, siyasal ve örgütsel biç bir hazırlığımızın olmadığı gerçeğini samimiyetle kabul etmemiz gerekiyor.
Diğer kırılma noktalarına dönersek; ’73 e kadar ağır illegal koşullarda cılız bir hareket olarak varlığını sürdürebilen TKP,’73 Atılımıyla birlikte çok önemli bir çıkış yapıyor. Bu aynı zamanda partinin yurt içi önderlerinden olan Behice Boran, M.Ali Aybar, Mihri Belli ve Dr.Hikmet Kıvılcımlı vb. gibilerin ve diğer devrimci hareketlerin sağ kalan önderlerinin hazır cezaevindelerken önlerini kesmeye yönelik bir tutum alış oluyor. Aftan önce çarçabuk TSİP kuruluyor. Bütün bu kadrolar 74 affıyla dışarı çıkıyor. Ayrı ayrı partileşiyor. Bu partilerin gerek DİSK içinde gerekse DİSK dışında İşçi sınıfı içinde, sendikalarda var oldukları biliniyor. Hasta olan Dr. Hikmet kıvılcımlı’ tedavi için Bulgaristan’a geçişi Bizzat İ.Bilen tarafından engelleniyor. Bu gelişmeler Sınıfın siyasal birliğini zehirliyor, bölüyor.
’76 yazında Partileşme süreci yaşayan Öncü hareketi ve GSB’ nin katılımıyla güçlenerek şahlanan TKP, 1 Mayısları gövde gösterisine dönüştürüyor. Ancak, 1977 1 Mayıs alanına HK ve diğerleri sokulmak istenmiyor. Karanlık güçler eliyle kana bulanıyor. Sol içi kavgaların alevini körüklüyor.
MC’ ye karşı DİSK’e UDC (ulusal demokratik cephe) çağrısı yaptıran DİSK’li parti kadroları, DİSK’ i parti yerine koyduklarını farkına bile varamıyorlar.
DİSK’te önce TİP’ li sendikaların sonrada Maden-İş’in ihraçları ile ASİS sendikasının DİSK dışında tutulması. ’79 1 Mayısı’nın Taksim Meydanında, İzmir Merkez ve İlçesi Karşıyaka’da olmak üzere ayrı ayrı kutlanıyor olması; 12 Eylüle kadar önder kadroların “ön alma-ön kesme” sarkacında gidip gelen süreçler, Bu günden bakıldığında; işçi sınıfının enerjisinin tüketilmesi, Bölünerek güçsüzleşmesi anlamına geliyor. Yenilginin taşlarını döşüyor.
İS (İşçinin Sesi gurubu) ayrışmasına özel bir parantez açmak gerekiyor. Ayrışma temeli İS’nin tamamen siyasal bir taktik değişikliği önerisi olan “devrimci durum var” tespiti üzerine kopartılan fırtına, partiyi yeni bir bölünmenin eşiğine getiriyor.
Burada, Pavli adası konferansı sonrası Yakup Demir dışında, Nazım Hikmet ve diğer katılımcıların Troçkist hain ajanlar olarak partiden ihracını hatırlamamız gerekiyor. Ne için? Öz olarak seçimli kongre istediği için!..
Siyaseti teorize teoriyi de politize eden geleneğimiz, farklı siyasal fikirleri hiç hazmedemiyor. Bölünme/ayrılma nedeni sayıyor. Kabul etmiyor.
“Dağdan geldin bağdakini mi kovuyorsun” söylemi fiziki şiddete kadar varıyor.
SBKP uygulamaları benzeri farklı görüşleri “kapı önüne” koyan anlayış “arına arına” güçlendiğini sanıyor. Tabii ki böyle olmuyor. Tam yersine “arına arına” bölündüğümüzü, parçalandığımızı yüzümüze vuruyor.
Kahveye çıktığınızda sevmediğiniz/istemediğiniz kimselerin masasına oturmazsınız. Bu kişiler de sizin masanıza oturmazlar. Oturursanız/otururlarsa “hır” çıkar. Israrda cinayet. Böylesi feodal anlayışları/uygulamaları gelenekselleştirdiğimizi söylersek fazla ileri gitmiş sayılmayız.
