Özet
Osmanlı coğrafyasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, monarşi rejimi ve egemenlik anlayışı yerine, Cumhuriyet rejimi ve halk egemenliği temelinde kurulmuştur. Kuşkusuz bu durum önemli bir demokratik dönüşüm olup bunda Osmanlı son döneminde başlayan Batılılaşma hareketleri ve meşrutiyet süreçleri önemli rol oynamıştır. Ancak tek parti döneminin Batılılaşma ve toplumu dönüştürme amaçlı baskıcı uygulamaları, Cumhuriyet rejimini demokrasiyle taçlandıramamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, daha çok dış etkenler neticesinde çok partili sisteme geçilmiş zira 1950’de iktidarın demokratik yöntemlerle el değiştirmesi, Türk demokrasisi açısından dönüm noktasını teşkil etmiştir. Askerî müdahaleyle başlayan 1960-80 arası dönem, iç siyasi çatışmaların, askerî vesayetin güçlendiği, önceden kazanılan demokratik değerlerin ve birikimlerin kaybedildiği dönemdir. Türk siyasetinde 12 Eylül askeri darbesi, siyaset alanını tamamen daraltırken vesayet alanını pekiştirmiştir. 1980’li yıllar, küreselleşmenin ve neo-liberal değerlerin yükselişe geçtiği yıllar olmuştur. Batılı değerlerin Türkiye’deki temsilciliğini üstlenen Özal’la başlayan bu dönemde, ekonomi dışa açılırken, siyasi anlayış ve tabular sorgulanır hâle gelmiştir. Türkiye’de Batılı anlamda liberal, çoğulcu demokrasiden söz edilemez. Çalışmanın temel amacı Türkiye’de demokrasiyi güçlendiren, demokratik yönlü değişim politikalarının süreklilikten yoksun olduğunu, demokrasi taleplerinin adresi toplumsal kesimler olmadığı müddetçe, demokratik düzenlemelerin temelden yoksun olacağını vurgulamaktır.
Giriş
Modernite ile özdeş görülen Batı kültürünün temelini oluşturan kurumlar, kendi toplumsal sınıfları ve kendine özgü üretim koşulları içinde, belli süreçler sonunda kurumsallaşarak “mücadele-oluşum” tarihinin, dinamik ögelerine bağlı olarak dönüşüm geçirmiştir (Emiroğlu, 2015:72). Şaylan’ın (2003:34,35) belirttiği gibi, Batı’daki teknolojik değişim ve gelişmeler, dolaşım ve ticaret yapısını değiştirerek insan tutum ve davranışına yansımıştır. Kapitalizmin gelişmesi, ticarî kesimin toplumsal etkinliğinin artması sonucu siyasal ve sosyal düzenin oluşturulmasında, dinsel ve soyut ilkelerin yerine akıl ve bilgi merkezi önem taşımaya başlamış böylece Batı’nın demokratik kurumları oluşmaya başlamıştır. Söz konusu süreç, Batı’da yaklaşık dört asırlık bir zaman dilimi içinde, sürekli yükselen bir seyir izlemese de, liberal çoğulcu demokrasilerin tesisi yönünde evirilmiştir.
Osmanlı külleri üzerine kurulan Cumhuriyet, saltanat ve hilafeti kaldırarak Osmanlı geçmişiyle tüm bağlarını koparmak istese de merkeziyetçi bürokratik yönetim anlayışını devam ettirmiştir. Zira cumhuriyet rejimine geçilmiş olması, başlı başına çok önemli bir demokratik yönlü dönüşümü ifade etse de, tek parti döneminde demokratik siyasetin hayat bulmadığı, sorunun demokrasiden ziyade “modernleşme” olduğu bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşını Batı demokrasilerinin kazanmasıyla, 1940’lı yılların ikinci yarısında çok partili sisteme geçilmiş olması ve 1950’de iktidarın demokratik yöntemlerle el değiştirmesi, önemli bir demokratik dönüşüm olsa da, 1960’lardan itibaren askerî darbeler ve vesayet unsurlarının belirleyiciliğindeki siyasal yapı, demokrasiyi bodur bırakmıştır. Askerî darbe ürünü anayasaların yol açtığı vesayetçi yapı ile Türk siyasi kültürünün şekillendirdiği devletçi yapı, siyasi ve ekonomik alanda özerk alanların zayıf, bağımlı ve etkisiz kalmasına yol açarak demokrasi-otoriterlik arasında gelip giden siyasi anlayışın bir nevi kısır döngüsünü oluşturmuştur. Bu çalışma Osmanlı-Türk siyasi tarihinde, demokratik yönlü önemli değişim/dönüşümün hamlelerini, hemen sonrasında gelen antidemokratik anlayış ve uygulamaların ortadan kaldırmasının, demokratik değişime yol açmadığı argümanına odaklanmaktadır.
- Türkiye’de Demokrasinin Kısır Döngüsü
Osmanlı-Türk siyasi tarihi, “yenileşme” çabalarının bir tarihidir. 19. yüzyılın ilk yarısında başlayan değişimin özünü, devletin yeniden yapılandırılması ve siyasal meşruluk anlayışının değişmesiyle, “devlet-toplum” ilişkisinin demokratik ilkelere bağlanması (Duman, 2007:34) çabalarına karşın, devletçi-bürokratik yapının ortaya koyduğu statükocu anlayış yüzünden demokratik yönlü çabalar ve kazanımlardan kolayca geriye gidişlerin yaşandığı bir kısır döngü oluşmuştur. Zira askeri müdahalelerle pekiştirilen vesayet düzeni de söz konusu statükoyu pekiştirmeye dönük işlev görmüştür.
2.1. Osmanlı Son Dönemi
Osmanlı’daki modernleşme çabaları, Batı’da olduğu gibi, endüstri devrimi ile birlikte yürüyen bir süreçten ziyade askerî yenilgi, toprak kaybıyla baş gösteren ekonomik sıkıntılar ve hazinedeki büyüyen açığın önlenmesine yönelik bir arayışın neticesi olarak ortaya çıkmıştı (Kalaycıoğlu, Sarıbay, 2009:13,14). Osmanlı’nın Batı karşısında gerilemesiyle başlayan devletin “kurtarılması” meselesi, askerî alan başta olmak üzere, devletin siyasi ve idari yapısında modernleşme arayışına yol açmış (Tuncel, Bakan, 2013:5359), III. Selimle başlayan “Nizam-ı Cedid” fikri Batı medeniyetinin model alınacağının ilk göstergesiydi. Osmanlı, kendi tarihi ve kültürü çerçevesinde sadece askerî alanla sınırlı modernleşme teşebbüsünde bulunsa da, Karpat’ın (2014:7) belirttiği gibi 18.yüzyıl sonlarına doğru Batı’yı model alarak, özellikle siyasal, sosyal ve kültürel değişimleri ön plana almıştı. Zira 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın temel gayesi; içerde ve dışarda devlet otoritesini yeniden tesis etmek, sosyal yapıyı yaşanan değişimlere uyumlu hâle getirerek çatışmaları çözmek, bütün grupların mal ve can güvenliğini sağlayarak bazı güç odaklarına karşı onların desteğini sağlamak ve daha liberal bir ekonomi politikası benimsemekti (Karpat, 2006:179). Kalaycıoğlu ve Sarıbay’a göre (2009:14-17), Tanzimat’la birlikte Babıali’de görev yapanlar; padişahın “kulu ve mülkü olma” ve “hışmına uğramaktan kurtulmanın” yanında, suç ve ceza arasındaki temel ilişkiyi düzenleyen kurallar çerçevesinde görev yapma imkânı bulmuştu. Osmanlı politik sistemindeki egemenliğin meşruluğu, dinsel ve örfi içerikli gelenekten, hukuk nizamına dayalı yasal/ussal otorite olarak ifade edilebilecek bir zemine kaymaya başlamıştı. Tanzimat’la, Batı üstünlüğü ve modeli kabul edilmekle birlikte devletin monarşik yapısında değişimden ziyade ıslah fikri etkindi.
