Bu yazımızda solun içinden çıkan bir alternatif siyaset olarak radikal demokrasiyi yeniden hatırlayarak anlamaya ve tartışmaya çalışacağız. 1970’lerde Marksist teorinin açmaza girmesi, Kapitalist modernitenin kriz ve yıkımlarının defalarca deneyimlenmesi ile ne kapitalist ne de komünist blok, halklar ve kimlikler için beklenen demokrasiyi ve özgürlüğü gerçekleştiremedi.
Böyle bir konjonktürde Laclau ve Mouffe 1985’te “Hegemonya ve Sosyalist Strateji- Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru” adlı kitap ile yaşanan tıkanmaya üçüncü bir gözle bakan yeni bir alternatif öne sürdüler. Çıkış koşulları itibariyle bir üçüncü yol siyaseti olarak doğan radikal demokrasi sola yeni bir bakış açısı getirmeyi başardı. Peki radikal demokrasi nedir, neyi savunur, neye karşıdır, nasıl örgütlenir? Bu sorulara kısaca cevap arayalım.
Post-Marksist kuramın teorik argümanlarını içeren radikal demokrasi, dayandığı temel ilke ve stratejileriyle sola yeni bir örgütlenme, yeni bir siyaset yolu öneriyor. Radikal demokrat projeye göre, modernitenin temel prensiplerini tersyüz etmek yerine, bu prensipler ‘yapıbozum’a uğratılmalı ve karşı “hegemonya” ile yeniden kurulmalı.
RD kaynağını Marksizmden alıyor; bunun için tek bir Marksist okumanın değil birçok yenilikçi Marksist okumanın olması gerektiği savunuluyor. Neden Marksist okuma diye bir soru sorulduğunda ise Mouffe cevap verir: “Çünkü Marksizm bizim geçmişimiz” ve ekler:
“Büyük bir entelektüel geleneğin aşılması ani bir çöküş biçiminde değil, aynı kaynaktan çıkan nehir sularının çeşitli yönlere yayılarak başka kaynaklardan gelen akıntılarla karışması ile olur. Kavramlardan bazılarını miras bırakarak, bazılarını da dönüştürerek ya da terk ederek ve içinde toplumsalın çoğunluğunun biçimlendiği özgürleştirici söylemlerinin o sonsuz metinler arasılığında kendilerini eriterek… Klasik Marksizm’in alanını oluşturan söylemler yeni bir solun düşünülmesine ancak böyle katkıda bulunabilir.”
Ve savını güçlendirmek için Althusser’e başvurur. Althusser “Platon felsefesinin arkasında Grek matematiği, 17. yüzyıl akılcılığının arkasında Galile fiziği, Kant’ın felsefesinin arkasında Newton fiziği vardır” der. Böylece radikal demokratlar bileşik kaplar usulü devreden mirasın ve birikimin uzantısı olarak kendilerini tanımlarlar.
Sınıf Mücadelesinden Yeni Toplumsal Hareketlere Solun Genişlemesi
Bilindiği üzere 19. Yüzyılın Kapitalist toplumunun toplumsal hareketleri olan işçiler, köylüler ve sömürgeler Post-kapitalist dönemde yeni kimlikler edindi. Kapitalist toplumda kimlikler kapalı, dikişli, bütünsellik ve evrensellik arz eden bir yapıya sahipken, Post-kapitalist toplumda toplumsalın tamamlanmamış açık-dikişsiz, sabitlenmemiş karaktere sahip özne konumları söz konusudur.
Radikal demokrasi içerik olarak toplumsal olguların tamamlanmamış açık karakterini sol siyasetler için yeni bir örgütlenme penceresi olarak görür. Radikal demokratlara göre, çoğalan kimlikleri salt homojen bir sınıf bağlamı içinde değerlendirmek, solu siyasete kapatan ve darlaştıran bir okumadır; aksine bu çoğullaşma sola genişleme fırsatı verir. Zira kimlikleri savunmak, günümüzde yeni bir mücadeleyi zorunlu kılar ve sol buna kör kalmamalıdır.
Dolayısıyla toplumsal mücadelenin öncülüğünü artık sadece Marksizmin anonim öznesi İşçi Sınıfı ile birlikte. birbirinden farklı ama bir şekilde iktidara karşı mücadele verirken yolu kesişebilen ve yeni direniş alanları olarak kabul gören Yeni Toplumsal Hareketler yapabilir. Ve Yeni Toplumsal Hareketler, yeni tabiiyet (sembolik şiddet) ilişkilerine karşı sistem karşıtı bir mücadele hattının temel öznelerinin çoğullaşması olarak tanımlanabilir.
