YILDIZ İÇİN 25 ŞİİR

YILDIZ, YILDIZ

Sen gözleri parlayınca şavkı vuran yüzüme

Herdaim kabartan ve çalkatan yüreğimi

Ve her ayrılışında içimden bir tel alıp götüren

Sen böyle ciğerimi şerha şerha dağlayıp

Kerem gibi aydınlık sabahlara koşturan beni

Bir marşı daha da gür söyleten kıyasıya

Oynak bir türküyü hüzünlü biraz da

Seni tarif ediyorum sevdiceğim

Bayramımı ışıtan yüzünü,

Beni uzaklardan çağıran sesini

Kısarak gözlerimi o mahzun bakışı tarif ediyorum

Ele güne, öten kuşa, gökteki o en parlak yıldıza

Ve hele o ince boyunlu ak güvercine

Efkârlı gözlerle seni fısıldıyorum o yalnız adama

Aramızda atılmış bulutlar gibi başı dumanlı dağlar

Tertemiz kar olsaydım olsaydım

Kar tanelerini duru duru saysaydım

Sakın solmasın yüzün

Üzerine çiy düşmüş bir çift camgöbeği göz

O tarifsiz pırıltısıyla hep öylece kalsın gözlerimin önünde

Cavlı ÇULFAZ

Temmuz 1972 (İngiltere’den Almanya’ya giderken trende)

ISIT BENİ

Sıcak yerlerin insanıyım

İşim, mesleğim, meşgalem insan olmak

Sıcak insanların arasından gelmişim

Sırası gelmişken çıkagelmişim

Bulutların arasında güneşi ısıtmışım

Yüksek rakımlı tepelerde gözlerden ırak

Bir yıldıza sürçer ayağım

İçim titrer ve üşürüm

Doğan yavrusuyum, ığrıp avına alışmamış kerkenez

Sokul usulca, ger sevecen kollarını üstümüze

Isıt beni yumuşacık

Bağrım yanık, sinem dudaklarımdan daha yarık

Gecelerimi bin dolunayla ısıt

Kadın yüreği sıcaktır

Kurban olayım, yüreğinle ısıt beni göğsünde yumuşacık

 

Cavlı ÇULFAZ

(1987)

 

 

 

HÂLÂSIZ, HİLÂFSIZ GÜZELSİN

Şimdi şöyle bakıyorum da güzelsin

Hâlâ güzelsin demiyorum

Önceye göresiz, hâlâsız, hilâfsız

Bir içim su gibi güzelsin

Demir tavında dövülmeyince tavsar arzular,

Fasulye handiyse helmelenir, koltuk eprir,

Giysi tarazlanır, dazlak yapı kağşar

Avamdandır insanoğlu, çeliğe su verilmeyince kıvamına gelmez…

Zamanında harcı karılmayınca kanıksanır çok şey…

Hani, as it were, o bendim bir zamanlar âşığın başının tâcı

Gençliğimdi, cennet bahçıvanının has ağacı, yolları dikenli ve acı

Sana dalıp gitmişken aklıma nerden böyle

Ata binesim filan değil, hey aman da hey,

Giresun’a gidesim

Gençliğimi göresim geldi

Delifişek âşıkken maytap sana

Milât mıydı, öncesi miydi,

Yeniden mi doğmuştum, doğmamış mıydım daha?

Daha mı güzeldin diye sormam sana

Öncesiz, sonrasız, düne göresiz, herhal mukayesesiz

Belki başlangıçsız, sonsuz, nereden gelip de bir yere gidesiz

Nerede çiğnensem bir çimen gibi orada

Ama en çok da niye bilmem Giresun’da

Çok güzelsin, güzel, yalnız ve hüzünlü

Gözlerimi senden alamam

Yüzün dünden uzak olmayan bir günü hatırlatır,

Endamın izdüşümüdür dokunduğunu damıtan zamanın

Bildim bilesi durur öylece gözlerimin önünde

 

Cavlı ÇULFAZ

(15 Eylül 1990)

 

 

YILDIZ GELMEDEN BARİ

Sardalyeleri nereye koysam?

