Liberal demokrasi modernizmin “evrenselleştirme” projesinden beslenerek ötekinin aynılaştırılması düşüncesine varır. Postmodernizmin “büyük anlatılara karşı tutumu ise ötekinin evrensel olarak değil, farklılık olarak anlaşılmasını mümkün kılar. Postmodern bir yaklaşım olarak radikal demokrasi, ötekini göz önünde bulunduran siyasetin imkânı sorununa çözüm getirebilecek verimli bir alan olarak görülebilir. Ancak radikal demokrasinin kendi içerisindeki fikir çatışmaları, ötekini hesaba katan bir siyasetin nerede konumlandırılması gerektiği sorusunu doğurur. Sözü edilen çatışma Habermasçı müzakere anlayışı ile Schmittçi antagonizma kavramı arasındadır. Her iki düşünür de siyasette çoğulcu anlayışı benimseyerek, siyasal alanın ötekini barındırması gerektiğini savunur. Fakat Habermas modernizmin evrensellik anlayışını sürdürerek radikal demokrasiden uzaklaşıp liberal demokrasiye yaklaşmıştır. Schmitt ise Habermas’tan farklı olarak çatışmaya dayanan bir siyaset tasarımı ortaya koyar. Fakat Schmitt’in antagonizmaya dayanan siyaset anlayışı ötekini yok etme riskini barındırır. Bu bakımdan her iki yaklaşımın da çıkmazlarının olduğu bu nedenle bunları kapsayıp aşacak farklı bir bakışa ihtiyaç duyulduğu düşünülmektedir.
Siyasal alanda ötekiyle bir arada olmanın zemini olarak iki görüşten de beslenen, ancak onlardan farklı bir anlayışı dile getiren ve böylece çalışmamızın odak noktasını oluşturan temel, Mouffe ve Laclau’nun 1985’te yayımlanan Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabında kuramsallaştırdıkları radikal demokrasi anlayışıdır.
RADİKAL DEMOKRASİ
Radikal Demokrasi hem Habermas, Rawls, Benhabib gibi düşünürlerin görüşlerini içeren müzakereci modeli, hem de Mouffe, Laclau çizgisini içeren çatışmacı modeli kapsamaktadır. Aralarında önemli farklar olsa da aslında her iki model de küreselleşme, Soğuk Savaş’ın sona ermesi vb. nedenlerle liberalizmin yetersiz kaldığını düşünmektedir. Liberalizmin özgürlük söylemi demokrasi için önemlidir. Ancak modernizmin evrensel özgürlüğe dayanan liberal düşüncesi artık ütopik bir bakış açısından öteye geçememektedir. Radikal demokrasinin her iki modeli de demokrasiden vazgeçilmemesi gerektiğini, fakat demokrasinin yeniden düşünülmesi gereken bir kavram olduğunu dile getirmiştir. Bu bağlamda Mouffe’a göre müzakereci model her ne kadar liberal demokrasinin farklı bir versiyonu olarak görülse de, radikal demokrasi liberalizm ve demokrasinin uygun biçimde nasıl bir arada olabileceğine yönelik yeni bir model arayışı olarak da değerlendirilebilir.
Radikal demokrasinin müzakere temelli olması gerektiğini Habermas’tan farklı biçimde dile getiren Benhabib de Mouffe’la benzer biçimde liberal demokrasinin ötekileri yeterince kapsayamadığını, farklılıkları temsil etmede yetersiz kaldığını ve bu durumun aslında liberalizmin evrensel özgürlük anlayışına da ters düştüğünü savunur. Liberal demokrasi farklılıkların kamusal alanda eşit biçimde yer almasını sağlamadığı müddetçe demokratik bir yapı olmaktan uzaklaşacaktır. O halde demokrasinin ilkelerinin işlerliği için öncelikle farklılıkların kamusal ve siyasal alanda var olmaları gerekir.
Demokrasinin temelinde yer alan eşitlik ilkesi radikal demokrasi için dikkat edilmesi gereken bir kavramdır. Eşitlik ilkesine bağlı olarak tüm insanların insan hakları bakımında eşit olduklarını söylemek gerekliliğiyle birlikte, bu durumun tüm bireyleri eşit ve aynı olan homojen bir yapı içinde düşünmek anlamına gelmemelidir. Radikal demokrasiye göre, bireylerin birbirlerinden farklı olan yapıları (politik görüşleri, yaşam tarzı, cinsel tercihleri vb.) demokrasinin eşitlik kavramı altında yok sayılmamalıdır. Bu nedenle liberalizm ve demokrasinin mevcut çoğulculuk içinde yeniden ele alınarak değerlendirilmesi gerekir.
Müzakereci model bu noktada farklılıklardan kaynaklanan çatışmaların giderilmesine ya da aza indirilmesine yönelik öneride bulunurken, agonistik model çatışmanın siyasal alanın itici gücü olduğunu ve bunun kaldırılmasının demokrasiye zarar vereceğini ileri sürmüştür. Bu farklılıklara rağmen çoğulculuğun önemli oluşu ve bunun ancak demokratik bir zeminde mümkün hale gelebileceği inancı radikal demokrasinin temel ilkelerinden biridir. Radikal demokrasi totaliterleştirilmiş ve homojen bir toplum yapısını reddederken, liberalizmin çoğulculuk anlayışını da eleştirir. Radikal demokrasinin her iki ayağı da liberal çoğulculuğun farklılıkların birbirlerine zarar vermeden bir arada sorunsuz bir biçimde yaşayabileceği görüşünü reddeder. Liberal çoğulculuk her bir bireyin özgür bir biçimde kendi yaşamını devam ettireceğine inanır. Radikal demokrasi ise böyle bir çoğulculuk anlayışının, hiçbir sınırı, hiçbir ortak paydası olmayan kimliklerin bir aradalığına işaret ettiğini söyleyerek farklı çoğulculuk yaklaşımı benimser. Mouffe’un deyimiyle, liberalizmin “aşırı çoğulcu” anlayışı farklılıkları özel alana hapsederek, kamusal siyasal alanda görünür olmalarının önünde engel teşkil eder. Müzakereci yaklaşım da agonistik yaklaşım da farklılıkların karşılıklı olarak birbirleriyle temas halinde olduğu bir kamusal-siyasal alan tahayyül eder.
Radikal demokrasinin iki modeli de siyasette ötekine yer açarken, Schmitt’ten farklı olarak birinin diğerini yok etmediği ya da ortadan kaldırmadığı bir alana ihtiyaç duyulduğunu belirtir. Bu bağlamda ‘benin’ ötekiyle etkileşimi ya da dost ve düşmanın karşılaşması sonucunda iki taraf da birbirinin alanını bilinçli olarak tahrip etmese de dönüşüme uğrayacaklardır. Öyleyse denilebilir ki radikal demokrasi ötekilerin birbirleriyle temas halinde olduğu siyasal bir alanın kurulması gerektiği inancını beslemektedir. …………………………
Devam edecek
*Yazı, ÖTEKİ KAVRAMI BAĞLAMINDA RADİKAL DEMOKRASİ ÜZERİNE , Huriye Yeliz ÖZTÜRK LİDER Doktora tezinden kısaltılarak alındı, 2019