Erdoğan ve Bahçeli’nin AYM’ye saldırarak meclisi işlemez hale getirme girişiminin benzerini İtalya’da Giorgia Meloni yapmaya başladı. Türkiye ve İtalya’daki aşırı sağ yönetimler adım adım zaten çalışamaz durumda olan parlamenter demokrasilerini bir tarafa atıp açık faşist diktatörlük kurmaya doğru ilerliyorlar. Görünen o ki, Türkiye yargı krizi ara seçimlerden sonraya atılmış gibi Ancak İtalya’da parlamentarizm tartışmaları henüz yeni başladı ve giderek sertleşiyor.
İtalya başbakanın başlattığı bu süreç ülkeyi otoriterizme ve faşizme doğru sürükleme tehlikesi taşıyor. Tıpkı AKP-MHP koalisyonun yapmayı tasarladıkları gibi. Bizde MHP’nin Cumhur ittifakına katılmasıyla başlayan otoriter rejimin faşistleşmesi İtalya’da yeni. Aşırı sağcı hükümet 1948’den beri yürürlükte olan kurumsal parlamenter çerçeveyi sessizce geri iterek otoriter bir modele doğru ilerlemeyi amaçlayan bir reformu teşvik ediyor.
Yaklaşık bir yıl önce, İtalya’da Meloni başkanlığında radikal sağcı bir parti tarafından yönetilen ilk hükümet kuruldu. Eylül 2022 seçimleri, gençliğinde Mussolini’nin erdemlerini öven eski bir neo-faşist militanın Avrupa’nın üçüncü büyük ekonomisinin başına geçmesine izin verdi. Şimdiye kadar hükümet ilk yılında, ekonomik ve uluslararası meselelere odaklandı ve aşırı muhafazakar sosyal programını uygulaya geldi. Tıpkı Erdoğan-Bahçeli’nin yaptıkları gibi İtalyan lider, ani ve gürültülü dönüşler yerine kademeli ve gizli değişiklikleri tercih ederek temkinli davrandı.
Türkiye’de Can Atalay ve daha sonra 50+1 etrafında patlak veren anayasa ve yargı krizinin rejim krizine evrildiği tarihlerde Meloni, 3 Kasım’da, kabul edilmesi halinde İtalyan siyasi sistemini tamamen değiştirecek bir anayasa reformunun işleme alındığını duyurdu. Görevdeki ilk yılında sürdürdüğü ihtiyatlı çizgiyi kıran muazzam büyüklükte bir değişiklik. Bu girişim, Parlamento’nun İtalyan siyasi yaşamındaki merkeziliğine son verecek ve şu anda Meloni’nin elinde olan başbakan figüründe eşi görülmemiş miktarda güç toplayacaktır.
Hükümet tarafından öne sürülen öneri beş temele dayanıyor: Başbakanın doğrudan seçilmesi; seçimlerde birinci olan siyasi güce koltukların %55’inin verilmesi; beş yıllık sabit bir süre; cumhurbaşkanının meclis tarafından görevden alınması durumunda yerine yalnızca “giden cumhurbaşkanının siyasi yönünü ve programını” takip edecek başka bir parlamenterin getirilmesini ve ömür boyu senatörlüğün ortadan kaldırılması.
Senatörlerle ilgili tedbir dışında, reformun geri kalan maddeleri İtalyan kurumlarının tamamen tersine çevrilmesi anlamına gelecektir. “Bu değişikliklerle birlikte Parlamento, başbakana güven verme ve güveni alma görevi olmaktan çıkacak ve İtalyan siyasetinin çekirdeği, sürekli çoğunlukta olan bir başbakanın tasarımlarına tabi kukla bir yapıya dönüşecektir.” 1948’de Anayasa taslağı hazırlanırken, faşist Mussolini dönemindeki diktatörlük deneyiminin tekrarlanmasını önlemek için yürütme erkini kontrol etme konusunda büyük kapasiteye sahip güçlü bir Parlamento inşa edilmişti.
Aşırı sağ, inşa edilen bu kurumsal binayı yıkmaya kararlı. Buna karşın muhalefet, reformu cepheden reddederek demokrasiyi ve İtalyan kurumlarını savunma misyonunu taşıyabilmeli. Kolay olmayacak ama bu konudaki herhangi bir sapma, faşizm dahil her türlü otoriterliğe yol açabilecektir.
Türkiye’de anayasa değişikliği ile parlamentonun işlevsizleştirilmesi zaten uzun zamandır devam ediyor. Erdoğan, Yargıtay ve AYM arasındaki hukuk krizi ile ilgili yaptığı konuşmada Yargıtaydan yana ağırlığını koydu ve Anayasa değişikliği mesajı verdi. AYM kararlarının uygulanma zorunluluğunu ortadan kaldıran veya zayıflatan bir Anayasa değişikliği büyük direnişler sergilenmese gerici iktidar tarafından dayatılacaktır. Çünkü anayasalar tek adamların yetkilerini sınırlarlar. Bu nedenle, Erdoğan ve Meleni anayasayı ve parlamentoyu düşman ilan etmektedirler.
Siyasi iktidarlar anayasa mahkemesi kararlarını beğenmez ve parlamentoyu engel görürse çözüm nerede aranmalı, son kararı kim verecek? Dünyadaki demokrasi deneyimlerden biliyoruz ki, hakem halk olursa bu sorunlar çok kolay çözülür. Hatta Anayasa Mahkemesi üyelerini neden halk seçmiyor. Yasama ve yürütmeyi seçen halk yargıyı neden seçemez ki! Eğer Anayasa Mahkemesi kararları ile siyasi iktidarlar çatışırsa o zaman referanduma gidilerek iktidarın asıl sahibi olan halktan sorunun cevabı alınır. Son sözü halkın söylemesi gerektiğini düşünülen veya mevcut anayasalara bir hak olarak konulmalıdır.
İtalya ve Türkiye’de liberalizmin dayattığı milli egemenlik anlayışının yerini halkın egemenliği almalıdır. Sadece bu iki ülkede değil tüm dünyada emekçi halklar siyasi iktidarları her zaman denetleyebilmelidir, hatta yargıyı bile. Meleni ve Erdoğan dahil hiç kimse halkın denetiminden muaf tutulamaz. Demokratik özgürlükçü komünistler, Anayasa Mahkemesi üyelerini halkın seçmesini ve siyasi iktidar ile Anayasa Mahkemesinin çatışma yaşadığı konularda doğrudan demokrasiyi devreye sokarak egemenliğin asıl sahibinin halk olduğunu ilan etmekten geri durmamalı.
– Jaime Bordel Gil, Yeni Toplum, Kasım 2023
Komünistler bu süreci önceden görebilmeli idi.
Sınıf mucadelesinde ideolojik mücadeleyi savsaklamaya
gelmediğini bize hatirlatiyor.