Sardunyaların yanına mı?

Ortalığı fazla karıştırmasam bari

Uçlarına bir-iki mor kurdele bağlasam

Çıkarsam, ayıklasam alı al moru mor Steinbeck’i

Al midillilerin, tatlı perşembelerin

Gazap üzümlerinin, farelerle insanların arasından

Eve giren sardalye sokağını getirsem

Sardunyaların yanına koysam

Kâh suyunca gitsem, kâh baskın çıkıp sustursam

Şunun şurasında, bir ömrün kıyısında

Atımın terkisine hâlâ kemendimi asamadım

Yaşanacak zaman, dönmesine zaten ne kaldı ki?

Bir ayağı kıyıda, öbürü kör kuyuda

Sahi, çok az bir şey mi kaldı?

Yıldız çıkıp gelmeden

Bari yine her şeyi yerli yerine koysam

 

Cavlı ÇULFAZ

(Kasım 1992)

 

 

ÜZÜM HEVENGİ GİBİ YILDIZLAR

Üstümde yorgan gibi mor salkımlı yıldızlar

Başucumdan üzüm hevengi sarkıyor çingil çingil

Renkli sabun köpüğü, üzerime ebemkuşağını sarınmışım

Yunmuş da kederlerden, elemlerden arınmışım

Hâlâ küllenmemiş kovuktaki ateşin harı

Bu bungun kalbi kafese koyan ben miyim masmavi yıldız?

Kanadının iki tereği eksik, kafesini arayan bir kuş,

Mehtap kırpılmış da orasından burasından,

Gönül gücenik, delişmen yürek alabildiğine sarhoş

Bastonumla dans ediyormuşum,

Küreği kırık bir kayığı boşuna çekiyormuşum gibi.

 

Cavlı ÇULFAZ

(20 Kasım 1995)

 

 

GERÇEKTEN VARSAN ORDA

Kuytu balkona tırmanan sarmaşık,

Sarmaşığa tırmanıp kopuz çalan âşık

Eğer varsa böyle bir sarmaşık

Sevgiliyle varsın orda

Eğer varsa böyle bir sevgili

Eğer varsa böyle bir yer

Gidince yeni baştan gördüğümüz o yer

Fıskiyeli havuzun yanı, o kemeraltı…

Eğer varsa böyle bir kemeraltı

Üleştiğimiz ilk somun ekmek,

Sarmaşdolaş olduğumuz ilk sülükdal,

Seni bana bağlayan yumak,

Uçarı kelebek, ilk utangaç sevda

Vardıysa böyle bir sevda

Vurur suya aksi yüzümüzün, kuşun kanadında çıkagelir anılar

Kıpraşır somurtkan bir surat, depreşir tortusu eprimiş zamanın ruhu

Nasıl hatırlanırsa göçebe kervan günleri

Bir kadim dost, gülümseyen bir çift mavi göz

Eğer varsa o bir çift mavi göz

Bu kadar uzun bir ayrılıktan sonra geri döner mi?

Beni senden başka hatırlayan olur mu?

Posta treni yıkık bir istasyonda durur,

Eğer vardıysa böyle bir posta treni

Buluşmalar, ayrılıklar, sallanan mendiller, sarkaçlar…

Adı Pozantı’dır belki, kimbilir Ârifiye, belki de Sincan…

Gözlerim köfte-ekmek, bayat pişmaniye satan çocukları arar,

Beynimizin kıvrımında yılların büklümü buruk bir tadla hatırladığımız

Şimdi oralarda zaman neharidir, sense dinozor zemane çocuğu

Meslek yüksek okulunda unutulmuş topal leylek, mel’un bir leyli-meccani.

Bir tek sen vardın orda, şimdi kimlerle varsın orda

Eğer varsa o kimler ve ordaysan hâlâ, eğer gerçekten varsan orda.

 

Cavlı ÇULFAZ

(1997)

 

 

NEREYE?

Bu acele, bu telâş,

Hep bu koşmaca, koşuşturmaca niye?

Nereye sevdiceğim, nereye?

Binmediğin tren, inmediğin istasyon mu kaldı?