Büyük Ekim Devrimi sonrası Tarihe ilk Bolşevik katliamı olarak geçen Kızıl Ordunun Kronştat baskını ve Devrim yapan partinin MK’sında yeralan birkaç kişi dışında hemen hemen herkesi kurşuna dizdirten Stalin, Troçki’yi ta Meksika’da baltalatıyor. Bu da size feodalin “bizden değil”i oluyor.
Burada Enternasyonalizm anlayışımıza dair bazı şeyler söylemek isterim. II. Enternasyonal başkanı Kautsky ve Alman partisinin Almanya parlamentosunda savaş ekonomisini destekleyen tamamen siyasal olan kararı yüzünden kopan fırtına kasırgaya dönüşüyor. Sorun yine siyasetle içerde çözülebilecekken, Zimmerwald konferansı üzerinden; küstüm, Alır başımı giderim kolaycılığı ve dünyanın sonu geliyormuş gibi bir tavırla, II. Enternasyonalden kopuşun zemini hazırlanıyor.
1919 da Moskova’ da kurulan III. Enternasyonal, bolşevikleşmenin 21 şartını partilere dayatması Dünya işçi sınıfı hareketinde büyük bölünmelere Yol açarken diğer yandan Mussolini ve Hitler’in iktidarına zemin hazırlıyor.. Adeta bölme/bölünme zehiri ile beslenen “proletarya enternasyonalizmi”(!), yerini ‘yaşasın Sovyetler Birliği’ ne bırakıyor. Bunun sonu Rus milliyetçiliği oluyor. Böylece enternasyonalizm anlayışımız sakatlanıyor.
Zaman ve yer darlığı yüzünden daha fazla değinemediğim yukarıda açıklamaya çalıştığım konulara yenileri de eklenerek; Teori-ideoloji-siyaset ve örgüt anlayışlarımızın epey kirlendiğini söyleyebiliriz.
Soru: Partili olarak hangi çalışmalarda bulundunuz?
Babam ’65 seçimlerinde TİP’ ne çalışıyor, Bizim Radyo’yu düzenli dinliyordu. Akşam ve Cumhuriyet gazetelerini okuyorum. Bergama Lisesi son sınıfta, ’68 eylemliliklerinin de etkisi ile TÖS boykotuna destek için öğrenci dayanışma boykotu düzenledik. Süleyman Genç’in önderliğinde CHP’nin düzenlediği Ege bölgesi Tütün Kurultayına konuşmacı olarak katıldım. ‘71’de E.Ü. Ziraat Fakültesi’ne girdim. Yeni Ortam Gazetesini okuyordum.
TSİP’ in kuruluş çalışmalarına İzmir’de katıldım. İzmir ilin ilk kongresinde yönetime girdim. TSİP olarak 74-75’ te Şark Sanayi, Kimtaş, Tariş üzüm ve BMC işçilerinin direnişlerini desteklerken, Hem sınıf içinde hem de gençlik içinde ÖNCÜ hareketi ve GSB şekillenip güçleniyordu. Altındağ, Çamdibi, Zeytinlik, Gümüşpala, Hatay semtlerinde Kültür-Dayanışma Dernekleri ile Ege Üniversitesi Ziraat, Tıp, Fen ve Mühendislik Fakültelerinde öğrenci derneklerinin kurulmasına önayak olduk/kurduk. İzmir Bornova, Bergama, Turgutlu ilçelerinde GSB Şubelerini kurduk. GSB İzmir şubesinin I. Kongresinde yönetime girdim. Bölge ve semtlerde İşçi gençlik öğütlenmesi sorumlusu olarak görev yaptım.
İKD İzmir Şb. Kuruluşu, daha TKP’ye katılmadan önce ÖNCÜ sayesinde gerçekleşmiştir.. TÖB-DER, TMMOB, DİSK’e bağlı Lastik-iş, Petkim-iş vb. Birçok kitle örgütleri İzmir’de ve bölge düzeyinde; ya ÖNCÜ’nün elinde yada etkisi altında bulunuyordu.
