TKP’NİN YÜZÜNCÜ YILDÖNÜMÜ (16) KRUŞÇEF-BREJNEV VE BAŞTIMAR-MARAT DÖNEMİ-Cavlı Çulfaz

TKP’nin Yüzüncü Yıldönümü konusundaki on beşinci yazımın bir yerinde şöyle yazmıştım: “Sovyetler Birliği’nin yönetiminde eski Stalincilerin ağırlığı besbelli ki gitgide artmıştı. İşte yine bu sırada (ve belki de bunun sonucu) TKP’de Zeki Baştımar’ın yerine Marat (İ. Bilen) yoldaş yönetimin başına  geldi.”

Bununla ilgili olarak İrvem Keskinoğlu yoldaş bana şu iletiyi yolladı: “TKP’deki Atılım hareketine Sovyetler Birliğinde Stalinciliğin güçlenmesinin sebep olduğunu söylüyorsun. Benim bildiğim Brejnev 1964’de işbaşına geldi.1970’lerin başında Stalinciliğin güçlenmesine yol açan başka bir gelişme mi oldu?”

Sevgili İrvem, yukarıdaki anlatım, benim 1964-1973 yılları arasında hem Sovyetler Birliğinde, hem de TKP’deki gelişmelerden yaptığım bir genelleme, vardığım kaba bir sonuçtur. İlle, yüzde yüz öyledir demek istemem. Ama esas itibariyle bu sonuca varmışımdır.

Önce 1967-68 yılında London School of Economics’de (LSE) Sovyetler Birliği Planlama Örgütü Gosplan’ın siyasi ve idari yetki alanı konulu bir tez yazdım. O yıllarda çıkmış olan başta Maurice Dobb’un kitabı olmak üzere, başlıca İngilizce kitapları, ayrıca başlarında kısa İngilizce özetler olan Rusça teorik dergileri, yanı sıra yine LSE’de TASS-Novosti basın özetlerini, Krokodil gibi dünyanın en etkin mizah dergisini, Soviet Literature, Literaturnaya Gazeta gibi yayınların hepsini karıştırdım, izledim, okuyup anlamaya çalıştım.

https://www.nytimes.com/1964/06/07/archives/behind-the-smile-on-krokodil.html

NEDEN ÖNCE MARAT DEĞİL DE BAŞTIMAR YOLDAŞ BAŞA GEÇTİ

Biliyorsun, 1956 yılındaki 20. Kongre’de kişiyi putlaştırma, kişiye tapınma eğilimi kınandı, mahkûm edildi. 1960’lı yıllarda Sovyet yayınlarında daha sonraki Gorbaçov dönemine yaklaşan görece bir ideolojik zenginlik gözlendi. Bunun yanı sıra, 1961 yılında Türkiye’den ayrıldıktan sonra TKP’nin başına Marat yoldaş değil de, Baştımar yoldaş geçmiştir. Neden Marat değil de Baştımar? Bunun üzerinde kafa yormaya çalışmışımdır.

Ben Baştımar yoldaşla 1972 yılında yaptığım iki görüşmede, Yeni Çağ’daki yazılarından hareketle dikkatimi çeken üç soru sormuşumdur. Birincisi, Yakup Demir (Baştımar) özellikle Emek dergisinin Türkiye’de sosyalist devrim anlayışını erken bulmuş, bu görüşü ılımlı, yumuşak bir dille eleştirmiştir. Demokratik devrimin tamamlanması görüşüne büyük önem vermiştir.

Yine isim vermeden Emek dergisindeki Özlem Özgür’ün (Nadir Akgül yoldaşın) Türkiye’de toprak reformuna gerek olmadığı yolundaki görüşünü eleştirmiştir. Asıl önemlisi de sendikal hareketin Türk-İş ve DİSK diye bölünmesinin doğru olmadığına, birleşik bir sendikal hareket için mücadelenin önemine dikkati çekmiştir. Özellikle bütün Marksist sol, o zamanlar DİSK’i başa alıp, Türk-İş’i hep sarı sendika diye nitelerken, Baştımar yoldaşın işçi sınıfının sendikal düzeyde bölünmemesine özen göstermenin önemini vurgulaması özellikle dikkatimi çekmiştir.

Yeni Çağ metinleri şu anda elimin altında değil. Belki İnternet üzerinden TÜSTAV’a girip bakabilirim.

Ama Baştımar yoldaşın gerek Yeni Çağ’daki birkaç yazısı, gerek konuşma tarzı, üslûbu, kavgacı değil de kucaklayıcı yaklaşımı benim üzerimde son derece olumlu bir etki uyandırmıştı. Onun dışlayıcı değil, bu birleştirici tarzı, Marat yoldaşın “oportünist, dönek, likidatör” şeklindeki konuşmalarına hiç benzemiyordu.

BREJNEV’İN EGEMENLİĞİNİN PEKİŞMESİ ON YILI BULMUŞTUR

Biliyorsun, Kruşçef 1964 yılında bir iç darbeyle devrilmiş, yerine Brejnev, Kosygin, Podgorni üçlüsü gelmiştir. Kosygin reformcu, geniş görüşlü bir başbakandı. Brejnev’in kesin egemenliğini kurması, hemen 1965’de değil,  ancak 1970’li yılların ortalarını, yani 1975’i bulmuştur. Brejnev’in egemenliğinin tam pekişmesi, bence Stalin’in biraz utangaçça bir rehabilitasyonu olmuştur.

https://en.wikipedia.org/wiki/Leonid_Brezhnev

Bütün bunlar aynı zamanda benim Prag’da değişik Sovyet yoldaşlardan ve öbür kardeş parti temsilcilerinden edindiğim izlenimlerin bir özetidir.