Osmanlı’da meşrutiyet süreçleri, Tanzimat birikimiyle ortaya konan ekonomik ve sosyal meselelerin, önü alınamayan iç karışıklık ve dış müdahaleler sonucu vuku bulan baskıcı rejime karşı, yeni bir arayışın ifadesiydi (Tanör, 2011:121). Padişahın yetkilerinin kısıtlandığı, seçim yoluyla oluşturulmuş bir meclis ve meclise karşı sorumlu bir hükümete dayalı meşruti monarşi özlemi Yeni Osmanlılar’ın önde gelen isimleri Şinasi, Ziya Paşa ve Namık Kemal öncülüğünde yürütülmüştü. 1876’da, meşruti monarşiye geçilmesi ve Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe girmesi, siyasal sistemin sağlam temele oturtulması ve yabancıların Osmanlı’ya baskı yapmayacağı anlamına gelmekteydi (Öymen, 2011: 270, 289). Zira ikili meclis eliyle padişahın yanında yeni bir meşruiyet kurumu oluşturulsa da devletin ilk yazılı anayasası olan 1876 Anayasası, rejimin “monarşik-teokratik” niteliği ve padişahın egemenliği konusunda sınırlama getirmemişti. Ancak devlet ve halk ikiliğinin mecliste açıkça görülmesi ve devam eden savaş nedeniyle, II. Abdülhamit 1878’de meclis oturumlarını süresiz ertelemişti (Karpat, 2014:79,81). Buna karşın, “Jön Türkler” bilinen ve “İttihat ve Terakki” olarak isimlendirilen örgütlü hareket, Abdülhamit’in meşrutiyet karşıtı tutumuna bir tepki olarak kurulmuştu (Aydemir, 2006:118). Ahmad’a göre (2010a:33) ittihatçıların temel felsefesi, imparatorluğun nasıl kurtarılacağına odaklanmış, bunun meşruti monarşiyle padişahın yetkilerinin kısıtlanması ve azınlıklara kanun önünde bazı hakların verilmesiyle sağlanacağını düşünmüşlerdi. İttihatçılar, Aralık 1907’deki kongresinde, gerektiğinde şiddete ve ihtilale başvurmaya hatta gerektiğinde padişahı değiştirerek, parlamenter rejimi getirmeye karar vermişlerdi (Karpat, 2014:83). Zira İkinci Meşrutiyet’in ilanı ve 1908’deki anayasa değişikliği sonucu yasama ve yürütme padişahtan ayrı demokratik organlar hâline gelmiş, milleti temsil eden bir parlamento, sorumlu bir bakanlar kurulu, yetkileri budanmış bir padişahlık sistemi, “meşruti-anayasal” bir parlamenter sistemi getirmişti (Tanör, 2011:177, 217). Findley’in (2012:198) belirttiği gibi siyasal yapı, daha önce hiç olmadığı ve 1960’lara kadar da olamayacağı kadar, çoğulcu bir niteliğe bürünmüş, anayasal özgürlükler her alana yayılmış, birçok siyasal parti kurulmuş, yüzlerce gazete ve dergi yayın hayatına başlamıştı. Ancak İttihat ve Terakki, kendisine karşı, muhaliflerin kurduğu “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nın üstünlük kuracağı endişesiyle, 1912 seçimlerinde tehdit ve sindirme politikalarını kullanarak (sopalı seçimler) mecliste çoğunluğu elde etmiş, Keyder’in (1995:152), belirttiği gibi Balkan Savaşlarının yenilgisini bahane ederek “Bab-ı Âli Baskını”yla harbiye nazırını öldürmüş, diğer nazırları istifaya zorlamıştı.
Artık meşrutiyeti ilan edenler, onu yalanlarcasına diktatörce yöntemler izlemeye başlamıştı.
Sonuçta Tanzimat’la birlikte Osmanlı tebaası, yurttaşlık haklarını kazanırken, İkinci Meşrutiyet’le siyasal haklar kısa süreli de olsa elde edilmişti. Ancak İttihat ve Terakki’nin baskıya dönen politikaları, toplumsal dinamiklere ve formel niteliklere sahip olmayan Osmanlı nizamını değiştirmediği gibi (Keyder,1995:152). Tanzimat ve meşruiyetin kazanımlarını heba etmişti. Kocabaş’a göre (2016: 63-67) “taçlı demokrasi” olarak nitelendirilen meşrutiyet, Osmanlı toplumu kültür ve coğrafyasına ters düşmekteydi zira tabandan gelen bir talep sonucu oluşmamıştı. Kısaca hareketin halka mâl olmaması, demokratik deneyimin olmayışı nedeniyle, Osmanlı anayasal gelişmeleri, Batı’daki gibi iktidarın paylaşılmasını getiren bir “sosyal sözleşme” niteliğinden uzak kalmış, gerek padişah gerekse onun yerini alan İttihatçılar eliyle kolayca ortadan kaldırılabilmişti.
2.2. Cumhuriyetin Tek Parti Dönemi: Demokrasiden Yoksun Cumhuriyet
Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’nın tarih sahnesinden silinmesiyle başlayan milli mücadelenin başarıyla sonuçlanması, “millet egemenliği” düşüncesini pekiştirmişti. Birinci Mecliste; “Tesanüt Grubu”, “İstiklâl Grubu”, “Müdafaa-i Hukuk Zümresi”, “Halk Zümresi” gibi çok farklı siyasal kümelenmeler oluşmuştu (Tanör, 2011:280). Ahmad’a göre (2010b:22) meclis, Anadolu’nun bölünmesine karşı direnen güçlerin bir ittifakı olarak doğsa da yeni rejimin niteliği konusunda mecliste görüş birliği bulunmamaktaydı. Saltanat ve hilafetin devamından yana olanlara karşı olan Atatürk ve arkadaşlarının öncülüğündeki Cumhuriyet rejimini kurmak isteyenlerin bile kendi içinde yekparelik söz konusu değildi. Ancak meclisin heterojen yapısında, devrimlerin gerçekleştirilmesi mümkün değildi. Batılılaşma veya modernleşmeyi, Batı hayat felsefesi ve onun bütün sembolleri ve değerleriyle alınması olarak düşünen Atatürkçü düşüncede, topyekûn değişme ve radikal devrimci modernleşme merkezi bir önem sahipti (İnalcık, 2013:184). Akşin’in (2004:170) belirttiği gibi, meclisteki farklı görüşlerin amacına ulaşamayacağını düşünen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının temsil ettiği “Birinci Grup”, meclis seçimlerinin yenilenmesine karar vermişti. “İkinci Grup”, Atatürk’ün devrimci niyetini sezmekte ve devrimlerinin önünde engel teşkil etmekteydi. Mustafa Kemal, yeni seçimlere gidileceğini ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Halk Fırkası (HF) dönüştüğünü açıklamıştı (Karpat, 2014:137). Seçim kanununda, muhalif grubun meclise girmemesi yönünde düzenleme yapılmış (Zürcher, 2007:45,46), Ağustos 1923’te yapılan seçimlerde Birinci Grup, büyük zafer elde etmiş, muhalif grubun çoğunluğu tasfiye edilmiş ancak Birinci Meclis’in demokratik çoğulcu yapısı, İkinci Meclis seçimleriyle ortadan kaldırılmıştı. İkinci Meclis’in açılması ve milli egemenlik düşüncesiyle saltanat ve hilafet kaldırılmış, Cumhuriyet ilan edilmişti (Tanör, 2011:277). Kalaycıoğlu’na göre (2009:392) saltanat kalıbı dışında yeni bir meşruluk temeli, “ulusal egemenlik” olarak tanımlanmış ve egemenlik hiçbir kayıt ve koşula bağlanmaksızın kabul edilmek suretiyle temsili hükümet, meşru politik hayatın odağına yerleştirilmişti. Cumhuriyet’le birlikte politik rejimin meşruiyet temelini oluşturan, “ulusal egemenlik” anlayışı, kuşkusuz önemli bir demokratik dönüşümdü.
Ancak Köker’in (2008:206,207) belirttiği gibi Cumhuriyetin kurucu ideolojisi Kemalist düşüncede, modern devletin kurulması için öncelikle ekonomik, kültürel ve hukuki reformların gerçekleştirilmesi merkezi önemde olmakla birlikte gelişmenin son evresinde demokrasiye geçiş öngörülmüştü. Batılı toplumların uzun süreçte geçirdiği demokratik dönüşümlerin, Türk toplumunda çok daha kısa zamanda gerçekleştirilmesi düşünüldüğünden, siyasi otoriterlikle devletin cebri gücünün kullanılması gerekli görülmüştü. Cumhuriyet’in kurucu seçkinleri, modern Batılı bir devlet ve toplumu meydana getirmek için, Kemalist devrimler adı verilen bir dizi reformları hayat geçirip Osmanlı geçmişine ait tüm siyasi, sosyal ve toplumsal düzenlemelere son vererek işe başlamışlardı (Kurtoğlu, 2004:208). Dursun’a göre (2004:187), İttihatçıların devletçi, merkeziyetçi, laik, Batıcı, milliyetçi ve Jacoben düşüncelerini miras alan Kemalistler, devlet eliyle toplumu bütünüyle değiştirme projesini “modernleşme” amacıyla yürürlüğe koymuşlar, bunun dışındaki her şeyi tasfiye etmişlerdi. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için, geleneksel ve dinsel alanın yok edilmesi, çağdaşlığın gereklerine uygun kuşakların yetiştirilmesi hedeflenmişti (Berkes, 2008:522).