Çoklu Sömürü Alanlarına Karşı Çoklu Direniş Alanları Bağlamında Yeni Toplumsal Hareketler
Radikal demokrasi sol hareketlere, iktidar ve sömürü alanlarının genişlemesine karşı, farklı direniş alanlarını öneren çoğul bir perspektif sunuyor. Böylece “barışçı, sendikacı, protest, çevreci, feminist, anti-emperyalist yurttaş kitleler” mücadeleye dahil edilirken, sol siyaset daha geniş bir tabana hitap etmiş oluyor.
Radikal demokratlara göre bu hareketlerin asıl rolü, sınıf kategorisine karşıt bir kategoride keyfi olarak bir toplanma fikri değil, günümüzün kaotik toplumunda şiddetin, eşitsizliğin ve sömürünün gittikçe daha çok sayıda ilişkiye hızla sirayetine direnen özneleri eklemlemede oynadıkları roldür.
Toplumsal hareketlerin yeniliği ise yeni tabiiyet biçimlerini sorguluyor olmalarından gelmektedir. Peki yeni tabiiyet ilişkileri sol İçin ne anlam ifade eder. Radikal demokratlara göre tabiiyet biçimleri, bir kişinin, bir başkasının kararlarına boyun eğdiği ilişki biçimidir. Burada tabiiyet ilişkilerinin baskı ilişkilerine nasıl dönüştüğünü bilmek ve çözümlemek önemlidir. Tabiiyet ilişkisi bir işverene göre bir çalışan ya da belli aile örgütlenmesi biçimlerinde erkeğe göre kadın gibi, hiyerarşik ilişkileri tanımlar. Bu hiyerarşik ilişki biçimi post-kapitalist dönemde daha da genişlemiştir.
Demokratik Devrim İçin Eşdeğerlik Zinciri
Farklı mücadele başlıklarını yan yana getirmek çok zor gibi görünse de Radikal demokratlar buna da şimdilik yetersiz gibi görünen bir çözüm getirmeye çalışıyor. Laclau ve Mouffe’a göre hiyerarşik bir toplum tasarısının yeniden kurulması karşısında solun alternatifi, demokratik devrim alternatifidir. Bunun için demokratik değerlerin hegemonyasını demokratik devrimin ön koşulu varsayılıyor. Değerlerin oluşumu demokratik pratiklerinin çoğalmasına bağlıdır. Peki budeğerler nasıl ortaklaştırılacak. Yazarlar bunun için de “Eşdeğerlilik zincirlerinin” oluşumunu öneriyor.
Verili tabiiyet ilişkilerine karşı mücadele ederek siyasal alanı çoğullaştıran tüm direniş
alanları, eşdeğerlilik zincirinin birer halkası olarak kabul ediliyor. Böylece ‘Birlikte vur ama ayrı yürü’ önermesi üzerinden yükselen bir siyasal mücadele dinamiği hayal ediliyor. Tek tek demokratik mücadeleler güçlendirilerek başka mücadelelere uzanan eşdeğerlik zincirlerinin genişletilmesi öngörülüyor. Marx’ın deyişiyle ”her birinin özgür gelişiminin, hepsinin özgür gelişiminin koşulu olacağı” bir tarzda ortak bir duyunun yaratılma çabasını, sınıf mücadelesinden yeni toplumsal hareketlere solun genişlemesi olarak değerlendirmek mümkün.
Radikal Demokrasinin Anahtar Kavramı Hegemonya
Tüm bu zinciri anlamlı kılan kavram ise Radikal demokrasinin anahtarı olarak kabul gören Hegemonya mefhumudur; hegemonya radikal demokrasi kuramının düğüm noktasıdır. Kavramın kurucu babaları Lenin ve Gramsci, sınıf ittifakı bağlamında hegemonik bir eklemlenmeden bahsederken radikal demokratlar, hegemonyayı radikal demokratik kimlik politikasının düğüm noktası olarak tarif ederler. Daha açık bir ifade ile hegemonyayı farklı kimliklerin tanınmasında, çoğulculuğun yerleşmesinde ve karmaşıklığın anlamlandırılmasında anahtar bir kavram olarak kullanırlar. Böylece Radikal demokratlar, tek hegemonik merkezli olmayan, çoklu direnişlerin karmaşık, farklılaşabilir ve tarihselliğe göre değişebilir çoklu merkezlerinin birbiriyle uyumunu
esas alarak, hem iktidara karşı geniş bir demokratik bir mücadele hattını hem de demokrasinin korunmasını önermiş oluyor. Radikal demokrasiyi hegemonik yapan, bu karmaşık toplumsal formasyonu farklı ve çeşitli mücadeleleri birbirine bağlayan dinamiklerin ‘eklemlenme süreci’ dir.
