Dördüncü yazımın sonunda kırk yıl önce bizde çok sözü edilen ve saflarımızda büyük tahribat yaratan revizyonist, oportünist, likidatör ve dönekler konusuna kısaca değineceğimi belirtmiştim. Beşinci yazıda buna değinemedim. Böyle bir yazı bekleyen Vahit Azizi yoldaştan özür diliyorum. O konuya gelebilmem için kronolojik bir düşünce silsilesi içinde altmış yıl öncesi kendi hayat deneyimimden yola koyulmanın daha uygun olacağını düşündüm.
İlk yazımda, ilk bakışta yadırganabilir, şöyle bir genelleme yapmıştım: TKP Türkiye’nin en eski partisidir. TKP’den tam üç yıl sonra 9 Eylül 1923’de Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuştur. Diyebiliriz ki Türkiyenin yüz yıllık cumhuriyet tarihi, esas itibariyle Cumhuriyet Halk Partisi ile Türkiye Komünist Partisi’nin ortak tarihidir. Yine yadırganmasın, daracık bakmamak için böyle bir genelleme yapmıştım.
TORUNLAR TKP’NİN MİLİTAN GELENEĞİNİ YENİ KOŞULLARDA SÜRDÜRÜYOR
Şunu da eklemiştim: Tarihsel TKP 1991’de sönümlendi. Ama TKP’nin tarihsel savaşımı ve militan geleneği, bugün çok sayıda Marksist sol parti ve öbek içinde, Halkların Demokrasi Partisi (HDP), ayrıca CHP’nin önemli bir bölümü içerisinde toplumun en az yarısını kucaklıyor. Teşbihte hata olmaz. Dedeler, nineler çoktan öldü, ama onların genlerini taşıyan evlatlar, torunlar militan geleneği yeni koşullarda daha canlı şekilde sürdürüyor. Hegel ve Marx’ın deyişiyle söylersek, tarihimizi soğuruyoruz (aufheben – supersede), onu içselleştirip diyalektik şekilde aşıyoruz. Tarihimiz doğrusuyla, yanlışıyla bir bütün olarak anamızdan, babamızdan, dedemizden kalan tarihsel ve politik bir mirastır. Geçmişten gerekli dersleri çıkarıp eski yanlışlara düşmemeye özen göstererek yolumuza koyuluyoruz.
Gençliğinde TKP’ye gelip de sonradan AKP’ye yanaşanlardan itirazlar geliyor. Yetmez ama evet yaygaraları altında FETÖ’cülere koltuk değneği olanlara soruyorum: Bugün kimden yanayız? Direnen avukatlardan mı yoksa rejimin polislerinden yana mı? Canan Kaftancıoğlu ile Selahattin Demirtaş’tan mı yanayız, yoksa onların özgürlüğünü hiçe sayanlardan mı? Bana göre, TKP bugün polis kalkanına, polis copuna karşı direnen avukatların beyninde, genç aydın ve hukukçuların, başka bir deyişle çağdaş entellektüel proletaryanın yüreğinde, gönlündedir. Tarihsel TKP bugün bütün toplumun kılcal damarları içindedir.
Yine daha geniş düşünebilmek için bazı ipuçları vereyim: TKP’den çok sayıda sol evlat ve torun çıktı. TÜSTAV’ın arşivinde ve yayınlarında hepsini bir araya getirdik, dün birbiriyle didişen çeşitli öbekleri tarih içinde birleştirdik. Cumhuriyetin ilk 22 yılında tek parti olan CHP daha sonra kendi içinden önce Demokrat Parti’yi, ardından ortanın göbekçisi Güven Partisi’ni doğurdu. Adnan Menderes’in siyasi yaşamının yarısı CHP içinde geçmiştir. (A. Yavuz Ergun’un CHP’li Menderes kitabını salık veririm.) Demokrat Partiden de Adalet Partisi, Anavatan Partisi, vesaire türedi. Günümüzün sağcılarının ahfadı, ön sülalesi ise CHP’nin sağ kanadına uzanır.