Bu ivecenlik, can atma,

Yel yepelek, hep ordan oraya?

Bu tezcanlılık, bu koşturmaca niye?

Acelen mi var?

Nereye, sevdiceğim nereye?

 

Cavlı ÇULFAZ

(Ocak 1997)

 

 

(Yıldız’ın sağlığında yazılmış bir şiir)

GÜLKURUSU ELBİSE

N’olur bu yaşta böyle güzel gözükme gözüme

Sarı giyme, bir daha gül takma Allah aşkına!

Bu gülkurusu elbise çok yakışmış sana

Ama kolunu omuzdan biraz uzat

Beli de işte böyle büzgülü olsun

Eteğin boyu dizin iki parmak altında

Kem gözler çatlasın hasetten, âlem imrensin sana

Yakana sarı bir gül taksan da olur takmasan da

Hâlâ çok güzelsin ve ben yine vurgunum sana

Bil ki elbise bahane

Ve gül kurusu bir yana.

(1998)

 

(Ve ardından eklenen bir dizi dize)

Yıldız bir zamanlar küçücük bir kız çocuğuydu

Herkesle kardeş olmaktı yüce ereği

Şimdi öldü. Yüzünde bir rahatlık, gülümseme.

Küçücük bir kız çocuğu gibi güzel.

Artık bir daha yaşanmayacak bu hayat

Ardında kalan o gül kurusu elbiseyi kokluyorum

Sanki içinde o varmış gibi.

Toprağın altında yatıyor demeye dilim varır mı?

Nereye baksam orada suretini görüyorum

Şimdisi ve şimdiki gibi dikey bir zaman bir daha yok.

Bana gülümseyen ayışığı mı, sen misin?

Dur dedim ölüme, durduramadım

Yolgeçen hanının yolkesen haydutu

Gitti güzel Yıldız’ı durdurdu

Sevgili, ah, seni iki dizeyle ölümsüz kılabilsem!

 

Cavlı ÇULFAZ

(2016)

 

 

SEVGİLİYE KİTAKSE YA DA YOKLUĞUN HÜZÜN GECESİ

Hiç gelmeyecek olsa da beklersin

İlençtir düş kırıklığı, umut tükenmez

Ak gerdanlı kuğumdu bir zamanlar,

Bahtı kara kuzgun, özlemini çekersin içine,

Bir muhabbet kuşudur şimdi çifte kumru

Püfürdüğüm kehribar ağızlıklı nargilenin marpucu.

Karakolda ayna var, umudum, fosforlu cevriyem,

Aynalı çarşıda karasevda var,

Saat kulesinin altında puslu karaltı,

Avcunda bir çift kızıl karanfil

Bilirsin gelmeyecek, çünkü bir daha gelinmiyor

Yine de beklersin, hiç çıkar mı akıldan, hep hatırlanan?

Ve her hatırladığında içinden bir bam teli alıp götüren

Sabahları perdeyi açınca penceremin pervazına konan serçe yok

Şimdi baktığım her çıplak ağacın dalına takılmış bir kuş tüyü

İncecik sarışın kızlar görürüm, hep Yıldız

Karla kaplı ormanda yapayalnız bir kuş,

Avcuma alıp okşayamam,

“YILDIZ” diye seslenirim ardından, “YILDIZ” diye

Hiç kızı olmayan annem ne çok sevmişti YILDIZ’ı

İncecik sarışın kızlar görürüm, hep YILDIZ

Ona külahlı bir dondurma yediremem

Kime söylesem şimdi, geceye mi seslensem?

Akşamları işten gelince kapıyı çalan kadın yok

Sabahları perdeleri açan kimse yok

En çok serçeparmağına dokunmak isterim, yok!