Demokrasiye Duyarlı Sol
Radikal demokratların temel hedeflerinden biri de solun demokratik zemini terk etmesi değil, tersine demokratik mücadele alanlarının bütün sivil topluma ve devlete doğru genişletilmesidir. Bu da liberal-demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğul bir demokrasi doğrultusunda eleştirel yaklaşarak, derinleştirme ve genişletmeyi gerektirir. Bu nedenle Radikal demokratlar özetle, Liberal demokrasinin “siyasal katılım, hesap verilebilirlik, gösteri özgürlüğü, kolektif hak ve talepler” gibi başlıkların uygulanmasında başarısız olduğunu, bireyi toplumdan kopuk değerlendirdiğini, siyaseti bireysel çıkarlara indirgeyerek siyasetsizleştirdiğini, kolektif
sorumluluğu ve grup haklarını göz ardı ettiğini içeren genel bir eleştiriye tabi tutarlar. Onlara göre liberal siyaset tarzı toplumsal değerlerin kamusal alandan soyutlanmasına neden olmaktadır ve burada sola düşen görev liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğulcu bir şekilde dönüştürmektir. Buradan hareketler Sağ ve sol ideolojilerdeki demokrasi pratiklerine dönük eleştirel bir pozisyon alan Radikal Demokratlar, Marksist sosyalizm ve Sosyal demokrasinin ikiz tuzaklarından kaçınmış bir sosyalist proje önerirler.
Laclau ve Mouffe ” Savunduğumuz demokrasinin radikalleşmesini, değişime uğramayacak bir zemin üzerine değil, halihazırdaki iktidar ilişkilerinin bir dönüşümü olarak düşündük” derler. Radikal demokratlar bu öneri ile demokrasinin sadece burjuvazinin bir kazanımı değil toplumsal mücadelelerin bir sonucu
olduğunu ve sadece burjuvaziye emanet edilmemesi gerektiği konusunda sol hareketlere bir uyarıda bulunur.
Laclau ve Mouffe’un radikal demokrasi kuramında çizdiği çerçeve, özellikle Ortodoks
Marksistlerin yogun eleştirilerine maruz kalmıştır. En çok eleştirilen noktaları kısaca özetlersek, siyaset ve hegemonyaya özcü yaklaşım, Kapitalist üretim modelinin ortadan kaldırılması konusunda muğlaklık, devlet eleştirisinde zayıflık, tarih ve toplum analizinde maddi olandan aşırı uzaklaşma ve genel geçer bir teoriye dönüşüm, Marksist teorinin bütünlüğünün göz ardı edilmesi, Marksizmin ikinci el yorumlarından faydalanma, yanı sıra şeylerin ve olayların söylendikleri tarih ve yazıldıkları kurgusal bağlamdan koparılması gibi farklı başlıklarda eleştiriler halen canlılığının korumaktadır.
Eleştiriler kısmında iğneyi devlet eleştirisine batırarak devam edelim. Modernitenin bir icadı olarak liberal ve sosyalist devlet pratikleri otoriter ve totaliter rejimlere dönüşerek eşitsizlikleri pekiştirdiğini deneyimlendik. İktidarın güçlü bileşenlerinden biri olan Devlet, kapitalizm ile birlikte müdahale ettiği her alanda yeni sömürü alanları, sayısız yeni antagonizmaları açığa çıkarmaktadır. Laclau ve Mouffe antagonizmaların bu çoğalışının ve tabiiyet ilişkilerinin sorgulanmasının, demokratik devrimin derinleştirilmesinin bir momenti olarak ele alınması gerektiğini söyler. Keynesçi refah devletinin yeni tabiiyet biçimleri oluşturduğunu, baskı ve tahakküm ilişkilerini büyüttüğünü, Sosyalizmin alternatifi olan Refah devleti ya da sosyal devletin de kısa sürede tarihe karıştığını, bu devlet biçiminin sol eliyle verdiğini sağ eliyle geri aldığını ve geleneksel dayanışma ağlarını tahrip ettiğini kabul ederler.
Fakat devlete dair yapılan bu tahlillere rağmen Radikal Demokratlar, devletin çoklu sömürü düzenin sürdürülmesindeki rolünü ve işlevini salt kapitalizme indirgeyerek hem bu rolü basitleştiriyor. Devletin meşrulaştırılmış şiddet tekelinin kitleler üzerinde yarattığı baskı rejiminin demokratik değerlerin içselleşmesinde ve muhalefetin bir araya gelip müzakere etmesinde tek başına ne kadar tahripkar olduğu gözden kaçırılıyor.