Ayrıca Nihat Akseymen, besbelli ki Sovyetlerde olup bitenleri 1974-76 arasında yakından izlemiş ve bu konuda taraf olmuştur. Nihat’ın Lenin parti okuluna gittiği yıl 1974 yılı ortasında benim de parti okuluna özel İngilizce grubuna gitmem istendi.

Ama pasaportumun süresi bitmişti. Yoklamalarımı erteleyemez olmuş, asker kaçağı durumuna düşmüştüm. Dört aylık kısa dönem askerlik kararı çıkar çıkmaz Türkiye’ye döndüm. Böylece yurt dışında hareket edemez durumda kalmaktan kurtuldum. Nihat ise hep yurt dışında yaşamak zorunda kaldı ve devrim için yaşamını adadığı ülkesine hasret, ne yazık ki, gurbet elde yaşamını yitirdi.

Ben Türkiye’ye dönmüşken 1975 yılında eşim Yıldız’ın yanı sıra iki yoldaş daha Nihat ve Merih’le birlikte Moskova’da İngilizce öğrenim gördükleri Lenin parti okulunda onlarla birlikte oldu.

Nihat, Yıldız’a ve öbür yoldaşlara Sovyetlerde iki başat eğilim olduğunu, biri Suslov ve Zarodov’un başını çektiği devrimci eğilim, öbürü Ponomaryov ile Zagladin’in revizyonist-oportünist eğilimi olduğunu anlatmış.

Nihat, 1976’da İngiltere’den askerlik için Türkiye’ye gelen bir yoldaşla bana haber göndererek benim İngiltere’ye dönüp İTİB’de bulunmamı istemişti. Ama ben Nihat’a büyük değer vermekle birlikte, sekterce anlayışı yüzünden zaten ta başından beri onunla tartışıyordum. Türkiye’den yurt dışına gelen solcuların nerdeyse hepsi, en çok da Mihri Belli’nin etkisiyle Stalinciydiler ve hemen hiçbirinin kişiyi putlaştırma anlayışını mahkûm eden 1956 yılındaki SBKP’nin 20. Kongresinden pek haberleri yoktu. Nihat’la ilk dalaşmamız bu kişi putlaştırması üzerine olmuştur.

Şimdi Sovyetlerde ve TKP’deki liderlik gelişmelerinin tarihlerini yaklaşık üst üste ya da yan yana koyarsan, ben Baştımar’ı Kruşçef, Marat’ı ise kabaca Brejnev dönemine denk düşürüyorum. Kafa yormamın vardığı kaba bir sonuç bu esas itibariyle.

Zaten TKP’de Nâzım Hikmet’in ölümünden sonra yurt dışında lider olacak üçüncü bir kişi kalmamış. Üstelik Nâzım yaşamış olsaydı bile, ille baş olma tutkusu olan birisi değildi. Asıl lider olabilecek kişiler ise, örneğin Baraner, Kıvılcımlı, Aybar, Boran, Aren ve Mihri Belli ise zaten Türkiyedeler.

Sonuçta ben Baştımar’ın liderliğindeki TKP’ye girmişken, iki yıl sonra kendimi Marat’ın liderliğindeki TKP’de buldum.

BİRİ MARKSİZM’DEN “ÇAKMAYAN”, ÖBÜRÜ “KEÇİ HIRSIZI” İKİ DOKTOR

Berlin’deki Dünya Gençlik ve Öğrenci Festivali sırasında 1 Ağustos 1973 günü Berlin’de Marat yoldaş, yanında Mustafa Demir’le birlikte benimle görüştü. Elime bir matbaada dizili el kadar küçücük bir bildiri verdi. “Şefik Hüsnü Marksizmden çakmazdı, Kıvılcımlı keçi hırsızıydı” sözlerinin aklımda kaldığı o mahut bildiriyi Londra’ya ben getirdim. TİP’le, TSİP ve Kürt devrimci demokrat hareketiyle kavgamız o bildiri yüzünden alevlendi. Atılım dönemi dediğimiz dönem böyle bir ortamda başladı.

Öbür Marksist öbekler zararına biz ilk ağızda büyür ya da gelişir gibi gözükürken aslında Marksist hareket birkaç parçaya bölünüp  birbiriyle en sert şekilde dalaşır duruma düşüyordu. 1979 Ekimindeki kısmi senato seçiminde bağımsız adayımız Beria Bakıye Onger 22 bin oyla birinci olmuş, Behice Boran’ın 13 bin, Mehmet Ali Aybar’ın 5 bin oyunu geçmiştik ama, 1966 kısmi Senato seçimlerinde İstanbul’da yüzde 6 oy alan TİP’in çok gerisine düşmüştük. Atılım diye başımız dönerken terörün azdığı göz gözü görmez kargaşada binmiştik bir alâmete ve gidiyorduk kıyamete. 12 Eylül 1980’e galiba biraz da böyle geldik.

28 Ağustos 2020

About admin

Check Also

CHE’NİN TARTIŞMA KÜLTÜRÜ-Çeviri

Che Guevara Çalışma Merkezi tarafından Che’nin 95. yılını anma etkinlikleri kapsamında düzenlenen konferanstaki sunum, 6 …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com