Ölen artık unutmuştur sevdayı

Sağ kalan âşıktır hâlâ

“Ey unutuş, kurtar bu gamlardan beni”

 

Cavlı ÇULFAZ

(2019)

 

 

HEPSİ ŞİMDİ ÜŞÜR İÇİM GİBİ

“Edirne bir konak, hürriyet bir merhaledir

Bu merhaleden güneşle derya görünür”

Baharın cümbüşüdür esen yel

Göktaşları bir dolu yıldızdır ve gecedir

Martılar ışıklı bir çizgide uçuşur nokta nokta

Yağmur çiseler hafiften, Selimiye alemini göğe açar

Yıkık minarelerin arasından Sinan görülür

Elimi omzuna uzatır, düşmesin diye kucağımı açarım

Upuzun bir dizide, küsuftur zahar, güneşle derya örülür

Bir yıldız kayar, dilek tutarım, mevlâm belki kerimdir

Birden ufalanıp iki yıldız olur

El ele tutuşup sekerek kayar giderler…

Adına mahsus mahal derler

Ağustos böceklerinin cıvıltısı kavalın yanık sesine

Kavalın sesi ateşböceklerinin ışıltısına karışır

Ağarmaya yüz tutar gün, seher yelidir, fecir, tan vakti

Ardın sıra uçuşur yapraklar sisler içinde

Tomurcuklar bürür, sığırcık sürüleri üşüşür ağaçlarıma

Mavnadan göz kırpar deniz feneri,

Ve ne güzel kırpıştırır gözlerini

Aşkolsun hani o kaşkollu hırpani çocuk

İmbik damıtır acıyı zamanla

Çoban ocağında kavallar yanık çalar

Soğuk karlı gecelerde, tek kişilik odalarda

Demlenir hüzün anıların girdabında

Melâl damlar gözyaşlarından

Yaşlanınca okursun bu kitabı

Ve ıssız odada sabahlarıma doğan güneş

Bir tuhaftır şimdi, üşür içim gibi…

 

Cavlı ÇULFAZ

(Haziran 2001)

 

 

HADİ GİDELİM SANCILI KALBİM

Hişt! Hişt! Çiğ düşmüş billur yaprak!

Tenin ak zambak, fitilli kadifeden yumuşak

Sevindirik oldum, yerimde duramıyorum

Hişt! Hişt! Kımıldıyor yaprak

Sen yayan yapıldak, kınalı yapıncak!

Bakışın kızılcık sopası, kardelen dağ fulyası

Sarakaya alınmış savsatmaz savat

Avadanlıkta bir kabak kemane

Kabak kemanede bir kozalak

Kozalak ki köknarlara, pelitler ki çamlara tutunur

Çamlar ki cumbalı evlere yaslanır, revaklar, kameriyeler

Rüzgâr ıslıktır, saraç sarhoş, sarkaç salıncak!

Kelebek ol havalan!  Hızlı koş ki, kovalan!

Üşenme, düşen yıldızları topla, sevdalan!

Uyanınca unuttuğun o güzelim düşleri hatırla

Burada yaşamak gayri sana haramdır ey harabati!

Yaşamayı hep özleyen sen

Sanki hiç yaşamamış birisin

Senin için artık hepten körlük burası

Hadi gidelim buradan çilli keklik, uğrular basmadan

Küspe kokan kamyonlar sökün edip davlumbazlar vurmadan

Annenin elleriyle miydi o suladığın ortancalar, ılgınlar, fesleğenler

Nergis, zerrin, süsen ve zambaklar solmadan,

Sümbüli bulutlar kararıp sağnak ansızın bastırmadan

Işıklı bir dünyaya gidelim

Hadi sancılı kalbim, hadi buradan…

 

Cavlı ÇULFAZ

(2015)

 

 

SANA DOKUNMAK İSTİYORUM

Lavanta kokuyor dizesi Bedri Rahmi’nin

Ardında uskuru köpürmeyen hüznü geminin,

Zifiri ilkbahar gecesi, kalenin burcundayım

Başım fena halde dönüyor

Baharat kokuyor zambakların melâli

Çamların reçineli dokusu

İmbatın getirdiği iyot, bir tutam yosun ve göz banyosu

Ciğerlerime çektiğim yeni biçilmiş çimen kokusu

Sonsuzluğa doğru esriyorum

Çiy düşmüş billur yaprağa dokunuyorum

Bir konup bir uçuşun

Bir dokunup hep çekişin

Bir değip hep ürkek kaçışın

Bir delip hep geçişin

Uğruna yaşadığım kadın

Sevdanı bir mekik gibi dokurum

Hadi n’olur elimi tutsana!