Batı Avrupa’nın birkaç ülkesini saymazsak devlet yönetimlerinin ve kolluk kuvvetlerinin otoriter, yer yer totaliterleşen uygulamaları karşısında toplumun ve halkların kendini bu şiddete karşı nasıl savunması gerektiği hakkında eksik kalması kuramın en zayıf yanını oluşturuyor. Sadece hegemonik eklemlenmeler ile kitlelerin ve hareketlerin bir arada kalacağını düşünmek, devletin şiddeti karşısında ikna edici ve sürdürülebilir bir perspektif değildir. Bu durum baskı, tutuklama ve ölümlere karşı radikal demokrasi kuramının güvenlik ve savunma yönünün zafiyetini gösteriyor.
Radikal demokrasinin önündeki radikal bariyer hukuktan, kuvvetler ayrılığından ve
demokrasiden soyunmuş, salt zorun rolüyle ayakta kalan çıplak devlettir. Dolayısıyla radikal demokratlar her şeyden öte çıplak devlete meydan okuyarak işe başlamak zorundadır. Dolayısıyla bu meydan okuma gerçekleşmeden Radikal demokratların önermesi mevcut haliyle sadece batı demokrasilerinde karşılık bulabilir.
Zira Avrupa merkezli olan bu kuram, asgari demokratik koşulların güvence altında olduğu bir siyasal ortamı zorunlu kılıyor. Şiddetin frenlenmesi, devletin anayasal ve hukuki sınırlarına çekilmesi, yasama, yürütme ve yargının bağımsız bir şekilde çalışması şüphesiz ki radikal demokrasiye daha büyük bir alan açacaktır. Devletin zora ve baskıya dayalı eğilimini kontrol altına almak yoğun ve sürekli bir demokrasi
mücadelesini zorunlu kılmaktadır.
Sonuç olarak Radikal demokrasi, teorik bağlamı ve referansları güçlü, pratikleştirme durumu zayıf olan bir teori. Oysaki her siyasal söylemin gücü maddi pratiğinde yatar. Pratik güç zayıf kalınca söylemsel siyaset çoğu zaman temenni düzeyinde kalabiliyor. Modernitenin ve modern ulus devletin halklar ve gruplar arasında çizdiği politik, ekonomik ve kültürel sınırların Radikal demokrasinin en çok zorlandığı noktalar olduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Fakat tüm eksikliklerine rağmen Liberalizmin popülist söylemi ile sosyalist ütopyalar arasında bir üçüncü alternatif sunmak değerli bir çabadır. Her iki ideolojinin eksikliklerini ve hatalarını eleştirel bir süzgeçten geçirip oradan hareket etmek avantajlı bir pozisyon sağlarken, diğer taraftan her iki ideolojinin gerçekleşmeyen vaatleri ortadayken, söylemsel bir kuram oluşturup yeni bir toplumsal kurtuluş yolunu önermenin zorlukları da görmezden gelinemez. Eleştiriler ışığında radikal demokrasi kuramı mevcut siyaset ile sorunların çözülemeyeceği ve yeni bir yola ihtiyaç olduğu konusunda ciddi bir uyarı niteliğinde.
Laclau ve Mouffe’a göre, hem solun kendi krizini aşması hem de yeni liberal ve sağ politikalarla tüm dünyada etkisini gösteren kapitalist modern anlayışa karşı, ancak yerellikleri ve kimlikleri merkeze alan ve şüphesiz her birini kendi içinde özerk ve değerli kabul eden bir siyasal mücadele hattı ile karşı konulabilir ve son tahlilde solun yapması gereken de budur. Ne sosyalist idealden koparak ne de liberal demokrasinin özgürlük ve eşitlik gibi temel kavramlarına sırtını dönerek yeni bir sol siyaset inşa etmek mümkündür.
Modernitenin yeni tabiiyet biçimleri, yeni popülist rejimler ve modernitenin çoklu krizleri karşısında sol hareketlerin radikal demokratik bir politikaya mutlak anlamda ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz.
Haftaya 2023 seçimlerine giderken radikal demokrasiye yapılan genel eleştiriler doğrultusunda tamamlayıcı ve alternatif bir politika olarak “Güçlendirilmiş Radikal Demokrasi Mümkün mü” başlığıyla tartışmayı sürdüreceğiz.
xx
Mehmet Nuri Özdemir, Gazete Karınca, 3 Ekim 2022
Mehmet Nuri Özdemir kimdir?
MKÜ Eğitim Fakültesi ve Anadolu Üniversitesi Sosyoloji mezunu. 3 yıl sağlık memurluğu, 13 yıl öğretmenlik hayatından sonra 2016 yılında çıkarılan 675 sayılı KHK ile işinden atıldı. Gazete Karınca’da okur-yazar.