ARTIK YERİNDE YELLER ESEN RÜZGÂRLI SOKAK
Bu kısa girişten sonra yazıma kendi yaşamım üzerinden devam ediyorum:
1958 yılında 16 yaşımda Kayseri’den Ankara’ya geldim. Lise öğrencisiyken hemen Rüzgârlı Sokak’ta gazetecilik dünyasının içine daldım. Bu sokak, bir zamanlar Ankara’nın Bâb-ı Âlisi diye bilinirdi… Şimdi sokak sözcüğü kalkmış, sadece bir Rüzgârlı levhası var, ama yeller esiyor Rüzgârlı Sokak’ın yerinde… Her taraf yapı ve hırdavat malzemesi satan dükkânlarla dolu. Çok az insan hatırlar ama Rüzgârlı Sokak bir ölçüde Ankara TKP tarihinin de bir parçasıdır.
Demokrat Parti’nin Zafer, CHP’nin Ulus gazetelerinin merkezi buradaydı. Öncü, Yenigün, Kudret, Ankara Telgraf, Hâkimiyet, Medeniyet gazeteleri burada çıkardı. Metin Toker’in Akis dergisi Ove Han’daydı. İrili-ufaklı bütün basımevleri adı geçen sokaktaydı.
Doktor Metin Özaslan Rüzgârlı Sokak’ı şöyle anlatıyor:
“Nerededir Rüzgârlı Sokak? Ulus Meydanı’ndan, kadim Çankırıkapı’ya doğru, Cumhuriyet Başkenti’nin Müdafaa-i Hukuk Caddesi’ne (Çankırı Caddesi) hareketlendiğinizde, hemen sol tarafta, ucunu caddeye vermiş, hafif bir kavis alıp uzayıp giden ve öteki ucunu Akköprü Caddesi’nde bulan sokağın adıdır… Öyle ki, Ankara’daki yer isimleri repertuarı için oldukça uzak bir tarih olan 1930’lu yılların kent planlarında sokağın adı “Rüzgârlı Sokak” olarak yazılıdır. Gelgelelim 1960’ların başında yapılan bir değişiklikle sokağın adı “Şinasi Sokak” oluveriyor. Neyse ki bu durum uzun sürmüyor, sokağımız yine önceki adına avdet ediyor… Rüzgârlı’nın Şinasi olması, Ankaramızın bu “özel” sokağının o dönemki işleviyle oldukça uyumludur. Nadiren de olsa zarf ile mazruf tutturulmuştur. Zira, o dönemlerde Ankara basınının kalbi olan bu sokağa Türk basın tarihinin büyük ismi gazeteci Şinasi Efendi’nin adı verilmiştir. Keşke, o dönemlerde sokağın bir yerinde Şinasi Efendi’nin bir de heykeli dikilmiş olsaydı.”
Rüzgârlı Sokak bir başka türlüdür. Habere koşan gazeteciler yoktur artık… Yazıhanelerden daktilo, matbaalardan baskı sesleri kesilmiştir artık… Bir zamanlar tıkır tıkır çalışan “Ankara Basını” denilen ve bir nevi “kent hafızası” olarak da işlev gören organa giden damarlar tıkanmıştır. Ankara gazeteleri ve bu gazetelere kucak açan Rüzgârlı Sokak, Şinasi Efendi’nin mirasçılarına ait değildir artık. Kaldı ki, Ankara’nın gazetesi de kalmamıştır bugün… Ve Rüzgârlı Sokak gazeteleri, yaşanmışlığıyla sadece bir-iki kuşağın “özel” insanlarının hafızalarına kayıtlıdır. Rüzgârlı Sokak hikâyeleri, biraz da kitaplarda, yazılarda, filmlerdedir. En kısa ifadeyle artık “tarihtir”.
Rüzgârlı Sokak yetiştirdiği çok sayıda basın mensubuyla adeta bir basın okulu olarak da işlev görmüştür.
