Karin P.
24.04.2020 – Londra
1915in 105. Yılında pek tabi ki söylenecek yazılacak çok şey var. Ancak genelde yazılmayan bir konuya girmek istedim bu sene, insanlar… 1915’te neler oldu? Bugüne kalanlar (kılıç artıkları) neler yaşadı? Bugüne neler bıraktılar? O günleri nasıl anlattılar ya da anlatmak istemediler? Gelin büyükannemin hikâyesi ile bu soruların yanıtlarını arayalım.
Gerçek adı Kohar, nüfusta Göher yazılı olan büyükannem 1905’te Malatya’da doğdu. Babasının adı Kevork (1881-1959), annesinin adı Hripsime (1887-1915) ve erkek kardeşinin adı Setrak’tı. 1915’ten önceki hayatlarında babası Kevork usta iyi tanınan bir taş ustasıydı. Kohar ve Setrak Malatya’daki Ermeni Okulunda okuyorlar, ibadetlerini Malatya’daki Ermeni Kilisesinde yapıyorlardı. Yani sözün özü memleketlerinde yaşayan herhangi bir aileden farkı yoktu Kohar’ın ailesinin. Peki, ne oldu da size anlatmam gereken bir hikâyeye döndü Kohar’ın hayatı?
Başta şunu belirtmem gerekir, Kohar bu anıları kendisi anlatmıştı, bu sebeple sadece onun bildiği kısımlarını size aktarabiliyorum. Bu sebeple hikayenin bazı kısımlarında Kohar bize ne bilgi vermek istediyse, bir çoğunu zorla anlattırdığımızı da ekleyeyim şuraya, o kadarına hakimiz. Genel olarak o dönemi yaşayan Ermeniler mümkün mertebe dile getirmek istemez, “O günler gitsin, bir daha gelmesin.” derlerdi.
Malatya Ermenileri de diğer tüm Osmanlı kentlerinde olduğu gibi önce bir kampa alınırlar. Kampta toplandıktan sonra da yaya olarak “Savaştan uzak güvenli bölge” olan Der Zor kampına yürütülürler. Kampa alınırken kadınlar ve çocuklar bir tarafa, erkekler bir tarafa ayrılırlar. Kohar kendi toplanma ye yürüme alanlarında başına gelen ve hiç unutmadığı anısını şöyle anlatıyor. Annesi toplanma zamanında karnı burnunda hamile, O karmaşada daha fazla dayanamıyor ve doğuruyor yolda. Bebek bir yanda, anası bir yanda kalıyor. Kohar’ın kollarında annesi, son sözleri “Kohar su” oluyor. Bebekten hiç bahsetmediği için doğumda öldüğünü düşünüyoruz. Annesinin kollarında ölmesini ve kendinden su istemesini hiç unutmayan büyükannemin yüreğimizi en dağlayan cümlesi ise şöyleydi “Kohar su diye inlediğini hatırlıyorum, yüzü ise gözümde hiç canlanmıyor.” 10 yaşında bir kızın annesi kollarının arasında öldüğü için bu dehşet anı beyni silmiş miydi yoksa annesinin o halini hatırlamamak için kendini mi zorlamıyordu tam olarak bilmiyoruz.
Malatya’nın tanınan eşrafından olan Kevork ustanın o dönemki komşusu Malatya Milletvekili Hikmet bey Kohar ve Setrak’ı yanına alıyor. Kohar ve Setrak’ı saklıyor. O dönemlere dair anlattığı çok anı maalesef yok. Tek bildiğimiz Hikmet beyi çok sevdikleri, sayesinde hayatta kaldıkları. Bu arada Kevork usta toplama kampından kaçıyor. Çocuklarını görmek için Hikmet beyin evine geliyor. Çocuklarının güvende olduğunu anlayınca da 4 yıl boyunca sırra kadem basıyor. Kohar 4 yıl boyunca görmediği babasını 4 yılın sonunda görünce tanıyamıyor. Çocuk aklıyla “Babam gittiğinde beyaz şalvarlıydı bu adam ise siyah şalvarlı” diyor. Kevork Usta’nın dağlarda, mağralarda 4 yıl saklandığını anlatıyor. Ortam sakinleşince, yani I. Dünya savaşı bitip 1918’de Mondros ile Ermeniler güvenceye alınınca dönüyor şehrine. 2 çocuk ile 1918’de ne yapacağını bilemeyen Kevork Usta tekrar evleniyor. İkinci evliliğini de Malatya’da yapıyor. 1918’den sonraki hayatını anlatmadan önce annesi ile ilgili bir detay vermek istiyorum. Alt soy bilgilerinde hala sağ görünen Hripsime, çocuklarının gözü önünde 1915’te ölüyor. Ne kendisinin ne de sürgünde doğurmaya çalıştığı bebeğinin bir mezarı yok. Üstelik resmen hâlâ da yaşıyor. Aslına bakarsanız Hripsime özelinden çıktığımızda 1915 sebebi ile ölenlerin hepsi sağ olarak geliyor listede. Hangisi daha acı bilemiyorum. “O tarihte o kadar Ermeni yaşamıyordu” denilerek varlıklarının inkârı mı yoksa hâlâ var olarak gösterilmeleri mi?