Üstünde şimdi kuşları uçmayan bodur ağaçlar korusu

Bir de niye yok mu o belalı melâmet hırkası sorusu…

 

Cavlı ÇULFAZ

(Haziran 2001)

 

 

YANINA GELECEĞİM

Mahzun bakışlı hâlem, doğan günden güzel misin?

Çivit mavisiyle duru suda yunmuş şafak mısın?

Akşam üstleri usulcacık gözükürken yıldızlar

Penceremin önünde belirir kuğu duruşlu ay dilimi ilâhem

Ne olur dur da bir daha seyredeyim seni”

Salkım saçak altına savrulurdu saçların içimi köz köz kavuran

Çok sevdim seni, bir sevdim pir sevdim.

Sensiz hendeğim, çukur bir sığınağım bile yok

Bu hayhuy bu koşturmaca içinde pek olmadı belki

Beyaz gelinlik giydiremedim, duvak takamadım sana

Çok yıllar sonra herhal yine yanına geleceğim

Uyurken alnından usulcacık öpeceğim

Elinden tutup koluna gireceğim

Avuçlarımda sıcaklığın, tel tel tarayıp

Lüle lüle öreceğim saçlarını

Arada bir göz yaşını sileceğim

O zaman seni mutlaka daha çok seveceğim

 

Cavlı ÇULFAZ

(2018)

 

 

ŞAVKIN YÜZÜME VURUR

Öyle bir yere göçesin ki

Görecek kimse olmasın

Seninle denizden başka

Rüya kadın, hayal çocuk.

Yanında göz göze olsan da

Niye böylesine özlenir insan?

Ağustos böceği bir yaz türküsüdür

Kelebeğin ömrü bir gün

Sevmezsen geriye ne kalır insandan?

Kabına sığmayan şu çalkantılı gönlüm

Sensiz avuçlarıma sığar mı?

Hep özenle hazırladığın valizim,

Sen benim olmazsa olmaz isketem, firketem,

Kopçası kancasına bağlı çengelli iğnem

Her mevsim eşim, özdeşim

Ağaran günyüzümsün.

Deniz fenerim, kutup yıldızım, çuvaldızımsın,

Kerterizim, çıpam, can simidimsin.

Ah YILDIZ, vah YILDIZ, güzelim YILDIZ, can Yıldız

Bilerek mi yanına almadın giderken başının yastıkta bıraktığı çukuru

Kızkardeşim, deniz kızım, tatlısuyum, gülendam

Ayın şavkı suyun üstüne,

Senin nazlı işven benim yüzüme vurur.

 

Cavlı ÇULFAZ

(2017)

 

 

SON MOHİKAN

Ben âşık çoban, son Mohikan

Sen nesli tükenmiş Amazon-Asena

Kavalımın son şarkısı aşka kitakse

Gocunmuş gönül, sana ne vereyim ki

Sen de veresin, içimin neresindesin?

Feriştahın gelsin ey felek, sen kimsin?

Kudüm, vur şelpeni bağrım yansın, sinemde misin?

Kulağıma en güzel şarkıyı fısılda n’olur,

Sözlerin dolsun gecelerime

Dokunuş zamanı, değiş anı şimdi

Hasat zamanı, sevişme vakti şimdi.

İnşirah, hâtıralar ve yine hâtıralar

Andıkça dokunur, dokundukça ezilirsin.

Sevdayı çeken bilir, ayrılık olmasaydı…

Keşke üstüme kalmasaydı.

 

Cavlı ÇULFAZ

(Ağustos 2006)

 

 

 

İÇİN DERİNDEN KANAR

Yüreğin kırık kuş kanadı

İçin kanayan yara, büyük acı.

Canevinden vurulusun,

Pır pır eder, uçamaz,

Aradığını bir türlü bulamazsın

Böğründe sızlar geçen günün güzelliği,

Kavkın incir yaprağıyla örtülü kelebek kanadı.