İLHAN SELÇUK’UN YÖNETTİĞİ GÜNLÜK SPOR GAZETESİ
Kayseri Lisesi’nin orta kısmında başlamıştım, gazeteciliğe demeyeyim de, gazetelere yazı yazmaya… İki yıl hiç para almadan amatörce yazılar yazdım. Kayseri’deki futbol maçlarının sonuçlarını her hafta İstanbul’daki Günlük Spor gazetesine mektupla gönderiyordum… Osman Kermen’in sahibi, İlhan Selçuk’un yazı işleri müdürü olduğu, adı üstünde, her gün altı sayfa çıkan bir gazeteydi Günlük Spor…
Halûk San ile Cem Atabeyoğlu spor tarihini yazdılar, geçmiş yıllarda o gün sporda neler olduğunu hatırlattılar. Orhan Ayhan yıllardır eski sporcuları tanıttı TRT’de… Ben de 1958-59 döneminde Günlük Spor gazetesinde bir yılı aşkın süre Geçen Yıl Bugün diye bir köşe yarattım kendime. Lise öğrenimim süresince yazdığım bine yakın yazının 300 küsuru Geçen Yıl Bugün köşesidir.
Geçmiş gün, Yeni Kayseri gazetesinde de galiba birkaç yazım çıktı. Kayseri Basın Tarihi adlı kitabında Yargıtay üyesi, eski Ürgüp Cumhuriyet Savcısı Ali Rıza Önder adımdan da söz ediyor.
Kayseri’de çıkan Filiz dergisinde Mehmet Başaran’ın Karşılama kitabını tanıttığımı çoktan unutmuştum. Ama Hüseyin Erçelebi’nin doktora tezinin dipnotunda bu tanıtıma gönderme yapılınca hatırladım. 1958 yılındaki Türk Folklor Araştırmaları dergisini tanıtma yazıma değinildiğini yine bir yüksek lisans tezinde buldum geçenlerde. Bellek unutsa da arşiv unutmuyor.
Kâzım Yedekçioğlu Kayseri Lisesi orta kısmının son sınıfında 1956-57’de Türkçe öğretmenimdi. Yeni Erciyes dergisini çıkarırdı.
1959’da Adana’da yayımlanan Şölen dergisinde Şiirimizde Umut Verici Bir Gidiş başlıklı bir yazım çıktı. Gaziantep’te Meş’ale, Konya’da Çağrı, Adana’da Salkım dergilerinde, Hüsamettin Bozok’un Yeditepe dergisinde Edip Cansever’in altında (Nisan 1960), Varlık Yıllığı 1964’de, Mülkiye Dergisi 1964’de, 1960 tarihli bir takvimde şiirlerim yayımlandı.
Varlık Yıllığı 1964’de çıkan şiirimin üç dizesine Ceyhun Atuf Kansu Varlık dergisinde değinmiş, İşte o yorgunluk! Sabahlarımıza yansıyan en diri erkeklik işte o! / SANA BUNLARI DESEM BEN BİLMESEM / VE BANA HER ŞEYİ DESELER, BEN BİLMESEM dizelerini dikkat çekici bulmuştu.
Kemal Burkay’ın aynı yıllıkta çıkan İklim değişir, Akdeniz Olur, Gülümse / Bir Kedim Bile Yok Anlıyor musun şiiri ise daha sonra Sezen Aksu’nun sesinden herkesin dilinde popüler bir şarkı olmuştu.
ASIM BEZİRCİ’NİN “İKİNCİ YENİ OLAYI” KİTABI
1951 TKP dâvasının emektar tüfeklerinden Asım Bezirci Dost dergisinde Halis Acarı takma adıyla yazıyordu. Onun dil köşesi için üç yeni sözcük türetmiştim. “Pençe” karşılığı “güçkü”, “kadeh” karşılığı “içek”, “kürdan” karşılığı da “kurcan”. 1981’de TKP dâvası görülürken, Asım Bezirci sanırım Tercüman gazetesinde yayınlanan dâvanın iddianamesinde adımın geçtiğini görmüştü. Hiç tanımadığı müstakbel genç yoldaşının üç şiirini o titiz araştırmacı gözüyle en eski dergiler arasından bulup çıkarmış, daha sonra da İkinci Yeni Olayı başlıklı kitabına almıştı. Sanki uzaktan bir selam yollamıştı genç yoldaşına. 1993 Sivas toplu öldürümünde hunharca yakılan Asım Bezirci yoldaşı keşke görüp de ellerine sarılabilme fırsatını bulabilseydim o sıra.
