Modern Kürt toplumu üzerinde hegemonik bir kültür oluşturarak egemenlik sağlayan Kürt siyasal hareketi, sosyal yapısalcı bir teorik çerçeve ile analiz edilebilecek, yeni bir siyasal kimliği ortodoks-Marksisit bir ideolojik temel üzerinde inşa etmiştir. Bu modern kimlik inşa süreci ve yaratılan “sosyal gerçeklik”, dünyadaki gelişmelere uygun olarak biraz gecikmiş de olsa Kürt toplumunun aynı zamanda modernleşme sürecini tamamlamasının farklı bir boyutunu temsil etmektedir.
Fakat modernleşme ve kapitalistleşme ve de beraberinde uluslaşma sürecine uyum sağlamakta geciken Kürtler (lider kadro), bu yeni dünya düzeni eksenin de “başarısız” ayaklanmalar sonucunda lidersizleşmiş ve toplum bir anda kendini yeni bir (dışsal) hegemonik gücün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin (1923) yönetimi altında bulmuştur. Yani toplumda oluşan hegemonik boşluk, dışardan gelen bir hegemonik güç tarafından doldurulmuştur. Tabii kısa süre içinde Antonio Gramsci (1971)’in belirttiği yönde, karşı-hegemonya hareketleri doğmaya başladı ve bu hareketlilik çeşitli aktörlerce değişik periyodlarda, farklı stratejilerle günümüze kadar yatay bir şekilde devamlılık gösterir (bkz. Tekdemir, 2014). Bu bağlamda aslında HDP bir yandan Kürt yanlısı siyasal partilerin mirası üzerine oluşturulmuş ve bunlardan daha geniş bir toplumsal tabana hitap eden bir politik proje olarak Kürtler içinde ki farklı alt-kimlikler için de “radikal bir çoğulculuğu” teşvik ederken, diğer yandan da hala Kürtler açısından bu ulusal haklar talep etme düzlemin, yani hegemonik güç ve kimlik mücadelesinin bir devam çizgisini oluşturmaktadır.
1970‟lerin sonu ve 80‟lerin başında Kürt sosyalist, Marksist-Leninist gençlik ve öğrenci ortamında (DDKO vb.) kurulan ve 1984‟ten sonra aktif anlamda silahlı mücadeleye girişen yeni aktör Partiya Karkerên Kürdistan (PKK) 1990‟lara kadar klasik bir Marksist örgütlenme içinde bulunmuş ve Kürt toplumunun belirli düzeyde devlet ile şiddette dayalı hegemonik güç mücadelesi içinde (OHAL, koruculuk sistemi, zorunlu göç vb. sonuçlarla) kimliksel, kültürel ve politik istemlerine cevap vermeye çalışmıştır. Devletin katı ve baskıcı politikalarının, meşhur Diyarbakır Cezaevi gibi (bkz. Zeydanlıoğlu, 2013) sonucunda kitleleri “bağımsız ve özgür Kürdistan” şiarıyla harekete geçirmek zor olmamıştır (bkz. McDowal, 2003). Ancak, değişen iç ve dış nedenlerden dolayı 2000‟lere gelindiğinde bağımsızlık talebinde ve PKK‟nin ideolojik, siyasal ve sosyal yapısında bazı değişimler ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin yıkılması, ABD’deki 9-11 Eylül olayları, AB ülkelerinde patlayan bombalar, silahlı ulusal kurtuluş örgütlerine bakış açısının değişimi, Türkiye‟nin AB‟ye katılma süreci radikal toplumsal hareketler gibi uluslararası gelişmeler PKK’nın politik çizgisini etkilemiştir. Diğer yandan ülkede ve Kürt siyasal hareketindeki PKK’nın “yumuşak” bir seküler yapılandırmaya yönelmesi (İslami, Alevi, Yezidi figürlerin daha çok yer bulması gibi), geniş sosyal katmanlara hitap etmesi, bünyesinde toplumun değişik katmanlarına yönelik kurumlar oluşturması, 1999‟da Öcalan‟ın tutuklanması, OHAL’ın kaldırılması, 2002 yıllında AK Parti’nin iktidara gelmesi gibi somut etkenler de PKK‟nin dönüşümündeki