Bu bağlamda 1925’te kurulan ve liberal ekonomi ve siyasi politikaları temel alan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF), Doğu’da baş gösteren Şeyh Sait İsyanı bahane edilerek kapatılmış, zira siyasal sonuçları bakımından tek parti diktatörlüğünün kurulmasında dönüm noktası teşkil etmişti (Kongar, 2005:139). Takrir-i Sükûn Kanunu’yla, otoriter bir yönetim kurulmuş, meclis içi ve dışındaki tüm muhalif seslerin susturulmuştu (Koçak, 2008:141-145). Bu kanunla teşkil edilen İstiklâl Mahkemeleri, gerçek ve potansiyel muhalefeti ortadan kaldırmada kullanılan yaygın birer araç vazifesi görmüştü (Findley, 2012:251). Zürcher’in (1998:257-259) belirttiği gibi, TCF’nın kapatılmasıyla, CHP iktidar tekeli kurarak, 1931’deki parti kongresinde, Türkiye’nin siyasal sistemini, tek parti sistemi olarak ilan etmişti. 1930’daki “itaatkâr” bir muhalefet partisi denemesi bir yana bırakılırsa, İkinci Dünya Savaşının sonuna kadar hiçbir yasal muhalefete izin verilmemişti. Türk Ocakları gibi, muhalif olmasa da partiyle organik bağı olmayan hiçbir örgüte tahammül gösterilmemişti (Tunçay, 2010:306-308). Yerine ikame edilen Halkevleri, partili-partisiz tüm kesimleri toplayarak aynı amaca yöneltecek eğitim yuvaları olarak, Türk devrim değerlerinin korunması, yayılması ve halk tarafından benimsenmesine yardımcı olmak için tasarlanmıştı (Koçak, 2008:155). 1925 sonrası başlayan “tek şefli-tek partili otoriter rejim”, ülkeyi 1945’e kadar yönetmiş, meclis ise parti grubuna tâbi olmuştu (Tanör, 2011:316). Sonuçta bu dönemin temel niteliği, demokrasinin tesisinden ziyade otoriter yöntemlerle Batılılaştıracağı düşünülen devrimlerin hayata geçirilmesiydi ve milli egemenlik temelinde kurulan Cumhuriyeti, demokrasiyle güçlendirmemişti. Göle’ye göre (1993:130) Türk modernleşmesi, devlet dışında bireye, sivil topluma ve piyasaya özerk bir alan tanımadığından Batılı anlamda modern bir Cumhuriyet kurmayı başarsa da, Cumhuriyeti demokratik temele oturtamamıştı. Heper’in (1974:108) belirttiği gibi, bürokratik elitin statik ve yarı ideolojik bir tutum benimsemesiyle devrimcilik, bir nevi “bürokratlaştırılarak” durağan hale gelmiş bir nevi statükoya dönüşmüştü.
2.3. Çok Partili Sistem: Demokrasiye Geçiş
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti, Batı dünyasında kendisine yer edinebilmek için, otoriter sistemini demokratikleştirmek zorunda kalmıştı (Dursun, 2000:14). Sovyet tehdidi karşısında, Avrupa’nın koruyuculuğunu üstlenen ABD’nin desteğini almak için savaş koşullarda sürdürülmeye çalışılan “tarafsızlık” politikasından Batı lehine vazgeçilmişti. ABD tarafından verilen “Truman Doktrini” kapsamındaki yardımlar, Türkiye’yi Batı eksenine yaklaştırırken, totaliter niteliği ağır basan uygulamalardan, demokrasiye geçiş yönünde beklenti ve baskıları artırmıştı (Karpat, 2014:163-165). Ahmad’ın (1999:122) belirttiği gibi Cumhurbaşkanı İnönü’nün, gerek Kasım 1945’deki meclis açılış konuşmasında, demokrasilerin faşizme karşı kazandığı zafere dikkat çekerek siyasal sistemde değişikliği gündeme getirmesi, gerekse Türk siyasetinin en temel sorununun muhalefet partisinin eksikliğinden bahsetmesi ve demokrasiye geçiş yönündeki beklentileri artırmıştı.
Diğer yandan 1940’lı yıllarda savaş koşullarının yol açtığı ekonomideki kötü gidişi durdurmak ve milli savunmayı desteklemek amacıyla 1940’da çıkarılan “Milli Korunma Kanunu”, karaborsacılığı ve vurgunculuğu önlemek adına çıkarılsa da keyfi uygulamalarla halkı adeta CHP’ye düşman etmiş (Bakan, Özdemir, 2013:375), Varlık Vergisi, özel ellerde biriken servetin kamuya aktarılması ve özellikle gayrimüslim tüccara yönelik olarak uygulanmış (Turan, 2009:533), üretici artık denetleyemedikleri devletin yönetimi altında, kendilerini güvende hissedemez hâle gelmişti (Ahmad, 1999:90). “Toprak Reformu” yasa tasarısının temel sonucu, CHP içindeki muhalefetin kristalleşmesiydi (Heper, 1974:122). Zira yasa, büyük toprak sahiplerinin siyasi ve ekonomik gücünü zayıflatacak ve devletin elini güçlendirecek bir uygulama olarak görüldüğünden bürokrasi, aydın ve kentli orta sınıf ve Anadolu’daki toprak ağaları arasındaki ittifakı zayıflatmaya başlamıştı (Ahmad, 2010b:27,28). Bu bağlamda tek parti idaresini eleştiren CHP’nin tanınmış üyeleri olan Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan gibi isimlerce, Haziran 1945’te meclise verilen “dörtlü takrir”, muhalefet partisinin kurucu kadrosunu ifade etmiş (Aydemir, 2000:440), hatta Menderes ve Köprülü’nün, Tan ve Vatan’daki yazıları nedeniyle CHP’den ihraç edilmişlerdi (Seydi, 2014:27,28). Böylece Toprak reformuyla başlayan ve CHP’nin politik uygulamalarının eleştirisine uzanan bir muhalefet olgusu oluşmuştu.
1940’lı yılların ikinci yarısı, çok partili sisteme geçiş yıllarıydı. Eylül 1945’te Nuri Demirağ tarafından kurulan “Milli Kalkınma Partisi” (MKP), ekonomik liberalizm ilkesi temelinde kurulsa da, kontrolsüz oluşumlara sıcak bakılmadığından, muhalefet partisi olarak dikkate alınmamıştı (Seydi, 2014:28-30). İnönü düşüncesindeki çok partili sistem, Demirel’in (2002:131) belirttiği gibi iktidardaki CHP ile yine bu partinin içinden çıkan ve “güvenilir” kişilerin kuracağı bir muhalefet partisinden oluşan bir sistemdi. Ocak 1946’da Demokrat Parti (DP)’nin kurulması, başlangıçta CHP’de fazla endişeye neden olmamıştı. Zira DP’yi kuranlar, Cumhuriyetin temel felsefesini savunan Kemalistlerdi ve özellikle Bayar, Türk siyasi hayatının önemli kişilerinden olup Atatürk’ün başbakanlığını yapmıştı (Ahmad, 1999: 127, 128), Seydi’nin (2014:31) belirttiği gibi Bayar ve İnönü görüşmelerinde yeni kurulacak partinin, Atatürk ilkeleri ve dış politikanın temel çizgisinden sapmayacağı yönünde mutabakat söz konusuydu. DP programında; siyasal alanda ve ülkede, demokrasinin ileri ve geniş ölçüde gerçekleşmesine vurgu yapılmış, din özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklere geniş yer verilmiş, ekonomik alanda özel girişim ve sermayenin esas alındığı bir ekonomi vurgusu vardı (Koçak, 2008:181). Çok partili sisteme geçiş sonrası 1946 seçimleriyle Türk siyasi hayatı, II. Meşrutiyet döneminde tanıştığı çok partili siyasi sisteme tekrar adım atmıştı (Özçelik, 2007:149). Ancak seçimin demokratik olmayan bir usulde “açık oy gizli sayım” esasına göre yapılması ve CHP’lilerin sandık kurullarında etkinlik göstermesi (Seydi, 2014:38) tartışmalara yol açsa da 1940’lı yılların ikinci yarısında, önemli demokratik düzenlemeler yapılmıştı. CHP ve DP’nin karşılıklı mutabakatı ve Seçim Kanunu’nda yapılan değişiklikle; seçimlerde gizli oy, açık tasnif ve seçimin yargısal denetim ve gözetim altında yapılması kabul edilmiş (Özbudun, 2011:108), kapatılmış olan, Tan, Vatan, Tasvir-i Efkâr gibi gazetelere yayın (Öymen, 2011:369), işçilere sendikal haklar, cemiyet ve dernek kurma izni verilmiş, Basın-Yayın Kanunu’nda yapılan değişiklikle sansür kaldırılmış, siyasal partilere, “propaganda” yapma izni verilmiş, en nihayetinde İstiklâl Mahkemelerini kaldırılmıştı (Bakan, Özdemir, 2013:381). Zira valilerin aynı zamanda CHP il başkanlığı görevine son verilmiş, seçim şartları demokratikleştirilerek genel oy ilkesine geçilmiş (Kahraman, 2008:198), seçimlerin yargı gözetimi ve denetiminde, demokratik usulle yapılmasına karar verilmişti. Kısaca tek parti döneminin otoriter baskıcı uygulamaları, demokrasi yönünde evirilmeye başlamıştı.