Ahmet Âkif Tütenk Kayseri Lisesi orta kısmında 1957 yılında tarih öğretmenimdi. Derste “Çocuklar, Atatürk bizim en büyüğümüz ama unutmayın, başka ülkelerin de büyükleri var. Örneğin Lenin ile Gandi kendi ülkelerinin en büyükleridir” dediği için yobaz bir öğrencinin ihbarı sonucu Ankara’dan müfettişler gelip soruşturma yaptılar. Bütün öğrencilerin ifadesi alındı. Tütenk öğretmenimi sonuna kadar savundum. Ne var ki, bu değerli öğretmeni Kayseri’nin Tomarza ilçesine sürdüler. (Tarih öğretmenimin bir yakını, galiba babası Mehmet Âkif Tütenk 1919 Sosyalist İşçi Çiftçi Fırkası’nın kurucularından olmalıydı.) Sanırım Bayar-Menderes döneminin o karanlık yıllarında tarih öğretmenimin kişiliğinde TKP yaşıyor ve savaşıyordu.
Son Havadis gazetesinin bulunduğu Kültür Basımevi, Rüzgârlı Sokak’a girişte sağ taraftaydı, solunda da Pazar Postası‘nın bürosu olan bina vardı. M. Sunullah Arısoy’un Karapürçek adlı romanını tanıttım 1958’de Son Havadis’te. Sunullah Arısoy, bir teşekkür mektubu yazmıştı bana. 1925 doğumluydu. Ara sıra, Pazar Postası dergisine gelir, kendisiyle söyleşirdik.
1919 Erzurum Kongresi’nin mimarlarından Cevat Dursunoğlu gelirdi Son Havadis – Pazar Postası matbaasına, 1958’de Ankara’da. Muzaffer Erdost, Erdoğan Tamer ve Süleyman Ege ile sohbet ederdi. Daha sonra Bilim ve Sosyalizm yayınlarını çıkaracak olan Süleyman Ege yoldaşa 62 yıl ötesinden selamlarımı yolluyorum.
Mustafa Şerif Onaran’ı 1958 yılı yazında Pazar Postası idarehanesinde Muzaffer Erdost ile görürdüm. Yanında Turgut Uyar da vardı. Sohbetlerine zaman zaman kulak misafiri olurdum
Bedii Faik’in Bir Garip Ada kitabını tanıtmıştım 1958’de Son Havadis’te…
ANKARA TELGRAF GAZETESİ SANAT-EDEBİYAT SAYFASI
Fabian sosyalisti eski CHP’li bakan, Mehmet Barlas’ın da babası Cemil Sait Barlas’ın sahibi olduğu Son Havadis gazetesinden sonra Ankara Telgraf gazetesinde yazmaya başladım. 1959 ile 1960 yıllarında, 17-18 yaşında bir lise öğrencisiyken yaklaşık 60 hafta bu gazetede Sanat-Edebiyat Sayfası hazırladım.
Akşama doğru piyasaya çıkan gazete normal zamanlarda 1000 dolayında basılırdı. Ayda bir ya da iki kere milli piyango çekildiği zaman sanırım 5-6 bin satardı.
Gazetenin sahipleri şair Fethi Giray, Gazanfer Kunt ve Tuğrul Aşuroğlu idi. Fethi Giray tiyatro sanatçısı Suat Taşer ile birlikte Sulhe Selam kitabını yazmış, Demokrat Parti döneminde bir ara hapse girmiş, Ankara Hilton denilen tutuklu gazeteciler koğuşunda kalmıştı.
Şevket Süreyya Aydemir, Ankara Telgraf gazetesinin başyazarıydı. Nâzım Hikmet ile Valâ Nureddin’in 1921 TKP’sinden ve Lenin parti okulundan yoldaşıydı. 1959 yılında kaleme aldığı Suyu Arayan Adam kitabı o yıllarda düşünce hayatını sarsan ilk önemli kitaptı. Aydemir’in gazetedeki sohbetlerine tanık olurdum. Diyeceğim o ki, TKP’nin kuruluş yıllarında Nâzım Hikmet’le birlikte Moskova’da olan kadim bir yoldaş genç bir lise öğrencisinin yanıbaşında duruyordu.
Genç kuşakların o dönemin, 1958-1961 yılları arasının havasını biraz koklayabilmeleri için bu satırları yazıyorum.