1924’te Sahak usta ile evleniyor Kohar. İlk çocuğu Arakel 1925’te doğuyor (1925-1992). İkinci çocuğunun doğum tarihini kesin bilemiyoruz, adını Kerop koyuyorlar ve 1-2 yaşlarında ölüyor küçük oğlu. 1930 yazında 3. Oğlu doğuyor ona daha önce ölen oğlunun adını veriyorlar yani Kerop oluyor. Ölen abisinin adını alan Kerop henüz 40 günlük değilken Kevork usta karısını, çocuklarını alıp Ermenistan’a (SSCB) gidiyor. Henüz 40’ı çıkmamış Kohar babasını yolculamaya gidemiyor. Hikayenin heyecanını kaçırmak istemem ama babasını son görüşü de Ermenistan’a gitmeden önce kızını ziyarete geldiği an oluyor. O tarihten sonra Garabet adında bir oğlu daha oluyor fakat çocuk hastalığından yine çok küçük yaşta ölüyor. 1934’te kızı Anna, 1937’de ise son evladı Ankin (1937-2017) dünyaya geliyor. Seneler seneleri kovalarken Ermenistan’daki ailesi ile sürekli mektuplaşıyorlar. Her mektubun ulaşması yaklaşık üç ayı buluyor. 1959 yılında Ermenistan’dan aldığı bir mektupta babasının ölüm haberini alıyor. Tüm mektupları Ermenice yazan Kohar; 1968 yılında doğduğu, büyüdüğü, annesini kaybettiği, evlatlarını bıraktığı, büyüttüğü Malatya’dan İstanbul’a taşınıyorlar. Hayattaki 2. Oğlu Kerop Malatya’da zamanında annesinin de okuduğu Ermeni okulunun kapanmış olmasından ve evlatlarının ana dillerinde eğitim almasını istediğinden İstanbul’a taşınma kararı alıyor. Kohar ve Sahak da biraz da çaresiz memleketlerini bırakıp İstanbul’a taşınıyorlar. İstanbul’a taşındıktan sonra Ermenistan’a göndereceği mektupları artık torunlarına yazdırıyor. Evlatlarının bilmediği Ermenice okuma yazmayı torunlarının öğrenmiş olması böyle bir işe yarıyor. 1980 yılında evlatları Kohar ve Sahak’ı hacı olmak isteyebilecekleri için Kudüs’e göndermeyi teklif ediyorlar. Yine hiç kimsenin unutmadığı o cümlesini kuruyor. “Eğer bir yere gönderecekseniz beni Ermenistan’a gönderin, kardeşlerimi göreyim. Benim haccım orasıdır.” 1980’de kardeşleri ile Ermenistan’ın başkenti Erivan’da, Nor Malatya (Yeni Malatya) semtinde baba evinde buluşup hasret gideriyor.
Hayatı boyunca onu tanıyan herkes yaptıklarından bahsediyor. Elinin becerikli olduğunu, krem – merhem tarifleri bulunduğunu (kızları bu tarifleri almadıkları için pişmanlık duyuyorlar), kırık – çıkık konusunda maharetli olduğu söyleniyor. Bana en trajik gelen özelliği ise Malatya’da ebelik yapması. 10 yaşındaki yaşadığı travmadan mı yadigardır bilinmez ancak birçok Malatyalının ebesi Kohar’dır. Minyon yapısı, kızdığı ya da sesinin yükseldiği görülmeyen mizacı, çocukları çok sevmesi ile tanınan Kohar’ı eşi Sahak “Bakmayın onun bir lokma (kısa) olduğuna, bir bu kadar boyu da toprağın altında var.” Diye kendince yüceltiyor. Sağlık konusunda birçok kişiye yol gösteren ya da derman olan Kohar 1986 yılında kendi teşhisini koyduğu halde doktora gidiyor ve yapılacak bir şey kalmadığını öğreniyor. 1987’nin şubat ayının başında İstanbul’da vefat ediyor.
Bu hikayenin bana düşen kısmı ile bitireyim büyükannemin hayatını. 2013 yılında İstanbul’dan Kohar’ın mezar toprağını, Erivan’da babasının mezarına götürmek bana nasip oldu. Hayatı boyunca bir yanının nasıl eksik kaldığını düşünmek, hayal etmek neredeyse imkansız olsa da 105 yıl sonra, 1915’in ailemize neler yapmış olduğunu paylaşmak, bu yaşamı göz önüne çıkarmak istedim.
Adını siz koyun, tehcir, soykırım ya da yaşayanların dediği gibi yıkım, kıyım… Milletvekili komşuları sayesinde hayatta kalan, annesinin yüzünü anımsayamayan, sanki 1915’ten önce o topraklarda hiç yaşamamış gibi olan büyükannemin hikâyesi artık sizindir…
Karin P.
24.04.2020 – Londra