Türkiye’de 1950 seçimlerinde, iktidarın sorunsuz bir şekilde el değiştirmesi, demokrasinin yerleşiklik kazandığı yönünde izlenim uyandırmıştı. İktidarın barışçıl ve demokratik yoldan DP’ye devredilmesi, halk iradesine dayalı iktidar anlayışının hayata geçmesine yol açmış (Karpat, 2006:227). Turan’nın (2009:535) belirttiği gibi iktidarın seçmenlerin oyu ile değişebileceği gerçeği, Türk toplumunun siyasete yönelik düşüncesini derinden etkilemiş, toplumun demokrasiye olan inanç ve güvenini de artırmıştı. Zira 1950’lerin ilk yarısı DP iktidarının altın yılları olarak ekonomide ciddi oranda büyümenin kaydedildiği (Ahmad, 1999:141), tarımsal gelirlerin ve tarımda makineleşme arttığı yıllardı (Zürcher, 1998:326). DP’liler tek parti dönemine ait tüm memnuniyetsizlikleri ortadan kaldırmaya başlamıştı. Menderes, gerici güçlerin karşısında olduğunu ancak vicdan hürriyetine saygılı olacağını ve katı laiklik anlayışının değiştirileceğini belirtmiş (Toprak, 2009:454,455), meclisin onayı ile Arapça ezan yasağını kaldırılmıştı. Halk Partililer, çok hassas ve tartışmaya açık olan bu konuda muhalefet etmekten çekinmişlerdi (Eroğul, 2003:101). DP yönetimi, CHP’ye bağlı bir örgüt olarak faaliyette bulunan Halkevlerini kaldırmış, (Göktepe, 2014:69), Köy Enstitülerini ise sadece öğretmen yetiştiren okullara dönüştürmüş, Türk Ocakları’nı yeniden açmıştı (Karpat, 2014:171).
Ancak 1954 seçimleriyle DP, yeniden tek başına iktidara gelse de ekonomide başlayan kötü gidiş hükümetin siyasetteki otoriter uygulamaları da beraberinde getirmişti. 1956’da Milli Korunma Kanunu’nu aratmayan bir “Ulusal Korunma Kanunu” eliyle devlete, mal ve hizmetlerin dağılımından fiyatların belirlenmesi dâhil ekonomiyi düzenleyecek her türlü yetki verilmiş (Ahmad, 1999:142), artan ekonomik sıkıntılar siyasal liberalleşmenin feda edilmesine yol açmıştı. Zira İnönü’ye ve CHP’ye bağlılığından kuşku duyulan bürokrat ve memurların görevden el çektirilmesi, öğretim üyeleri ve yargı üyelerine kadar uzanmıştı (Zürcher, 1998:335). Baskı ve yıldırma politikası sonucu parti kurucularından Fuat Köprülü, “programından ayrılmış ve eski hüviyetini değiştirmiş” olan bir partiyle devam etmesinin mümkün olmadığını belirterek partisinden istifa etmişti (Eroğul, 2003,198). DP’nin muhalefeti kontrol için kurduğu “Tahkikat Komisyonu”, kamuoyunun partiye karşı tavır almasına neden olmuş (Karpat, 2006:189), Ahmad’ın (2010b:97) belirttiği gibi komisyona meclisin ve mahkemelerin yetkilerini geride bırakacak düzeyde yetki verilmişti.
Sonuçta muhalefetteyken demokrasi manifestosu ortaya koyan DP yönetimi, tek parti dönemini aratmayacak uygulamalara imza atmıştı. Heper’e göre (2012:183) DP’liler, iktisadi açıdan önemli grupların desteğine sahip alternatif bir dünya görüşü ile ortaya çıkamadıklarından tek parti döneminden kalma, antidemokratik uygulamalara sarılmaktan öteye gidememiş, kendileri çoğunluğu temsil ettiği için, gerekli gördüğü her düzenlemeyi yapmak için, mutlak yetki ve meşruiyet sahibi olduğunu düşünmüşlerdi (Zürcher, 1998:323). CHP’nin devletçi-seçkinciliğine karşılık, DP’lilerin, “çoğunlukçu” anlayışı, “çoğulculuğa” galip gelmeye başlamıştı (Bakan, Özdemir, 2013:385,396). DP’liler, iktidarda kaldığı on yıllık süreçte, siyasal sistemi demokrasiyle pekiştirememiş, Belge’nin (2009:54) belirttiği gibi, “düşünülmüş ve sindirilmiş” bir demokratik kültürden yoksun olduğundan, kısa dönemde çarpıcı bir değişim/dönüşüm getiren politikalar ortaya koyamamıştır. Bu bağlamda 1940’lı ikinci yarısından itibaren, çok partili sisteme geçiş başta olmak üzere elde edilen tüm demokratik kazanımlar kaybedildiği gibi 27 Mayıs askeri darbesiyle siyasette askeri vesayet sistemi hâkim olmaya başlamıştı.
Türkiye’de 1960 darbesi ve darbe ürünü anayasanın yol açtığı vesayetçi anlayış siyasal alanı daraltmıştı. Darbe ürünü 1961 Anayasası; CHP’nin “İlk Hedefler Bildirisinin temel ilkelerini içeren çifte meclis, Anayasa Mahkemesi (AYM), Milli Güvenlik Kurulu (MGK), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) gibi kurumları hayata geçirmişti. Sak’a göre (2016:68), anayasanın temel kaygısı, demokratik değişimden ziyade, siyasete karşı güvensizliğin sonucu “askeri nitelikli bir siyasal yapıya” yol açmış zira güvenlik alanında MGK, yargı alanında askeri yargıtay önemli kurumlar hâline gelirken Genel Kurmay Başkanlığının doğrudan başbakanlığa bağlanması ve MGK’nın asker üyeleriyle bakanlar kurulu üyelerinin eşit konumda kabul edilmesi, söz konusu askeri yapıyı pekiştirmişti (Saybaşılı, 1995:167). Seçim sisteminde yapılan değişiklikler, birçok siyasal partinin meclise girmesini sağlarken, yükselen işçi hareketi sol siyaseti radikalleştirmiş, Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in meclise girmesi, demokratik anlayışta uygun olsa da, buna tepki olarak ortaya çıkan milliyetçi hareketlenmeler (Tuncel, 2013:237) ve önlenemeyen sokak eylemleri, yeniden asker müdahalelerine kapı aralamış, ordunun siyaset üzerindeki ağırlığını daha da artmıştı (Dursun, 2007:40). 19711973 yılları arasında anayasada yapılan değişiklikle, yürütmeye Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yetkisi verilmiş, üniversite ve TRT özerkliği kaldırılmış, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması yönünde yeni hükümler getirilmiş, yargı alanında Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM) kurulmuştu.
Böylece askeri yargı, sivil yargının aleyhine genişleyerek sivillerin de askeri mahkemede yargılanmasının önü açılmıştı (Karadağ, Akbaş, 2009).
Anayasanın getirdiği vesayetçi yapı, anarşik gelişmelerin sebebi saydığı TİP’i Temmuz 1971’de, laik devlet ve Atatürkçü düşünce yapısına aykırı faaliyetleri nedeniyle de Mayıs 1971’de Milli Nizam Partisi (MNP)’ni kapatmıştı (Tuncel, 2013:238,239). Tanör’ün (1986:58) belirttiği gibi muhtıra ve anayasa değişiklikleriyle hak ve özgürlükleri sınırlandırma nedenleri çoğaltılmış, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” gibi muğlak ifadeler kullanılmıştı. Özellikle 1970’li yılların ikinci yarısında siyasi şiddet ve terör eylemleri artmış, siyaset sorun çözen bir yapıdan ziyade sorun üreten bir yapıya dönüşmüş, “sağcı” ve “solcu” olarak adlandırılan kesimler arasındaki gerilim iyice tırmanmış, yükselen enflasyon ve ödemeler dengesindeki büyüyen açıklar, siyasal çöküşün yanında ekonomik çöküşün de habercisi olmuş. Kısaca yeni bir darbenin ayak sesleri gelmişti.