CHP’nin Ulus gazetesi, Ankara Telgraf matbaasında basılırdı. Ankara Telgraf ile Ulus gazetesi aynı binanın içindeydi.1957 yılında çiçeği burnunda bir milletvekili olan Bülent Ecevit Ulus gazetesinde düzenli olarak yazardı. İki gazetenin ortaklaşa dar koridorundan koltuğunun altına sıkıştırdığı çantasıyla geçerken selam verirdi. Ecevit 34 yaşındayken ben 17 yaşımda gazetenin sanat-edebiyat ve spor yazarıydım.
Rüzgârlı Sokak’ın bir adı da Agâh Efendi Sokaktır. Agâh Efendi, Osmanlı döneminin büyük bir gazeteci-yazarıdır. Ankara Telgraf gazetesinde çalışan Cevat Oktay, 23 Şubat – 3 Mart 1989 tarihleri arasında Milliyet gazetesinde çıkan dokuz sayılık yazı dizisinde, Ankara’nın Bâbıalisi Rüzgârlı Sokağı anlatmıştır. Cevat Oktay, 23 Şubat 1989 tarihli Milliyet’te TKP’li Reşat Fuat Baraner’in eşi Suat Derviş’in ilk Kudret gazetesi dönemine değinir. Yazı disinde ayrıca gazetenin sahiplerinden şair Fethi Giray ile Tuğrul Aşuroğlu’nun da fotoğrafları vardır.
Sedat Usta sermürettip, Mustafa Usta operatör-dizgici, Kemal Gencer (Raşit ve Fethi Giray’ın yeğeni) mürettip, yani dizgiciydi. O zaman satırlar kurşun kalıplar halinde dizilir, sonra kalın mukavva matrislere çekilirdi. Kurşun dumanlarının zararlı etkilerini giderebilmek için dizgicilere bol bol yoğurt verilirdi.
Yaşıtım genç dizgici Kemal Gencer, Mustafa Usta’nın dizdiği kurşun kalıpları yerleştirirdi hazırladığım sayfaya gözümün önünde. Tashihleri matbaanın içinde bazen kurşun kalıpları tersinden okuyarak yapardım. Eğer bir harf yanlışsa, bütün satırın yeniden dizilmesi gerekirdi.
Saat 13:30’a kadar lisede derslere girer, sonra Ankara Kurtuluş’tan Ulus’taki Rüzgârlı Sokak’a gider, gece yarısına kadar gazetede çalışırdım.
FARKINA VARMADAN ESKİ TKP’LİLERİN ARASINA DÜŞMÜŞTÜM
TKP’li olduğunu bilmediğim Neriman Hikmet (Öztekin) her gün altı kişilik çalışma odasında karşımdaki masada otururdu. 1940’lı yıllarda TKP kadın hareketinin önde gelenlerinden birisi olduğunu nereden bilecektim o zamanlar.
Hikmet Tuna gazetenin dış politika yazarıydı. Rifat N. Bali 2014 yılında Hikmet Tuna’nın Hâtıraları’nı yayımladı. Hikmet Tuna’nın Almanca gazete ve dergileri okuduğunu biliyor, Neriman Hikmet ve Fethi Giray ile konuşmalarına tanık oluyordum. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Berlin’de yaşadığını, daha sonra Stockholm’e geçtiğini Bali’nin kitabından şimdi öğrenmiş oluyorum.
Menderes döneminde hapse atılmış olan Ulus gazetesi yazı işleri müdürü Ülkü Arman’ın eski nişanlısı Emel Aktuğ 27 Mayıs darbesinden sonra tek tek bütün Milli Birlik Komitesi üyeleriyle söyleşiler yapmıştı. Gazeteye aynı zamanda klâsik Batı müziği konusunda yazılar yazan Emel Aktuğ ile de aynı odayı paylaşırdık. Temmuz 2007’de öldüğünü Hıncal Uluç’un yazısından öğrenmiştim.
Ankara Telgraf gazetesi yazarı Köksal Bayraktar
Günümüzün ünlü avukatı, insan hakları savunucusu Köksal Bayraktar benden bir yaş büyüktü. Ara sıra gazeteye gelir, yazısını bırakır, 60 yıl önce onunla kısa sohbetler ederdik. Bayraktar, Fenerbahçe’ye karşı düzenlenen FETÖ şike kumpasının çökertilmesinde Profesör Ersan Şen ile unutulmaz bir hukuk savunması yapmıştır. Aynı zamanda Osman Kavala’nın avukatı olan Köksal Bayraktar’ın uzun yıllar ötesinden buradan hatırını soruyorum.
