Soru 1
Bir kere ‘bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demek, yeni bir şey söylemek, ‘orijinal bir söylemek’ değil. Söylenenin içini doldurmak gerekir. Neden ‘eskisi gibi’ olmayacağına açıklık getirmek gerekir. Hangi durumda geriye dönüş olur veya olmaz? Eğer söz konusu olan kapitalizmin, periyodik olarak tekrarlanan “devrevî” [konjonktürel] veya “yapısal” [sistemik] krizlerinden biri olsaydı, o zaman ‘geri dönüş’, ‘eskisi gibi yapmak’ da potansiyel bir olasılık olarak karşımızda dururdu… Lâkin bu bir kriz değil… Bir çöküş tablosuyla karşı karşıyayız. Malûm, kriz, genel denge durumundan bir sapma demeye gelse de, geri dönüşü, normale dönüşü, eskiye dönüşü de ima eder… İşte ‘şu krizi, bu krizi geçirmiş’ denir…Oysa çöküş, geri dönüşü olmayan eşiğin aşılması demektir…Fakat bir yanlış anlama riski de var. Çöküş ‘anlık’ bir şey değildir, zamana yayılan bir süreç, bir eğilim olarak anlaşılmalıdır. Bir üretim tarzının, bir uygarlığın çöküşü bir kuşun, bir geyiğin…ölümüne benzemez…
İyi de, neden böyle oldu? Neden bir çöküş tablosu ortaya çıktı? Zira, kapitalizm potansiyelini tüketti. Artık ‘yeni değer’, ‘fazla değer’, ‘artı-değer’ üretmekte zorlanıyor…Başka türlü söylersek, büyüyemiyor ve kapitalizm büyüyemezse çöküş kaçınılmazdır… Bilindiği gibi, kapitalizm sınırsız büyüme ve genişleme dinamiğine sahiptir. Varlığını büyümeye borçludur. Büyüme veya yok olma ikilemiyle karşı karşıyadır… Kapitalizm varlığını sınırsız büyümeye borçlu ama, bu dünyanın kaynakları sınırlı, sonlu… Kapitalizm hem iç çelişkilerinin bir sonucu olarak iç sınırına ve hem de ekolojik nedenle, dış sınırına da dayandı… Artık verili temel üzerinde kendini yeniden üretebilmesi mümkün değil. Velhasıl paradigma çökmüş bulunuyor…Eğer bir paradigma çökmüşse, yenisi ister istemez kendini dayatacaktır… İşte kritik soru bu aşama ortaya çıkıyor? Yeni bir paradigma ama nasıl sorusu…
Korona virüse gelirsek, ‘çöküşün’ nedeni korona virüs değil. Kapitalist dünya sistemi daha önce zaten iflah olmaz bir hastalıkla malûldü… Korona virüs, sadece resmi netleştirdi, kırılganlığın ne kadar derin olduğunu gösterdi… Kapitalizm 1970’lerin ortasında yapısal krize girmişti. Aradan geçen yaklaşık yarım yüzyıla bakıldığında, meğer o kapitalizmin nihai kriziymiş demek mümkün… Gerçi krizden çıkmak için neoliberal gericilik dayatıldı ama, o tarihten sonra hiçbir zaman ‘eski sağlığına’ kavuşamadı…Krizler birbirini izledi. 2007-2008 krizinden bu yana da kırılganlık daha da büyüdü. Küresel işçi sınıfını bulunduğu mevzilerin gerisine püskürtüp, reel ücretleri düşürerek kâr oranlarını restore etmeyi başardılar ama verimlilik ve büyüme bahsinde başarılı olunamadı…Artık kapitalizm ‘geleneksel faaliyet alanlarında’ yeteri kadar değerlenemiyor… Şimdilik bütçeyi, hazineyi, müşterekleri yağmalayarak, doğa talanını derinleştirerek vaziyeti kurtarmaya çalışıyor ama o yolun sonu yok…
Soru 2-
İnsanlar hızla verili kapitalist ilişkiler dahilinde durumlarının iyileşebileceği düşüncesinden uzaklaşıyorlar. Bu, bence son derece önemli.. Sistemin ‘meşruiyet’ üretme, dolayısıyla kitleleri ‘aldatma-oyama yeteneği de aşınmış bulunuyor. Ortada, her seferinde çözdüğünde daha çok sorun yaratan bir sistem var iken, başka türlü olması da zaten mümkün değildir. O zaman kim neyi nasıl yapabilir sorusu akla gelir. Artık işçi sınıfı XX. Yüzyıldaki gibi, sınıf mücadelesinin ve değişimin yegâne aktörü değil. Tabii bu işçi sınıfı mücadelesi önemsizleşti demek de değil. Neoliberal saldırı işçi sınıfının mücadele yeteneğini aşındırdı ama ekolojik hareket mücadele alanına dahil oldu. Tabii sınıf