2.4. 1980 ve Sonrası: Demokrasi ve Otoriteryenlik Arasında Gelip Gitmeler
Türkiye’de 1980-1983 dönemi; 12 Eylül 1980 darbesiyle parlamentonun feshedildiği siyasal partilerin kapatıldığı ve lider kadrolarına siyaset yasağının getirildiği bir nevi “partisiz ve siyasetsiz” siyaset dönemidir. Darbe ürünü 1982 Anayasasıyla; AYM’nin yasaların anayasaya uygunluğunun esastan denetimini engellenmiş, üniversitelerde olduğu gibi özerklik ya tamamen kaldırılmış ya da RTÜK’te olduğu gibi çeşitli kısıtlamalar altına alınmıştı (Kalaycıoğlu, 2009:396,397; Özbudun, 2011:135,136). Anayasa eliyle, devletin birey karşısında üstünlüğü, “resmi ideoloji”, “hikmet-i hükümet” ve “türdeş toplum” anlayışıyla sağlanmıştı (Erdoğan, 2003:148). Can’a göre (2012:130) anayasaya hâkim olan felsefe; özgürlükten çok otorite, bireyden çok kolektif bütünlüktür. Anayasanın “insan haklarına saygılı devlet” nitelendirmesi, devlet ve insan haklarının birbirinden bağımsız iki olgu olduğu düşüncesinin kabul edildiğini zira devletin varlık gerekçesinin insan hakları olmadığı sonucunu doğurmaktaydı. YÖK’ün kurulmasıyla özgür bilgi üretiminin önü kesilmiş, Türkçe dışındaki dillerin kullanımı yasaklanarak farklı etnik gruplar dışlanarak yeni etnik ve toplumsal sorunlara kapı aralanmıştı (Özen, 2011:126,127). “1402 Sayılı Sıkıyönetim Yasasıyla, komutanlıkların istedikleri kamu görevlilerini derhal görevden alma yetkisi verilmiş, birçok üniversite öğretim elemanları görevlerinden uzaklaştırılmıştı (Oran, 2004:20). Kısaca 12 Eylül askeri darbesi, ülkedeki kaos ortamının ve akan kardeş kanının durdurulması gibi gerekçelere dayansa da siyasal, sosyal ve hukuksal alanda yeni sorunlara yol açmıştı.
Ancak bu dönemle birlikte uluslararası alanda hızla yayılan neo-liberal anlayış ABD öncülüğündeki siyasal liberalizmin ekonomideki uzantısı olan serbest piyasa sistemiyle, siyasette insan haklarına dayanan bireyciliği temel alan çoğulcu demokrasi anlayışı rakipsiz kalmıştı. Keyman’ın (2002:199,200) belirttiği gibi 1980’lerden sonra üçüncü dalga hâlinde “küreselleşme” adıyla yeniden belirleyicilik kazanarak Türkiye’nin geçirdiği toplumsal değişimlerin çözümlenmesinde “anahtar bir kavram” olmuştu. İnat ve Duran’ın (2006:30) belirttiği gibi küreselleşmenin etkin kıldığı neo-liberal ekonomik yaklaşım ve AB üyelik süreci, Türk siyasal sisteminin dönüşümünde önemli etkenlerdi. Artık yeni dönemin yükselen değeri; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler olmuş, devletlerin saygınlıkları artık bu değerlere olan bağlılıklarıyla ölçülmeye başlanmıştı.
Darbe yönetimi, Kasım 1983’te yapılacak seçimlerde, siyaseti “merkez”, “orta sağ” ve “orta sol” şeklinde dizayn etmeyi düşündüklerinden söz konusu çizgilerin temsilcisi olarak Milliyetçi Demokrasi Partisi (MD), Halkçı Parti (HP) ve Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP)’nin seçime girmesine izin vermişti (Özbudun, 2011:43,44; Erdoğan, 2003:142). 1983 seçimlerinde, Özal’ın birinci parti olarak çıkması ve tek başına iktidara gelmesi sivil siyasetin ve demokrasinin önünü açmıştı. Zira Batı’nın liberal ekonomi ve siyasi politikalarının Türkiye’deki izdüşümünü temsil eden Özal, siyasi düşünce ve politik uygulamalarıyla Türkiye’deki siyasi tabuları yıkan kişiydi. Erdoğan (1995:118,119), Özal’ın değişim odaklı politikalarını, “Özal dönemi Tanzimat’ı” olarak belirtmiş, otoriter darbe yönetiminin elverişli bir ortamında, özünde demokratik meşruluğun sağlanmaya çalışıldığını vurgulamıştır.
Özal, Türkiye’nin içe kapalı, bürokratik elitle özel sektör elitlerinin gizli anlaşmasına dayanan “avanta paylaşım mekanizmasını” yıkıp ekonomiyi dışa açarak uluslararası piyasalarla bütünleşen ekonominin prangalarından kurtulduğu rekabetin esas alındığı bir dönüşümü getirmişti (Erdoğan, 2016:31). Özal’ın temel düşüncesi, güçlü ekonomik yapının içerde ve dışarda demokratik siyaseti beraberinde getireceğine dayanmaktaydı. Gürbey’in (2016:232) belirttiği gibi Özal, ekonomik gücün siyasi gücü getireceğini savunmakta ve ekonomi temelli ilişkilerin, AB örneğinde görüldüğü gibi siyasi ilişkilerin geliştirilmesi ve çatışmasızlığa uygun ortam hazırladığını düşünmekteydi. Özal’ın; liberal ekonomi politikası, bürokrasinin azaltılması ve devletçi zihniyete son verilmesi, yerel yönetimlere daha fazla yetki verilmesi gibi düşünceleri, muhafazakâr/İslamcı bir görüntü içinde savunması, halkın içinden biri olarak görülmesi ve sivil siyaseti temsil etmesi (Uluç, 2014:116) onu farklı kılan temel niteliklerdi.
Özal’ın temel felsefesini oluşturan, “her alanda özgürlük” anlayışı ve sürekli vurguladığı inanç ve inandığı gibi yaşama özgürlüğü, serbest düşünce ve düşüncesini ifade etme özgürlüğü ve teşebbüs özgürlüklerine engel teşkil eden Türk Ceza Kanunu (TCK)’nun 141’inci ve 142’nci maddeleri, sınıf mücadelesinin teşvik edilmesini yasaklayan 145 ve 146’ncı maddeleri ve dinin siyasi amaçlı kullanımını yasaklayan 163. maddenin ceza yasasından çıkarılması (Heper, 2011:207), önemli demokratik adımlardı. Zira Özal’ın “BM İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’ni imzalaması, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” (AİHM)’nin yargı yetkisinin kabul etmesi ve “Avrupa İnsan Hakları Konseyi” (AİHK)’ne bireysel başvuru hakkını tanıması gibi düzenlemelere imza atması, Batı’dan gelen baskı ve eleştirileri hafifletmeye yönelik olmakla birlikte Batı standartlarında bir liberalleşme yönündeki düzenlemelerdi (Dağı, 2001:132,133). Yavuz’un (2008:109,110) belirttiği gibi AİHK’ne bireysel başvuru hakkı, özellikle Kürt kökenli ve diğer vatandaşların devletin baskıcı tutumuna karşı kullandığı alternatif bir kanaldı.
Özal, askeri vesayete karşı açık tavır almış zira askeri konuların, sadece askerler arasında konuşulduğu bir dönemde, askeri harcamaları tartışmaya açmış (Pakdemirli, 2013:180,181), Genel Kurmay Başkanlığına, ordunun yüksek komuta kademesinin değil, kendi istediği Necip Torumtay’ı getirerek askerlere Cumhurbaşkanlığı yolunu kapamıştı (Ataman, 2014:268,269). Birand ve Yalçın’a göre (2001: 308,309), Özal’la birlikte ilk defa askerlerin, seçilmiş sivil inisiyatifin vermiş olduğu karar gereği atama, terfi ve görevlerine son verilme işlemi, demokratik ülkelerdeki gibi işlemekteydi. Özal’ın Cumhurbaşkanlığı makamına gelmesi, 1960’tan beri sürekli askerlerin cumhurbaşkanı olduğu yönündeki yerleşmiş statükoyu kırmış (Uzgel, 1998:321), Güner’in (2003:48) belirttiği gibi Özal, Çankaya Köşkü’nü sadece siyasilerin mülki ve askeri amirlerin davet edildiği yer olmaktan çıkararak sanatçılar, basın mensupları, sporcular ve iş adamlarının fikir alışverişinde bulunulduğu mekâna dönüştürmüştü. Sonuçta Özal, Türk ekonomik, siyasi ve sosyal konulardaki çoğu tabuları yıkmış değişimin öncüsü olmuştur. Ancak Özal’ın, gerek düşüncelerini paylaşan ve ileriye götürecek güçlü kadro eksikliği, gerekse pratik-pragmatist kişiliği, demokratik değişimi kalıcı hâle getirememişti. Seçim sistemi ve barajı konusunda hiçbir değişiklik yapmayan Özal (Erdoğan, 2003:223), Tuncel’in (2013:267) belirttiği gibi toplumun depolitize olmuş yapısında değişiklikten ziyade darbenin getirdiği anti demokratik yasaların değiştirilmesi yerine pragmatist bir tavır takınmıştı.