Yanılmıyorsam daha sonra vali ve Anayasa Mahkemesi üyesi olan Lütfi Fikret Tuncel de o yıllarda Ankara Telgraf gazetesine düzenli olarak yazardı.
Acılı Kuşak kitabını kaleme alan Cumhuriyet gazetesi yazarı, Kürdün Meyhanesi müdavimlerinden Mehmet Kemal Kurşunluoğlu’nun TKP’li olduğunu o zaman Zeki Baştımar’dan başka kim bilebilirdi ki?
Zamanın en ünlü ruh doktoru Rasim Adasal ile 19 Mayıs Stadı’nda maç seyrederdik.
Rasim Adasal (1902-1982)
MEHMET ALİ AYBAR’IN ATLETİZM MİLLİ TAKIMINDAN ARKADAŞI
Adasal basın tribününün bir sıra üstündeki şeref tribününde oturur, biz spor yazarları onun Girit şivesiyle olan konuşmalarını duyardık. Ankaragücü takımını tutar, santrafor Hayri yakın mesafeden gol kaçırınca “Hayri yine depti ha!” diye karşılıklı kahkaha atarlardı Raşit Giray ile. Spor yazarı ve daha sonra Boks Federasyonu Başkanı olan Raşit Giray, Mehmet Ali Aybar’ın atletizmde dört çarpı yüz metre bayrak yarışından milli takım arkadaşıydı. TKP stadyumların da içindeydi yani.
Gazetenin sahibi olan Fethi Giray’ın küçük kardeşi ve örnek bir kişi olan Raşit Giray’dan çok şey öğrenmişimdir. Sırıkla atlama Türkiye rekortmeni olan oğlu Ömer Giray ile kayınbiraderi Ankaragücü ve Galatasaray’ın gol kralı Ertan Adatepe’ye buradan selamlarımı yolluyorum.
Fethi Giray’ın yakın arkadaşı şair Ahmet Muhip Dranas da sık sık gelirdi gazeteye.
Kardır yağan üstümüze geceden,
Yağmurlu, karanlık bir düşünceden,
Kar yağıyor üstümüze, inceden.
Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.
Yukarıdaki dizelerin unutulmaz şairi Ahmet Muhip Dranas ile Kenan Harun, Şahap Sıtkı İlter’in söyleşilerine gazetede, 19 Mayıs Stadı’nda ve Beyaz Rusların sahibi olduğu Karpiç’de zaman zaman kulak misafiri olmuşumdur. Şahap Sıtki İlter ile Kenan Harun, Sait Faik’in yakın arkadaşı birer öykü yazarı idiler.
RÜZGÂRLI SOKAK’IN GAZETECİLERİ
Kemal Deniz her gün “Adliye Koridorlarında” başlığı altında yoksul emekçilerin mahkeme serüvenlerini yazardı.
Doğan Demirtaş ile sonradan Cumhuriyet gazetesi yazarı olan Yılmaz Gümüşbaş, polis-adliye muhabiriydi. Nurettin Tekindor Ankara Telgraf’ın magazin bölümünü hazırlardı. Tanınmış hikâyeci Erdoğan Tokmakçıoğlu sık sık gazetede yazardı.
O dönemden yaşayan galiba birkaç kişi kaldı. Yadırganmasın, Ankara basın tarihi aralarında eski tüfeklerin de bulunduğu bu isimleri unutmasın diye ayrıntılı olarak yazıyorum.
Spor servisi şefi Raşit Giray’ın yanı sıra, Ankara Telgraf’ta Şinasi Görk (ölümü Kasım 2007), Turhan Doğu (sonra hain bir cinayete kurban gitti), Haşim Evci (İzmir muhabiri), Muzaffer Özençel yazardı. Dodurgalı diye bilinen Hüseyin Çankayalı hem yan hakem, hem de gazetenin amatör küme maçları muhabiriydi.
