Önsöz
Verbavolant, scriptamanent. (Söz uçar, yazı kalır) Bazı kentler gidilesi değildir. Görmeseniz de çok şey kaybetmeyecek gibisinizdir. Bazı kentler sizi adımınızı atar atmaz bağrına basar. Kendinizi oralı hissedecek kadar benimsersiniz. Diyarbakır ve Mardin bu kentlerdendir benim için. Ama en çok Antakya… Su bile doğduğum yerdeki gibi akar. Yönü aynıdır. İklimi aynı. Ancak bunların tamamı küçük ayrıntı. Herkes gibi benim için de kentleri anlamlı kılan, insanın zamana direnen ve hayata daha derinlemesine nüfuz etme fırsatı sunan dostluklardır. Kentleri anlamlı kılan bizim geçmiş ile gelecek ve bellek ile bilinç arasında köklü ilişkiler kurmamıza olanak sağlayan kişilerdir. Tam da bu yüzden yönümüz ve yüzümüz hep bu kentlere dönük olacaktır. Antakya bu kentlerdendir benim için. Antakya’yı benim için anlamlı kılan bu köprü kişiliklerden biri olan Mehmet Salmanoğlu’dur. Onunla sohbet ettiğinizde Asi’nin (Orontes’in) asi çocuklarının ve direnen insanlarının yaşam serüvenini anlar, bu çokkültürlü, çok etnili ve çok kimlikli kentin büyüsünü çözmeye yakınlaşırsınız. Konstantin Kavafis’in dediği gibi;
“…Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın. Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler. Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın ve burada, bu aynı evde ağaracak aklaşacak saçların. Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın, ne bir gemi var, ne de bir yol sana…”
Kentin dar sokaklarında, taş avlularında belleğin izini sürdüğümüz zamanlarda yaptığımız uzun söyleşilerde farklı bir Antakya’yı, serüvenlerle 12 KISA DALGA HATIRAL AR • Mehmet Salmanoğlu dolu hayatını, Behice Boran’ın İşçi Partisi ile parlamentoya 15 milletvekili ile geldiği zamanları, Veysi Sarısözen’le birlikte yürüttükleri seçim çalışmalarını, Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kuruluşundan itibaren yaşananları, Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ile kesişen yollarını kendisinden dinlediğimde yukardaki Latince cümle aklıma geldi.
Çünkü “söz uçar, yazı kalır”dı.
Salmanoğlu’na tanıklıklarını belgelemek ve yayına dönüştürmek ile ilgili fikrimi paylaştığımda bu kitabın yayımlanma serüveni de başlamış oldu. Kendi tarihimizi hamasetten uzak bir şekilde yazmanın genç kuşaklar için çok anlamlı olduğuna inanırım. Tanıklıkların belgelenmesi ve yayına dönüştürülmesi bu açıdan çok önemli. Bu yapılmadığında her yeni kuşak kendi tarihi ile ilgili bilgiye karanlıkta el yordamı ile ulaşmak zorunda kalır. Bunun büyük bir haksızlık olduğuna inanırım.
“Kısa Dalga Hatıralar”, Mehmet Salmanoğlu’nun kişisel serüveninden yola çıkarak kendi coğrafyasında olup bitenleri bir nebze aydınlatma çabası olarak okunmalıdır. Sözlü kültürün egemen olduğu bu coğrafyada söyleyecek sözü olanların tanıklıklarını yayına dönüştürmesinin çok anlamlı olduğuna, kuşaklar arasında anlamlı bir bağ kurmasına vesile olacağına inanırım.
Kendi tarihine, belleğine ve siyasal süreçlerine dair çok şey söyleyen Mehmet Salmanoğlu’nun büyük bir emek, sabır ve çabasının ürünü olan “Kısa Dalga Hatıralar” adlı bu eserini okumaya zaman ayırdığınızda orada kendi tarihinizden de çokça izler bulacaksınız. Son sözüm poetikamdan söz eden aşağıdaki şiirin olsun:
“içinde çekiç olmayan
bir örsten söz etmeli şiir
yalnız ve kederli bir örsten
tozlu ve orada öylece duran
üzerinde rüzgârın bile esmediği
yalnız ve sessiz…
midyatlı bir gümüş ustasından
söz etmeli şiir
midyatlı bir süryani ustadan
telkari bir ince işten
deyrüzzeferan’dan yani
iri taş tavanlardan
ya da
taşa sadece biçim değil
yeni bir hayat veren
ermeni bir ustadan söz etmeli
birnusayrinin
bin yıllık sessizliğinden
bin yıllık yalnızlığından
söz etmeli antakya’da
asi’ninorontes’in kıyısında
çıplak balıkçılardan
mozaik resimlerden
taş avlulardan
narenciye bahçelerinden
tatlı limondan ve
kan portakalından söz etmeli
Celâl İNAL / Ankara, Nisan 2022