Ancak, Türkiye’de demokrasinin kurum ve kuralları ve uygulamalarıyla yerleşik hâle geldiği anlamına gelmemektedir. Bu bağlamda yapılan eleştiriler temelde; tüm vesayet unsurları etkisiz hale gelse de demokrasiye yerleşiklik kazandıracak adımların atılmadığı, AB ile üyelik ilişkilerinin irtifa kaybettiği, tek başına iktidarın getirdiği çoğunlukçu anlayışın hâkim olduğu yönündedir. Sarıbay’ın (2012:25) belirttiği gibi AKP, Kasım 2002’de yapılan seçimlerde, kendi dahli olmadığı bir Seçim Kanunu’na tâbi olarak tek başına iktidar olmuş, artık her şeye dahli olabilecek bir konuma gelse de seçim sisteminin anti demokratik yüksek baraj engeli ve Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılması gereken demokratik düzenlemelerle ilgili, uzun süreli iktidarı döneminde bir girişimde bulunmamıştır. Çınar’a göre (2009: 508, 509) AKP kurucuları, önceden anayasanın demokratik olmadığını ve YÖK’ün üniversiteler üzerindeki vesayetçi konumunu şiddetle eleştirse de kendi kontrolüne geçince bu kurumları dogmatik bir şekilde savunmaları, kurumsallaşmış demokrasi ve zihniyet yapısının oluşmadığını göstermektedir.
Özellikle AKP’nin üçüncü hükümet dönemi sonrasında yaşanan Gezi olayları, 17-25 Aralık Operasyonu, çözüm sürecinin akamete uğraması ve en nihayetinde 15 Temmuz darbe kalkışması gibi ülke güvenliğini doğrudan ilgilendiren olaylar silsilesi, hükümetin güvenlik temelli reflekslerini artırdığı bir gerçektir. Bu bağlamda kabul edilebilir bir durum olan otoriter ve güvenlikçi tedbirlerin, uzun süren politik uygulamalara dönüşmesi, olağanüstü hal şartlarında yapılan seçim ve ülke siyasal sistemini değiştirecek anayasa değişiklik referandumu tartışmalara yol açmıştı.
Değerlendirme ve Sonuç
Türk siyasi tarihi, “yenileşme” veya demokratikleşme çabalarının tarihi olarak bilinmektedir. Ancak demokratik yönlü değişim düzenlemelerini, antidemokratik ve otoriter uygulamalar takip ettiğinden demokrasi kültürü yerleşiklik kazanamamıştır. Zira Osmanlıda, Tanzimat ve meşrutiyet süreçleriyle elde edilen demokratik yönlü kazanımlar, İttihat ve Terakki döneminde kaybedilmiş, Cumhuriyet’le gerçekleşen demokratik dönüşümün temelini oluşturan saltanatın tasfiyesi, Cumhuriyetin kurulması, tek parti düzeninden rekabete dayalı çok partili sisteme geçilmesi (Dursun, 2007:24) gibi düzenlemeleri hep antidemokratik uygulamalar takip etmiştir. 27 Mayıs’la birlikte siyasetin askeri müdahalelerle yönlendirildiği askeri vesayet süreci başlamış, yaşanan siyasi ve ekonomik krizlerle, ülke demokrasisi, zayıf kalmıştır.Tek parti dönemin siyasi ve bürokratik zihni tabularını ve asker vesayetini kıran politik uygulamaları, demokratik değişim konusunda beklentileri artırmıştır. Erdoğan’ın (2016:33) belirttiği gibi Türkiye’de demokratik değişim, bürokratik seçkinlere dayanarak değil, tam tersine ılımlı muhafazakâr halk tabanına dayanılarak gerçekleştirilmiştir. Zira ilerici aydınların tersine, ülkeyi ileri götürecek politikalar, inançların ve geleneklerin rencide edilmemesi şartıyla, muhafazakâr halk kitleleri her zaman yatkın olmuştur.
Batı’da farklı toplumsal kesimlerin mücadelesine dayanan ve devrimsel değişimlerle elde edilen burjuva demokrasileri, Batı’nın tarihsel ve kültürel birikimlerinin bir neticesidir. Ancak Türk modernleşmesinin, burjuva temelinden ziyade devlet elitleri öncülüğünde yürütülmesi, siyasal ve ekonomik hayatta onların belirleyicilik kazanmasına yol açmıştır. Bu kesim, kendilerini devletin koruyucuları ve vesayet makamları olarak gördüklerinden, siyasi faaliyetlere şüpheyle yaklaşmışlar (Özbudun, 2007:265), siyasetin kendisi, farklı toplumsal kesimlerin taleplerinden ziyade, devlet merkezli yürümüştür. Öğün’ün (2004:23,130,131) belirttiği gibi Türkiye’de siyaset ya Cumhuriyetin kurucu ideolojik doğmaları etrafında birleşen “uyumlu yurttaşlar cemaati” anlayışıyla hareket ederek özgür bireylerden oluşan toplumu göz ardı eden ya da “maneviyat” ve “mukaddesat” söylemlerle kurulan “müminler cemaatini” gerçek anlamda yurttaş statüsüne çıkaramamıştır.
Kısaca Türkiye’nin demokrasi mücadelesi; sürekli istikrarsızlıklarla devam eden, ileri gidişleri ortadan kaldıran geriye dönüşlerin söz konusu olduğu bir kısır döngüye dönüşmüştür. Tilly’nin (2014:9), “demokrasi her zaman tamamlanmadan kalan ve sürekli olarak tersine çevrilme riski olan bir süreç” yorumu, Türkiye’nin demokrasi serüvenini ortaya koymaktadır. Mahçupyan’a göre (2015:44) Türkiye’de reform ve değişim çabaları, “zorunluluk” olarak görüldüğünden, bizatihi değişimci bir zihniyet oluşmamış, zira değişimin kendisi ve ivmesi “süreklilik” değil, “tek seferlik sıçrama” olarak algılanmıştır. Emiroğlu’nun (2015:73, 100,101,389) belirttiği gibi demokratik değişimin öznesi halk veya toplumsal sınıflar olmadığı müddetçe, devlet eliyle merkezden yapılan değişim faaliyetlerinin, devletin gerçek anlamda kendisini dönüştüreceği beklenemez. Sosyal sınıf olgusunun gelişmediği bir ortamda, devlet-toplum ilişkisi ve devlet merkezci anlayış konumunu yitirmeden demokrasi ülküsü yaşatılmaya çalışılmıştır.
TÜRKİYE’DE DEMOKRASİNİN GELİŞİM SÜRECİ BAKIMINDAN DÖNEMSEL KRİTİĞİ 17-04-2019
Hasan ÇİMEN1 Selahaddin BAKAN2
Kaynakça
ACEMOĞLU Daron ve ROBİNSON A. James (2014). Ulusların Düşüşü: Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri, Çev. F. Rasim Veziroğlu, Doğan Kitap Y. İstanbul.
AHMAD, Feroz (1999). Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev.Y. Alogan, Kaynak Y. İstanbul.
AHMAD, Feroz (2010a). İttihat ve Terakki:1908-1914, Çev. N. Yavuz, Kaynak Y. İstanbul.
AHMAD, Feroz (2010b). Demokrasi Sürecinde Türkiye:1945-1980, Çev. A. Fethi,4.Bsm, Hil Y. İstanbul.
AKŞİN, Sina (2004). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, 5.Bsm, İmaj Y. Ankara.
AKYOL, Taha, “Yeniden reform dönemi mi” Hürriyet, 1 Eylül 2018.
ATAMAN, Muhittin (2014), “1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar” Osmanlı’dan İkibinli Yıllara Türkiye’nin Politik Tarihi: İç ve Dış Politika, (Ed). A.Çaylak ve diğ, 5. Bsm, Savaş Y. Ankara.
AYDEMİR, Ş. Süreyya (2000). İkinci Adam:1938-1950, C.2, Remzi Kitabevi, İstanbul.
AYDEMİR, Ş. Süreyya (2006). Tek Adam: Mustafa Kemal 1881-1919,C.1, Remzi Kitabevi.