etkin faktörler olarak sıralanabilir. Bunlar aynı zamanda Kürt siyasal hareketinin de liberal bir sosyalizme dönüşmesinde belirleyici etkenlerdir (bkz White, 2015). Diğer yandan Öcalan (2004; 2015) “demokratik cumhuriyet” konseptini ortaya atmış ve PKK, Kongra-gel olarak ulus devlet talebinden ziyade sınırlar ötesi bir halklar birlikteliğine dem vurmuştur. (bkz. Akkaya ve Jongerden, 2012) ve KCK gibi yeni yapılanmalara gitmiştir (Palabıyık, 2015). “Demokratik cumhuriyet” için yapılan plan, demokrasinin milliyetçilikten, halkın (demos) etnik kimlikten (ethnos) ayrılmasını hedeflemişti. Somut olarak bu, vatandaşlığın etnik köken bağlamında değil, toplumsal cumhuriyet ve sivil haklar bağlamında tanımlandığı veya kavrandığı yeni bir anayasa önerisiyle sonuçlandı. Demokratik cumhuriyet planı devletin niteliğini hedef alırken, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm planları, insan-odaklı ve özgürleştirici, birleştirme siyaseti doğrultusunda devlet odaklı siyaset için bir alternatif geliştirmeyi amaçladı” (Jongerden, Mayıs 2015). Aslında öz-yönetim, Hardt ve Negri‟nin (2000) dediği gibi devletsiz olarak “çokluğun” (multitude) kendi kendini yönetmesi bunu da radikal demokrasi eşiğinde gerçekleştirmesi olarak görülebilir. PKK ortodoks-Marksist devrimci çizgisini terk edip, post-Marksist, post-yapısalcı yani Gramşici bir ideolojik-politik ve elbette pratik bir çizgiyi (özellikle hareket savaşı ile birlikte “mevzi Savaşı’na daha çok başvurulması açısından) inşa etmeye yönelmiştir. “Demokratik Ulus Hareketi…ayrı bir devlet hedefinden ziyade, demokratik bir siyasi oluşum ve yönetim arayışındadırlar…Aynı devlet çatısı altında demokratik siyasi oluşum tarihinin de en çok tanıdığı siyasi varlık biçimidir” (Öcalan, 2009: 327).
Aynı anda PKK bir gerilla hareketi olmanın ötesine geçerek, buna ilaveten organik (parti örgütlenmesi) olarak entelektüel temelde bir rol de üstlenmiş ve kültürel (ideolojik) bir karşı-hegemonyayı etkili şekilde tesis etmeye girişmiştir. Özellikle sivil toplum alanında medya, dil, din gibi araçlarla kitleler eğitilmeye başlanmış ve yeni ortak bir algı ve irade oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu aynı zamanda ortak bir politik kimlik inşası anlamına da gelmektedir. Bu kolektif siyasal kimlik Kürt toplumunun ciddi bir kesiminde kabul görmüş, hatta devlet aygıtları bile belli bir derece de kriminalize ve “terörize” ettiği bu kimliği (bkz. Yeğen, 1996) kabullenmek zorunda kalmıştır. Modern, seküler ve sosyalist değerler üzerine kurulu “yeni” Kürt siyasal kimliği Türkiye’nin Kürt politikasında belirleyici rol oynamıştır.
Kaynakça
1Bu çalışmada, özellikle 7 Haziran 2015 öncesi süreçte ki, HDP‟nin “Türkiyelileşme”, “yeni hayat”, “büyük insanlık” ve “biz‟ler” gibi söylemleri temel alarak, var olan demokratik siyasal hayat içinde, nasıl bir alternatif ve sol-kanat politika oluşturduğunu anlatıyor. ……
“Ömer Tekdemir, Radikal Plüralist Demokratik Parti Olarak HDP’nin “Başka Türkiye” Önerisi” başlıklı yazı SBF (Siyasal Bilimer Fakütesi) dergisinde 2016 yayımlandı. Hala güncelliğini koruyan analizlerle dolu 30 sayfalık makalenin bu kısa bölümünü paylaşıyoruz. Ömer Tekdemir. Westminister Üniversitesinin Demokrasi araştırma merkezinde çalışıyor.