Cezmi Başar (hakem), Veli Necdet Arığ (hakem), Zülbahar Sağnak (hakem) hepsi benim en az yirmi yaş büyüğüm ağabeylerimdi. Başka bir gazetede yazan hakem Sabahattin Ladikli bir maçtan iki gün önce bizim gazeteye gelmiş ve “bu hafta Lefter’i sahadan atacağım” demiş ve İstanbul’daki bir maçta Lefter’i sahadan atmıştı.
Cemal Saltık (1923-2013) Ankara Bölge Müdürü ve Ulus gazetesi spor yazarıydı.
Çok sevdiğim Arman Talay (1938-1998) ve ağabeyi Doğan Talay CHP’nin Ulus gazetesi spor servisini yönetirlerdi. O zamanlar Doğan Talay’ın ön adının Agop olduğunu bilmezdik. Yusuf Ziya Gedikli, Selçuk Sümer, Öcal ve Hıncal Uluç kardeşler, Oktay Kurtböke (sonradan Cumhuriyet gazetesi genel yayın müdürü), Kurthan Fişek spor yazarlarıydılar.
Halim Çorbalı, Merkez Hakem Kurulu Başkanı idi. Böyle bir kurul gerçekten var mıydı, bilmiyorum.
Belli başlı on gazetenin hakemlere verdiği notların ortalamasını alarak kendi kendime bir hakemler klasmanı oluşturmuştum ve her hafta hangi hakemin toplam kaç maç yönetip ortalama kaç yıldız aldığını gazetedeki köşemde yayımlıyordum. Yaşlı başlı hakemler, genç spor yazarının etrafında dolaşıp önyargılı gördükleri spor yazarlarının taraflı tutumundan şikâyetçi olurlardı. Ve futbol hakemleriyle ilgili yayımladığım istatistiklerin önümüzdeki maçlara hakem tayininde kendisine ışık tuttuğunu söylemiştir bana Halim Çorbalı.
Sonradan Ecevit’in Kültür Bakanı SBF’den birkaç sınıf büyüğüm Ahmet Taner Kışlalı Yeni Gün gazetesinde, ben Ankara Telgraf’da spor yazarıydık. Kışlalı 1999 yılında bombalı bir suikast sonucu barbarca öldürüldü.
Başkurt Okaygün, Güneş Tecelli, İzzet Aygün, Mustafa Özkan (ikinci dönem Adalet Partisi yanlısı Son Havadis’in sahibi), Savaş Kıratlı, Aydın Köker (yazar-spiker), Atilla Bartınlıoğlu, Güngör Yerdeş Rüzgârlı Sokakta ve 19 Mayıs Stadı basın tribününde sık sık rastladığım gazetecilerdi. Turgay Üçöz, Bekir Çiftçi, Yaşar Güngör, Yaşar Aysev, Teoman Karahun, Selçuk Altan, Abbas Goralı (foto muhabiri), Attila Onuk Rüzgârlı Sokak gazetecileriydiler. Günaltay Şibay, Yenigün’ün bisiklet sporu yazarıydı. Sonradan büyükelçi oldu.
Ülkü Arman, Ulus gazetesi Yazı İşleri Müdürü iken 1959’da tutuklandı. Nâzım Hikmet’ten sonra cezaevinde ilk açlık grevine gidenler arasındadır.
Beyhan Cenkçi (1935– 1993) Ulus’un yazı işleri müdürüydü. Birinci dönem sosyalizan Son Havadis gazetesinin genel yayın yönetmeni Erdoğan Tamer de (1934-2000), Pazar Postası’nı yöneten Muzaffer Erdost (1932-2020) gibi Veteriner Fakültesi mezunuydu.
Ankara basın tarihinin üç yılını doğrudan Şevket Süreyya Aydemir, Fethi Giray, Mehmet Kemal Kurşunluoğlu, Neriman Hikmet Öztekin, Ahmet Muhip Dranas, Orhan Suda, Şahap Sıtkı İlter, Kenan Harun, İlhan Tarus gibi tarihsel kişiliklerin arasında geçirdim. Bayar-Menderes döneminin basın özgürlüğünü ayaklar altına aldığı yıllarda gazetecilik denizinde kulaç atmaya başlamış, farkına varmadan eski TKP’lilerin arasında üç yıl eşsiz bir deneyim yaşamıştım. Konuya devam edecek, sırası gelince revizyonistler ve likidatörler konusuna da değineceğim.
24 Haziran 2020
Cavlı Çulfaz