mücadelesi denklemine dahil olan yegâne yeni aktör ekolojik hareket değil, kadın hareketi, köylü hareketi, ezilen kimlikler, vb. bir dizi yeni unsur kapitalizmi aşma mücadelesinde yerlerini alıyorlar ve çok geniş ve çeşitlenmiş bir ‘cephe’ oluşmakta…’Çeşitlilik’ içinde mücadele birliğini’ oluşturmak, hayatî bir sorun haline gelmiş bulunuyor…Ekolojik hareket derken, ‘klasik ekolojik hareketi kastetmiyorum. Zira, geleneksel çevre hareketi, kapitalizmi sorun etmiyor… Kapitalizm dahilinde iklim krizinin, ekolojik yıkımın üstesinden gelinebileceği tespitinden hareket ediyor ki, reel bir karşılığı yok… Sonuç itibariye, eko-kapitalist… Oysa, ancak eko-sosyalistler kapitalizmi aşma mücadelesinde etkili olabilir…Yeni paradigmanın oluşturulması, yeni bir uygarlığa giden yolun aralanabilmesi için iki olmazsa olmaz var: Yeni politik öznenin oluşturulması ve ütopya zaafının aşılması… Esasen, neoliberal küreselleşme saldırısı ve Sovyet sisteminin çöküşü, bir ütopya zaafı ortaya çıkardı ki, ütopya son derecede önemlidir… Zira, insanların harekete geçiren ‘teorik bilgi’ değil, ütopyadır…Gerçi orada çökenin sosyalizmle bir ilgisi yoktu ama insanlar var olduğuna inanıyorlardı. Çöküş, sosyalist perspektifi bir umut olmaktan çıkardı. Dolayısıyla, yeni paradigmayı, yeni bir ütopyayı, daha doğrusu ütopyanın canlandırılmasını da var sayıyor…
Soru 3
Bir kere Türkiye’de sol hareket baştan itibaren sorunluydu. İdeolojik geri planını Stalinizmle Kemalizmin melezlenmiş bir versiyonu oluşturuyordu. Kalkınmacıydı. Hiçbir zaman komprador rejimin peydahladığı resmi tarihi ve resmi ideolojiyi sorun etmedi. Onunla hesaplaşmaya yanaşmadı. Kürt sorunu, Ermeni Sorunu, Kıbrıs sorunu, vb. bahsinde tutarlı bir yaklaşıma sahip olmadı. Örgüt modeli ve anlayışı da bidayetten itibaren ‘burjuvaydı’… Sosyalist denilen deneyleri hiçbir zaman eleştirel bir değerlendirmeye tabii tutmadı… Ekolojik sorunun önemini kavramaktan acizdi… Oysa, kapitalizm insana ve doğaya zarar vermeden yol alamaz… Demokrasiyi ‘burjuva demokrasisi’ deyip önemsemedi… Demokrasi yoksa, sosyalizmden söz etmek mümkün değildir. Özetle solun önce kendini yeni bir temel üzerinde yeniden var etmesi gerekiyor… Kapitalizmin aşılması artık acil bir gereklilik olarak ortada duruyor…Sosyal kötülüklere ekolojik yıkım eşlik ediyor. Yeni perspektif, yeni paradigma, şeylere ‘farklı’ bir yaklaşımı, farklı bir perspektifi varsayar…Maalesef bizdeki sol hareket tembel, meraklı değil, tartışma kültürü zayıf…Oysa bu iş, bir takım kalıpları tekrarlayıp durmakla olacak bir şey değil… Radikal eleştiri yoksa, gerisi teferruattır… Örgütlerin demokratik işleyişi önce kendi içlerinde gerçekleştirebilmeleri gerekiyor. Aslında insanlık ve uygarlık kritik bir kavşağa gelip-dayandı. Üstelik kaybedecek zaman da yok! Yapılacak iş de bir sır değil. Komünist toplum perspektifine endeksli bir eko-sosyalist paradigmaya veya bir geçiş programına ihtiyaç var… Eğer, işçi sınıfı, ezilen-sömürülen kitleler, yeryüzünün lânetlileri, vakitlice sürece müdahale edip, aracın direksiyonunu sola kırmayı başaramazlarsa, geriye vahşetlerden vahşet beğenmekten başka bir seçenek kalmaya bilir… Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demek kolay da, gerekeni yapmak o kadar kolay değil… Kolay değil ama mümkün… Aslında büyük kriz anlarında, kitlelerde beklenmedik bir bilinç sıçraması münkün oluyor ama onun realize edilmesinin bir kesinliği yoktur… Doğrusu, radikal anti-kapitalist, eko-sosyalist bir hareketin etkin olabileceğine dair umudum büyük… Bir paradigma çökmüşse eğer, yenisini yaratmak işin doğası gereği olduğuna göre…