Sevgilin lepiska saçlı çiçek tozu,

Anısı saçılır ortalığa hoyrat bir el dokununca

Dokununca ufalanır, paramparça sapmasaçan dağılır

İnce duyguları paylaşmaya çekinir insan

Kelebeğin kanadına hoyrat bir el dokunur diye

Sevdiğin kadını hep ararsın, heyhat, o artık yok.

Pas çok derine işlemiş, acı o kerte büyük ki,

İçin için kanar, çökertir insanı…

Yara en dipte, merhem kâr etmez!

Belki bir gün toprağın altında yine koyun koyunasın

Akarsular, su akar, heyhat, gözyaşların sular toprağı

Umudun o ki, bir sabah yine perdeleri açan o olur

Belki bir gün yine birlikte uyanırsın.

 

Cavlı ÇULFAZ

(2017)

 

 

 

ÖZLEM KAVŞAĞI

Çok temiz uyuyorsun

Yüzün uysal bir çocuk yüzü

Gerdanın pürüzsüz, apak

Gönül yorgunusun

Sisli bir denizin sabahında

İsli bir sokak lambasısın

Özlem kavşağında

Işığın sırtına biniyorsun, son hız geceler taşıyor seni

Zerrece aklında olmayan bir yerde, vuslat sapağında

İniyor, aranıyorsun şarap gibi damağına yayılan o büyülü sözü

Sanma ki şöyle böyle rastgele bir sözü

İsmi söylenmiş o en güzel önsözü

Seni seviyorum.

Seviyorum seni…

 

Cavlı ÇULFAZ

(Rio de Janeiro – 23 Eylül 2006)

 

 

BİR ÇİFTE KUMRU KANAT ÇIRPAR, SEN UÇARSIN

Gün uzar, takılmış bir kırık plak cızırtıyla çalar,

“Siyah ebrulerin duruben çatma”

Zaman dosdoğru akar, gelmez o günler geri

Kim hatırlar seni, geriye ne kalır?

Ayasına gücenmiş bir avuç,

Buhurdan gibi tüten bir yangın yeri kalır.

İki büklüm, süklüm püklüm ve küskün

Elinde boş bir ibrik ile kulpu kırık bir maşrapa kalır.

İbrişim olmuş bukleleri zülfünün büklümünde,

Kulağında kiraz küpeler, saçlarında yosun kokusu,

Geride hep peşinden gelen gölgen kalır.

Debisi imbikten süzülmüş bozbulanık bir nehir,

Soluk fotoğraflarda silik anılar, ucu yanık bir mektup kalır

Minaresi yıkık bir mihrap, elinde kırık bir sıvacı malası kalır

Bir çifte kumru kanat çırpar, sen uçarsın

Topal bir güvercin seker, sen eşzamanlı ağlarsın.

Hayaline dokunmaya korkarsın, sonra elini çeker diye.

Geriye kendi alevinde yalazlanan kırık bir gönül kalır

Gökkubbenin engin boşluğuna dalar gözlerin

Geride ‘Seni seviyorum’ diye bir fısıltı,

Yastığının yanıbaşında yarı aralık,

Öpülmeyi bekleyen bir çift nemli dudak

Avcunda dişlenmemiş bir elma,

Bir de torna tezgahında işlenmemiş bir şiir kalır.

 

Cavlı ÇULFAZ

14 Ekim 2007

 

 

 

DEPREM DUYGUSUDUR AŞK

Güzün uzaktan melâl süzgün yüzün

Yandan çarklı bir gemidir hüzün

Günbatımı gamlıdır yeryüzün

Dürtüsü içimde sana dokunmanın

Islak kirpiklerin, yarı aralık göz kapakların

Havlı divit bir kalem parmak uçlarım

Haritasını çizerken vücut hatlarının

İçimden havalanan kanatlı depremdir aşk

Dayanabilirsen dayan!

O dayansa da sen dayanabilir misin?

Sana bunca çektireni unutabilir misin?