İzmir Merkez, Ödemiş, Salihli, Turgutlu ve Nazilli’de İşsizlik-pahalılıkla mücadele, Bağımsızlık-demokrasi ve sosyalizm için dönemin en yığınsal mitinglerini yaptık. Turgutlu mitingi için görevli gittim. Miting başlarken HK ile yaşanan sürtüşme anında ben ve Hayri Bökü gözaltına alındık. Yürüyüş başladıktan sonra güzergah üzerindeki karakolun önünde oturma eylemi yaparak, yürüyüşçüler çıkmamızı sağlamıştı. HK’nin GSB ile birlikte bu oturma eylemine katılmış olduğunu hatırlıyorum. ’75 te Fuar Ekici Över gazinosunda yığınsal bir gençlik gecesi yaptık.
GSB olarak ’76 1 Mayısını Çamdibi’nde Şimdi MTK’nın olduğu tepede, bir gurup arkadaşlarla birlikte kutladık. Ardından Lastik-iş grevine dayanışma ziyareti yaptık.
’76 yazında ÖNCÜ Hareketi TKP’ye katılınca GSB olarak bizde katıldık. Aralık ayının sonunda Muhammet Aşık başkanlığında İGD İzmir Şubesini Basmane’ de kurduk. Ben yine semt ve işçi gençlik çalışmasını üstleniyorum. Ardından bölgede ardı ardına şubeler açıyoruz.
İGD’nin İzmir’deki kuruluş bildirisi, Maocu faşist- sosyal faşist tartışmasının/ çatışmasının fitilini ateşledi. İGD olarak Ege Üniversitesine girişimiz zorlaştı. Kurucu yönetim olarak görevden alındık. Yerine Tarık Demirkan Başkanlığında İGD Konak şubesi Kuruldu. Ben İGD bölge çalışmasına kaydırıldım.
İGD’nin kuruluşundan hemen sonra Karabağlar, Bornova, Karşıyaka, Altındağ semtlerinde Maden-İş grevleriyle dayanışma geceleri düzenledik.
TKP ile ancak ’79 yazında tanışabildim. Söke’de yapılan’80 1 Mayıs kutlamalarına gençlik sorumlusu olarak görevlendiriliyorum. 12 Eylül den önce Bölgeyi devrettim. Köy çalışmasına aktarıldım. 2. Kızılfener Operasyonu ile Buca’da yakalandım. Önceki yıllardan kesinleşen 1 yıllık cezamı yattım. Çıkar çıkmaz askere gönderildim. Parti ile bağım kesildi. Likidasyondan sonra Gümüldür süreci diye anılan sürece ve Mustafa Karakuş ile Kemal Alım’ ın çağrısı ile başlayan parti için girişim toplantılarına katıldım. Bu süreçler de daha sonraları akamete uğradı
Soru: TKP’ nin 100. Yılına dair neler söylemek istersiniz?
Bastan beri başlıklar halinde anlatmaya çalıştığım, hem faili hem de mağduru olduğumuz tarihimize yönelik değerlendirmeler ışığında yanlışı ve doğrusuyla, şanı ve şöhretiyle engin birikimiyle tarihe malolan TKP’nin; orasını burasını çekiştirerek değersizleştiren, Yeniden canlandırma çabaları beyhude çabalar olarak kalıyor.
Aynı suda ikinci kez yıkanılamıyor.
Bilindiği gibi; Tarih geçmişe yönelik anlaşılıyor/açıklanıyor. Geleceğe yönelik yaşanıyor. Bu yüzden, Teori, İdeoloji, siyasi ve örgütsel her alandaki kirlenmişliğimizden arınmamız ve rehabilite olmamız yönünde, daha gayretli ve ciddi çabalara ihtiyaç duyuluyor. Buradan kendi geçmişimizle örgütlü bir şekilde yüzleşmeden geleceği kuramayacağımız görülüyor.,
Nazım ustanın dizeleriyle bitireyim:
“..Ne ah edin dostalar, ne de ağlayın
Dünü bu güne, bu günü yarına
B A Ğ L A Y I N.”