BAKAN, Selahaddin, ÖZDEMİR, Hakan, “Türkiye’de 1946-1960 Dönemi İktidar-Muhalefet İlişkileri: Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Demokrat Parti (DP)’ye Karşı”, C.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi, 14/1, 2013, ss.373-397.
BALCI, Ali (2013). Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler, Uygulamalar, Etkileşim Y.
BELGE, Murat (2009). “Türkiye’de Siyasi Düşüncenin Ana Çizgileri”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler, 1.Bsm. Ed. T.Bora, M.Gültekingil, İletişim Y. İstanbul.
BERKES, Niyazi (2008). Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Y. N.1713.
BİLGİN, Vedat (2007). Türkiye’de Değişimin Dinamikleri, Lotus Y. Ankara.
BİRAND, M. Ali, Yalçın, Soner (2001). The Özal, Doğan Kitapçılık, İstanbul.
CAN, Osman (2012), Yol Ayrımında: Statükodan Önce Son Çıkış,Timaş, Y. İstanbul
ÇELİK, Hüseyin (2002). Türkiye’de Değişim Demokrasi ve Aydınlar, Ufuk Y. İstanbul.
ÇINAR, Menderes (2009). “Merkezsiz Siyaset Siyasetsiz Merkez”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Dönemler ve Zihniyetler, Ed. T. Bora, M. Gültekingil, İletişim Y.
ÇİĞDEM, Ahmet (2003). Aydınlanma Düşüncesi, 4. Bsm. Ağaç Y. İstanbul.
DAĞI, D. İhsan (2001). “Avrupa Birliği ve Türkiye: Batılılaşmanın Neresindeyiz”, Türkiye’nin Dış Politika Gündemi: Kimlik, Demokrasi, Güvenlik, Der. Ş. Çalış vd, Liberte Y. Ankara.
DAĞI, D. İhsan (2010). “Adalet ve Kalkınma Partisi: Güvenlik ve Meşruiyet Arayışında Kimlik, Siyaset ve İnsan Hakları Söylemi”, AK Parti: Toplumsal Değişimin Yeni Aktörleri, Ed. H.Yavuz, Kitap Yayınevi, İstanbul.
DAHL A. Robert (2001). Demokrasi Üstüne, Çev. B. Kadıoğlu, Phoenix Y. Ankara.
DEMİREL, Ahmet (2002). “İsmet İnönü”, Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce: Kemalizm, 2.Bsm. Ed. A. İnsel, İletişim Y. İstanbul.
DUMAN M. Zeki, “Türkiye’de Burjuva Sınıfının Sosyal Profili”, Sosyoekonomi, 5 (5), 2007, ss. 34-47.
DURSUN, Davut (2000), Ertesi Gün-Demokrasi Krizlerinde Basın ve Aydınlar-27 Mayıs-12 Mart-12 Eylül, İşaret Y. Ankara.
DURSUN, Davut (2004). “Muhafazakârlık ve Türk Muhafazakarlığının Sorun Alanları”, Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu (UMDS), Camev Y. Ankara.
DURSUN, Davut (2007). “Türkiye’nin Dönüşüm Süreci, Dinamikleri ve Genel Özellikleri”, Dönüşüm Sürecindeki Türkiye: Aktörler Alanlar, Sorunlar, Ed. D. Dursun, B. Duran, H. Al, Alfa Y. İstanbul.
EMİROĞLU Akif (2006). Toplumbilimsel Siyasal Sosyolojiye Giriş, Ekin Kitap, Ankara.
EMİROĞLU, Kudret (2015), Kısa Osmanlı-Türkiye Tarihi: Padişahlık Kültürü ve Demokrasi Ülküsü, İletişim Y. İstanbul.
ERDEM, Tevfik (2006). Feodaliteden Küreselleşmeye Temel Kavram ve Süreçler, Lotus Y.
ERDOĞAN, Mustafa (1995). Demokrasi, Laiklik Resmi İdeoloji, Siyasal Y. Ankara.
ERDOĞAN, Mustafa (2003). Türkiye’de Anayasalar ve Siyaset, Liberte Y. Ankara.
ERDOĞAN, Mustafa (2016). “Türk Politikasında Bir Reformist: Turgut Özal”, Özal’lı Yıllar: Siyaset, İktisat Zihniyet, Ed. İ. Sezal-İ. Dağı, Beta Y. İstanbul.
ERDOĞAN, R. Tayyip (2013). “Önsöz”, Sessiz Devrim: Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri 2002-2012, KDGM Y. N.4. Ankara.
ERKAN, Hüsnü (1990), “Türkiye’de Demokrasinin Ekonomik Temelleri”, Türk Demokrasi Vakfı (TDV), (Haz) H. Erkan, Dokuz Eylül Üniv. Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi Enst. Y.
EROĞUL, Cem (2003). Demokrat Parti Tarihi ve İdeolojisi, 4.Bsm. İmge Y. Ankara.
FİNDLEY, Carter (2012). Modern Türkiye Tarihi, Çev. G. Ayas, 2. Bsm. Timaş Y. İstanbul.
GÖKTEPE, Cihat (2014). “Türkiye’de İç ve Dış Siyasi Gelişmeler: 19501965”, İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi:1946-2012, (Ed). T.Ünlü Bilgiç-C. Göktepe, Ufuk Y. İstanbul.
GÖLE, Nilüfer (1993). Modern Mahrem, Metis Y. İstanbul.
GÖZEN Ramazan (2006). “Türk Dış Politikasında Vizyon ve Revizyon”, Doğu’dan Batı’ya Dış Politika: Ak Partili Yıllar, (Der). Z. Dağı, Orion Y. Ankara.
GÜNER, Engin (2003). Özal’lı Yıllarım, 2. Bsm. Babıali Kültür Y. İstanbul.
GÜRBEY, Gülistan (2016). “Özal’ın Dış Politika Anlayışı”, Özal’lı Yıllar: Siyaset, İktisat Zihniyet, (Ed). İ. Sezal-İ. Dağı, Beta Y. İstanbul.
HEPER, Metin (1974). Bürokratik Yönetim Geleneği: Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyetinde Gelişimi ve Niteliği, ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi Y. N.23.
HEPER, Metin (2011). Türkiye’nin Siyasal Hayatı: Tarihsel, Kuramsal ve Karşılaştırmalı Açıdan, (Çev). K. Göksel, Doğan Egmont Y. İstanbul.
HEPER Metin (2012).Türkiye’de Devlet Geleneği, (Çev) N.Soyarık, Doğu-Batı Y. Ankara.
İNALCIK, Halil (2013). Osmanlı ve Modern Türkiye, Timaş Y. İstanbul.
İNAT Kemal, DURAN, Burhanettin, (2006). “AKP Dış Politikası: Teori ve Uygulama”, Doğudan Batıya Dış Politika: AK Partili Yıllar, (Der). Z. Dağı, Orion Y. Ankara.
KAHRAMAN H. Bülent (2008). Türk Siyasetinin Yapısal Analizi: Kavramlar Kuramlar Kurumlar, İdil Matbaacılık, İstanbul.
KALAYCIOĞLU, Ersin (2009). “Türkiye’de Politik Rejimin Evrimi ve Yasama Sistemi”, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ed. E. Kalaycıoğlu, A.Yaşar Sarıbay, Dora Y. İstanbul.
KALAYCIOĞLU, Ersin ve SARIBAY, A. Yaşar (2009). “Tanzimat: Modernleşme Arayışı ve Politik Değişme”, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ed. E. Kalaycıoğlu, A.Yaşar Sarıbay, Dora Yayıncılık, İstanbul.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM) (2013). Sessiz Devrim: Türkiye’nin Demokratik Değişim ve Dönüşüm Envanteri 20022012, Yayın No.4.
KANT, İmmanuel (2004).Yaşamın Anlamı, Çev. G. Uyanık, A. Sarı, Birey Y. İstanbul.
KARADAĞ, Ahmet ve AKBAŞ, Zafer, “Kurumsal Güvencelerin İşlevsizlik Kavşağındaki Demokrasi: Türkiye”, M.K.Ü. S.B.E Dergisi,6/11, 2009, ss.162-188.
KARPAT, H. Kemal (2006). Osmanlı’da Değişim Modernleşme ve Uluslaşma, Çev. D. Özdemir, İmge Y. Ankara.
KARPAT, H. Kemal (2014). Kısa Türkiye Tarihi:1800-2012, 4. Bsm. Timaş Y. İstanbul.
KEYDER, Çağlar (1995). “Kimlik Bunalımı Aydınlar ve Devlet”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, (Ed). S. Şen, Bağlam Y. İstanbul.