 

Cavlı ÇULFAZ

25 Aralık 2006

 

 

YAŞLILIĞA MERDİVEN DAYAMIŞIZ

Aksaçlı güngörmüş bir çift yürüyor önümden

Yağmur çiseliyor hafiften

Adam kapişonunu başına geçirmeye çalışıyor

Bir türlü olmuyor

Çıtıpıtı kadın, narin eliyle yardım ediyor ona.

Düşündüm de birden gözlerim yaşardı

Elele tutuşup iyice yaşlanacağımız günler geldi aklıma

Ben sana bir bardak su vereceğim

Sen çay demleyeceksin

Canayakın, sokulgan, sıcaklığımız yetecek birbirimize

Alnına avcumu koyacağım

Ateşin var mı?

İlâcını getireceğim.

Zaman çarkı boşa dönen avare kasnak

Alnımızda derin kırışıklar

Yıkılmaya yüz tutmuş yapılar

Nesli tükenmiş dinozorlar gibi.

Şimdi ateş çemberinin yakınında,

Yaşlılığa merdiven dayamışız.

Artık hem vaktimiz çok, hem hiç vaktimiz yok.

Seni çok özleyeceğim.

 

Cavlı ÇULFAZ

30 Aralık 2006

 

 

 

DEĞSİN YANAĞIN LACİVERT GECEYE

Savrulsun saçların rüzgarda

Yansın çoban ateşleri koylarda

Değsin yanağın lacivert geceye

Ayrık otlarını ayıkla

Kokla yaban çiçeklerini

Bir demet papatya, bir top gül, bir tek karanfil topla

Dal kızıl gelincik tarlasına

Daha sürülmemiş tarlanın anızı,

Değsin yanağın tarçın kokan lacivert geceye

 

Cavlı ÇULFAZ

Eylül 2007

 

 

 

VAKTİYLE, BİR KADINLA
Evvel zaman içinde, körpecik bir kız çocuğuydu.

Babası okşardı, annesi örerdi saçlarını özenle,

Kelebek gibi daldan dala konardı

Mavinin en güzeli gözleri, hep ışıldardı

Örselenir diye kanadının uçları,

Dokunmaya korkardım, sanki elim yanardı.

İlk gördüğümde bir beni vardı, çenesinin solunda

Sonra bir beni daha belirdi çenesinin sağında.

Dokunurdum parmak uçlarımla o iki bene

Ne zaman yüzüne baksam

Uçup gidecekmiş gibi duran o narin kanat çırpışı,

Başımı döndüren o leylâk kokusu…

Kalbur saman içinde, vaktiyle

Bir kadın vardı, bakışı bir andı

Durgun suya attığım taş, yakamozun hâresi

Bir gördüm, ilâhi bir tesadüf müydü,

İlk bakışta sevdim o hülyalı kadını.

Şimdi subasar, longoz gibiyim

Girdap, anaforlar, yarlar, uçurumlar

Azgın dalgalar ürpertir içimi, alabora olurum,

Bir türlü ulaşamam o engin ummana

Yanında el yordamıyla en çok neyi aranırsın?

Kendini mi, eksiğin olanı, öbür parçanı mı?

Şimdi çok uzakta bir kadın

Bam telimin sızısı…

Bakınca geriye, sanki duruşu bir andı.

 

Cavlı ÇULFAZ

(6 Temmuz 2016)

 

 

BİR DAHA GÖKYÜZÜNÜ GÖREMEYECEK BİR YILDIZ’A AĞIT

Elimden geldiğince, gücüm yettiğince koruyabilseydim seni.

Yürüyüşte, gösteride, barikatta, polis copundan, biberli gazdan

Göğsümü siper edip koruyabilseydim seni.

Yanımda yürürken, ayağım tökezlemeden

Sendeleyip düşmeden tutabilseydim seni.

Koluna daha çok girip elimi omzuna daha sık koyabilseydim

Şerha şerha ciğerimin ak paresi

O berbat hastalıktan koruyabilseydim seni.

Yitireceğim varlığın değerini önceden daha iyi bilebilseydim

Şimdi gidişin bir kaçışa benziyor

Gücüm yettiğince, elim böğrümde kalmadan, dilim tutulmadan

Üşürken seni daha sıkı sarabilseydim.

Kelebeğin kanadında erkenden uçup giderken

Ayna tuttum gökyüzüne, gördüm elele koşuştuğumuz yılları

Her kış tipi, ayaz ciğerimi delip geçerken

Acımasız bir tırpan sararmış otları biçerken

Bir toz zerresine konup giderken gördüm seni

YILDIZ’ım, “kerem et aklından çıkarma beni”

Yalnızlığı getirme bana ölümden önce

Kör kuyularda beni halatsız bırakma!

Veysel der ki, ‘Benim sadık yârim kara topraktır’

Veysel inanmış adam, lâkin

Kara toprağa girmek yaraşmazdı sana

Senin sadık yârin gözlerin gibi güzel gökyüzüdür

Ve gökyüzü, hele geceleyin, uçsuz bucaksız bir ufuktur YILDIZ’la

Kollarını açınca, kimselere çarpmayacağın

O engin gönül şimdi alabildiğine özgür…

Çak şimşek çak, hiç şişeye girer mi şimşek?

Doruklara salıverdim mavi gözlü kuşumun kanatlarını,

Sonsuz ufka küllerini, her bir zerresini

Yitirdim onu, zemheri ayında köklerimi koparıp söktü kambur felek

Şimdi daha da âşıksın artık sırrına hiç erişilmeyecek olan o sevgiliye

 

Cavlı ÇULFAZ   

(2016)

 

 

 

YARIM KALMIŞ BİR HAYAT

YILDIZ’ın beni çağırdığı yere gidiyorum

Arıyorum, onu bir türlü bulamıyorum

İki kişisin, biri temelli gidiyor

İkiden bir çıkınca

Yine bir kalır sanıyorsun

Ama öyle değil, yarım kalıyor

Nereye gitsem orada hep onu arıyorum

O beni artık arayamıyor

Uykuya dalarken bile yerinde duramayan gözleriyle

Yastığımın yanıbaşında uyurken gördüğü rüyayı

En sevdiğimiz bir filmi birlikte görüyormuş gibi

Keşke ben de görmüş olabilseydim

O yanımda uyurken hiç rüya görmezmişim meğer

Tam evden çıkarken üstümdekileri değiştirten

Hangi pantolonun üstüne hangi gömleği giyeceğimi

Parmak sallayıp nazlı bir azarla söyleyen

Bunca zaman ne bir gömlek ne bir pantolon almışım

Şimdi onsuz hangi eski gömleği hangi öksüz pantolonla giyerim ben?

 

Cavlı ÇULFAZ

Temmuz 2015

 

 

 

YARIM KALMIŞ BOYNU BÜKÜK BİR ŞİİR

Yıldız bir zamanlar küçücük bir kız çocuğuydu

Herkesle kardeş olmaktı yüce ereği

Şimdi öldü. Yüzünde bir rahatlık, gülümseme.

Küçücük bir kız çocuğu gibi güzel.

Artık bir daha yaşanmayacak bu hayat

Ardında kalan o gül kurusu elbiseyi kokluyorum

Sanki içinde o varmış gibi.

Toprağın altında yatıyor demeye dilim varır mı?

Nereye baksam orada suretini görüyorum

Şimdisi ve şimdiki gibi dikey bir zaman bir daha yok.

Nazende sevgilim güller açarken yüzünde

İnsan bu kadar güzelken hiç ölür mü?

Şimdi hatırladım da

Bana gülümseyen ayışığı mı, sen misin?

Dur dedim ölüme, durduramadım

Yolgeçen hanının yolkesen haydutu

Gitti güzel Yıldız’ı durdurdu

Sevgili, ah, seni iki dizeyle ölümsüz kılabilsem!

 

Cavlı ÇULFAZ

(2016)

About admin

Check Also

KIZIL SİS, Bir Veda Ve Feda Hikayesi, 1977-1982- Haluk Tekeli

Kitap tanıtım-M. Taş Foça’daki buluşmalarımızdan birinde Haluk Tekeli yazdığı romanı hakkında kısa bilgiler vermişti. Yayınevi …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

PHP Code Snippets Powered By : XYZScripts.com