KEYMAN, E. Fuat (2002). “Globalleşme Söylemleri, Özgürlük Sorunsalı ve Türkiye”, Liberalizm Devlet ve Hegemonya, Der. F. Keyman, Everest Y. İstanbul.
KOCABAŞ Süleyman (2016). 29 Mayıs 1876 Darbesinden 15 Temmuz 2016 Darbesine Darbelerin Zararları ve Darbeler Tarihimiz:1876-2016, Mutlu Y. İstanbul.
KOÇAK, Cemil (2008). “Siyasal Tarih:1923-1950”, Türkiye Tarihi IV, 4. Cilt, Ed. S. Akşin, Cem Y. İstanbul.
KONA, G. Gamze (2005). Batı’da Aydınlanma, Doğu’da Batılılaşma, Okumuş Adam Y.
KONGAR Emre (2005). 21. Yüzyılda Türkiye: İki Binli Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, 36. Bsm. Remzi Kitabevi, İstanbul.
KÖKER Levent (2008). Demokrasi, Eleştiri ve Türkiye, Dipnot Y. Ankara.
KURTOĞLU, Zerrin (2004). “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi ve Siyaset: Pozitivist Yönetim İdeolojisinin İslam’ın Siyasallaşmasına Katkısı”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: İslamcılık, (Ed). T. Bora, M.Gültekingil, İletişim Y. İstanbul.
MAHÇUPYAN, Etyen (2008). Batı’yı Anlamak: Zihniyet Değişim Kriz, İletişim Y. İstanbul.
MAHÇUPYAN Etyen (2015). Türkiye’yi Anlamak:Zihniyet, Değişim,
Kriz, Profil,Y. İstanbul.
MOORE Barrington (2012). Diktatörlüğün ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri, Çev. Ş.Tekeli, A. Şenel, 3. Bsk. İmge Kitabevi, Ankara.
MÜFTÜOĞLU, İsmail (2010). Belgeler Konuşuyor:Milli Görüşte Kırılma, 3. Bsm, Alioğlu Y. İstanbul.
NEBATİ, Nureddin (2014), Milli Görüş’ten Muhafazakâr Demokrasiye, Alfa Y. İstanbul.
OĞUZLU, Tarık (2014). “Türk İç ve Dış Siyasetinde Devrimsel Yıllar: 2002-2012”, İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi:1946-2012, Ed. T.Ü. Bilgiç, C. Göktepe, Ufuk Y. İstanbul.
ORAN Baskın (2004). “Dönemin Bilançosu”, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular Belgeler Yorumlar, (Ed) B. Oran, C.2, İletişim Y. İstanbul.
ÖĞÜN, S. Süleyman (2004). Türk Politik Kültürü, 2. Bsm, Alfa Y. İstanbul.
ÖYMEN, Onur (2011). Demokrasiden Diktatörlüğe: İktidar Uğruna Demokrasiyi Feda Edenler, 3. Bsk. Remzi Kitabevi, İstanbul.
ÖZBUDUN, Ergun (1990). “Türkiye’de Siyasal Kültür ve Demokrasi”, Türk Demokrasi Vakfı (TDV), (Haz) H. Erkan, Dokuz Eylül Üniv. Atatürk İlke ve İnkılap Tarihi Ens.Y.
ÖZBUDUN, Ergun, “Türk Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi”, Ankara Üniv. SBF Dergisi, 62/3, 2007, ss.257-268.
ÖZBUDUN, Ergun (2011). Otoriter Rejimler, Seçimsel Demokrasiler ve Türkiye, İstanbul Bilgi Üniversitesi Y. Nu.336, İstanbul.
ÖZÇELİK, Ayfer (2007). “1960’tan Günümüze Türk Siyasal Hayatı”, Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, (Ed). S. İnan, E. Haytoğlu, Anı Y. İstanbul.
ÖZEN, Hayriye (2011), “Turgut Özal”, Türkiye’de Siyasal Liderlik: Dönemler Özellikler ve Karşılaştırmalar Menderes,Demirel,Erdoğan Örnekleri, Der. E.Toros, Atılım Ünv.Y. PAKDEMİRLİ, Ekrem (2013). Özal’ın Mirası, Ufuk. İstanbul.
PARSONS, Talcott (2005), “Entelektüel: Sosyal Bir Rol Kategorisi”, Entelektüel ve İktidar, Ed. K. Çağan, Hece Y. Ankara.
SAATÇİOĞLU Beken (2012). “Avrupa Birliği ve Demokratikleşme”, Avrupa Birliği: Tarihçe Teoriler, Kurumlar ve Politikalar, Ed. B. Akçal, İ. Göçmen, Seçkin Y. Ankara.
SAK, Hüseyin (2016). “Webergil Karizmatik Otorite Tipolojisi Çerçevesinde Özal ve Türkiye Demokrasisi”, Özal’lı Yıllar: Siyaset, İktisat Zihniyet, Ed. İ. Sezal, İ.Dağı, Beta Y.
SARIBAY, A. Yaşar (2012). Demokrasinin Sosyolojisi: Çoğunlukçuluk ve Çoğulculuk Arasında Türkiye, Timaş Y. İstanbul.
SAYBAŞILI, Kemali (1995). “Münevver, Entelektüel Aydın”, Türk Aydını ve Kimlik Sorunu, Ed. S. Şen, Bağlam Y. İstanbul.
SEYDİ, Süleyman (2014), “Türkiye’de Siyaset:1946-1950”, İç ve Dış Gelişmelerle Türkiye’nin Demokrasi Tarihi:1946-2012, (Ed). T.Ünlü Bilgiç, C. Göktepe, Ufuk Y.
ŞAYLAN Gencay (2003). Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi,
2.Bsm, İmge Y.
ŞENŞEKERCİ, Erkan, “Avrupa’da Işıklar Yüzyılı ve Siyasetin Özerkleşmesi”, Uludağ Üniv. Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, IV, 2005, ss 9–26.
TANÖR, Bülent (1986). İki Anayasa:1961-1982, Beta Y. İstanbul.
TANÖR, Bülent (2011). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 20. Bsk,Yapı Kredi Y. İstanbul.
T.C. 1982 Anayasası (2012). (Ed). C. Ülgen, Yayın No. 2718, Beta Basım A.Ş.
TEMİZTÜRK, Hakan, “Türkiye’de Ordunun Siyasete Müdahale Geleneği ve Basın: 27 Nisan 2007 Muhtırasından Önce ve Sonra”, Erciyes Üniv. İletişim Fakültesi Dergisi, 1/1, 2009, ss.6-26.
TİLLY, Charles (2005). Avrupa’da Devrimler:1492-1992, Çev. Ö. Arıkan, Mart Y. İstanbul.
TİLLY Charles (2014). Demokrasi, Çev. Ebru Arıcan, Phoenix Y. Ankara.
TOPRAK, Binnaz (2009). “Türkiye’de Dinin Denetim İşlevi”, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ed. E. Kalaycıoğlu, A.Y. Sarıbay, Dora Y. İstanbul.
TUNCEL, Gökhan (2013). “Siyasal Partiler”, Osmanlı’dan Cumhuriyete Türkiye’de Siyasal Hayat, (Der). A.Karadağ, Orion Kitabevi, Ankara.
TUNCEL, Gökhan ve BAKAN Selahaddin, “Türkiye’de Demokrasinin Aksak Ayağı: Muhalefet” , Jornal Of Yaşar University, 8/3, 2013, ss. 5343-5365.
TUNÇAY, Mete (2010). Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetimin Kurulması:1923-1931, 5. Bsk. Tarih Vakfı Yurt Y. İstanbul.
TURAN, İlter (2009). “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme, Ed. E. Kalaycıoğlu, A.Yaşar Sarıbay, Dora Y. İstanbul.
ULUÇ, A. Vahap, “Liberal-Muhafazakâr Siyaset ve Turgut Özal’ın Siyasi Düşüncesi”, Yönetim Bilimleri Dergisi, 12/23, 2014, ss.107-140.
UZGEL, İlhan, “Türk Dış Politikasında Sivilleşme ve Demokratikleşme Sorunları: Körfez Savaşı Örneği”, Ank. Üniv. SBF Dergisi, 53/1, 1998, ss.307-325.
YAVUZ, M. Hakan (2008), Modernleşen Müslümanlar: Nurcular, Nakşiler, Milli Görüş ve Ak Parti, 2. Bsk, Kitap Y. İstanbul.
ZÜRCHER E.Jan (1998), Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Y. İstanbul.
ZÜRCHER,E. Jan (2007), Cumhuriyetin ilk Yıllarında Siyaset ve Muhalefet: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (1924-1925), 2.Bsm, İletişim Y. İstanbul.
**BİREY VE TOPLUM, 2019
1 Dr., İnönü Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Doktora Mezunu
2 Doç. Dr., İnönü Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi